Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 13 ARALIK 1990
Tiirk Vnayasası
ve Fransa Örnegî
Tanık olduğumuz olaylar ve olgular, Türkiye'de bugtin yönetimi elinde
tutan ve yürütenlerin ne denli devlet ve demokrasi kültüründen uzak
olduğunu gösterirken bir de 1982 Anayasası sistemi üstüne genel oyla
seçilen "taraflı" bir devlet başkanı oturduğu takdirde, ülkenin ve
toplumun ne duruma düşürüleceğini düşünmek hiç de zor değildir.
Prof. Dr. LÜTFİ DURAN
Bu ülkede devlet ve devlet yönetimi o denli ha-
fife alınır ve hafiflilde yürütülür oldu ki, bu ko-
nularda düşünce ve göruş belirtmek, bir bakıma
istihza ile karşılanabilecek noktaya gelmiş sayı-
labilir.
Şöyle ki başkentin tepesinde oturan zat, bu
mevkie çıkışında ve görevini yerine getirişindeki
aykırıhkları yasallaştırmak istercesine uzun sü-
redir her vesÜe ile ve her yerde anayasal değişik-
lik formillleri üretmekte ve siyaset alanına sür-
mektedir. Bir yandan bu yolda çaba harcarken,
öte yandan yaptığı tüm işlem ve eylemleri, ana-
yasadan aldığım söylediği yetkileri kullanarak
gerçekleştirdiğini; bu tutum ve davranışları eleş-
tirenlerin ve özellikle de konunun uzmanlarının
ise anayasayı doğru ve tam okumadıklarını, ya-
ni bilmediklerini de iddia edebilmektedir. Esas
mesleği ve yetişme tarzı itibarıyla yabancısı ol-
duğu bir konuda ve sorunlar hakkında böylesi-
ne cüretli ve saldırıcı biçimde konuşanların aç-
tığı tartışmaya karışmak, pek de yerinde ve ya-
rarh olması gerek. Çünkü içinde bulunduğu du-
rum, sergüediği tutum ve davranışları dolayısıy-
je, ayaküstü söylediği çelişkili sözler üzerine riddi
irdelemeler yapmak ve bu yolda geçerli ve etkili
sonuçlar elde etmek mümkun değildir.
Bununla beraber, konuyu yeniden ele almak
fırsatını bulduğu bir sempozyumda verdiği kon-
feransta, daha önce de öne sürmüş olduğu 1982
T.C. Anayasası ile 1958 Fransız V. Cumhuriyet
Anayasası arasındaki benzerliği kendi yönünde
açıklayıp işleterek görünürde ciddi ve kestirme
çozümler önermesi karşısında, bu yanlışlıklan ve
yanıltmalan ortaya koymak gerekli olmuştur.
Aziz dostum ve değerli meslektaşım Prof. Bahri
Savcı bu karşılaştırmanın tarih, sosyoloji ve si-
yaset bilimi açılarından yanlış, yersiz ve sakın-
cah olduğunu, bu sütunlarda yayımlanan (Cum-
huriyet 01.12.1990, s.2) makalesinde çok guzel ve
isabetle belirtti. Ben konuyu poritif bukuk ve
anayasa pratiği bakımından incelemeye çalışaca-
ğım.
Çarpıcı bir çelişki
Sempozyumdaki konferansın tümünü kapsa-
yan büyük çelişkiler, göze batar nitelik ve boyutta
oldu|u için ayrıca açıklamaya yer ve gerksinim
bırakmıyor: 1982 Anayasası, dönemini tamam-
ladığından, "mutlaka yeni baştan yazılmalıdır"
dedikten sonra "...öyle uzun değişikliklere gerek
yok. Bir kalemde ştı şu maddeler iptal (ilga de-
mek istiyor) edilmiştir denir. Olur biter" çözü-
munü önermek çarpıcı bir çelişki değil mi? Bu-
nun gibi, madem ki T.C. Anayasası Fransa'nın
V. Cumhuriyet anayasal sisteminden farksızdır
ve ona özenilmektedir, o halde neden bir anaya-
sa sorunu yaratılmaktadır? Gerçekte, bu en anti-
demokratik anayasanın bile keyfiliğe ve kişisel
iktidara köstek ve engel oluşturduğu kanısıyla,
tam ve salt bir hegemonya kurmak istemektedir.
Nitekim, 1982 Anayasası'nın "çok teferruath"
bulunması ve olduğunca "kısa anayasa'' oneril-
mesi, bu arzunun gerçekleştirilmesine yönelik-
tir.
1982 Anayasası'nı hazırlayanlann, 1958 Fransız
Anayasası'ndan esinlenip esinlenmediklerini,
esinlenmişseler ne ölçüde etkilendiklerini kesin-
likle söylemek mümkün olmamakla beraber or-
taya koyduklan yapıtın benzediği iddia edilen bu
örneğe uyrnadığı kolayca saptanabilir. Ancak bu
karşılaştırma yapılırken şu noktalar mutlaka göz
öniinde tutulmak gerekir: Fransa'nın kâğıt üze-
rindeki anayasası işlerlikte olan anayasal meka-
nizmasmdan esaslı şekilde farklıdır ve bu sistem
günümüzde ne başkanlık ne de başkancı hükü-
mettir; parlamenter rejimle başkanlığın karma-
sı, kendine özgü bir sistemdir. Fransız hükümet
rejimi, sanıldığının tersine, hiçbir zaman Meclis'-
teki bir çoğunluk partisinin değil, hep partiler
koalisyonunun sağladığı çoğunluğa dayanarak iş-
lemiş ve bu çoğunluğun cumhurbaşkanının ge-
nel politikasının yanında ya da karşısında yer al-
dığına göre uyumlu ya da çekişmeli olarak işle-
yebilmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki Fran-
sa'da anayasal sistem, cumhurbaşkanhğını elin-
de tutan ve yerine getiren kişiliklerin ona vurduk-
lan damgaya göre nitelik ve kimlik kazanmak-
tadır. Ancak, pratikte görülen bu durumun ço-
ğu kez anayasaya uygun olmadığı ve sakıncalar
yarattığı genellikle kabul edilmekte ve eleştirile-
re konu olduğu bilinmektedir.
Işte bütün bu özellikleri göz önüne alınmadan,
Fransız V. Cumhuriyet siyasal rejimi ile yapıla-
cak mukayeselerin yanılgıya götüreceği açık ve
kesindir. Nitekim Türkiye ve Fransa cumhurbaş-
kanlarının anayasa metinlerinde görev ve yetki-
lerinin aynı olduğu (değil ya) kabul edilse bile
bunlann kullanıhş ve yerine getiriliş usul ve şe-
kil koşulları ve uygulamada aldığı biçimler farklı
bulunduğundan, bunlann özdeşieştirilmesi doğru
olamaz. Hele Fransız Cumhurbaşkanı'mn Ba-
kanlar Kurulu'nun başkanı olmasına karşılık,
Türk Cumhurbaskaru'run aynı kurula istediğin-
de başkanlık edebilmesini aynı nitelikte bir yet-
ki saymak tamamen yanhştır. Çünkü, birinci hal-
de tüm yürütmenin başı sıfatıyla, ikinci durum-
da ise Bakanlar Kurulu dışından birinin biçim-
sel bir katılımı söz konusudur. Cumhurbaşkan-
lannın bu konudaki yetkilerinin birbirinden fark-
lı olduğu; Türk devlet başkanının, sıkıyönetim
ve olağanüstü hal ilanı ve bunun sonucu rejime
ait kararnamelerin çıkarılması için Bakanlar Ku-
rulu'nu toplantıya cağırması ve ona başkanlık et-
mesi gereği ile oteki isteğe bağlı başkanlığı ara-
sında gözetilen ayrımlardan da kolayca anlaşı-
hr.
Gerçekten, Fransa'da hükümetin kuruluşu
cumhurbaşkanının istenci (iradesi) eseri olup
Millet Meclisi'nden güvenoyu istemesi ve alma-
sı zorunluluğu yoktur. (Başbakan ve bakan olan
milletvekili ve senatörlerin bu sıfatları düşer ve
parlamento ile ilişkileri lcesilir.) Millet Meclisi,
hükümeti, ancak çok sıkı kayıt ve şartlara uya-
rak çekilmeye zorlayabilir. Buna karşılık, uygu-
lamada devlet başkanının, çoğunluğun güveni-
ni haiz başbakanları dahil istifaya davet edip go-
revden uzaklaştırdığı birçok kez görülmüştür.
Türkiye'de ise Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşka-
nı ile Başbakanca oluşturulduktan sonra,
TBMM'den kesin olarak güvenoyu elde etmek
durumundadır ve görevini sürdürebihnek için bu
güveni korumak zorundadır. Bugün pratikte, bir
parti meclis çoğunluğuna sahip olduğu ve bu gru-
ba eski lider şimdiki devlet başkanı egemen bu-
lunduğu için kuramsal anayasa sistemi sergile-
niyormuş gibi görünmektedir.
Tarafsızlığı emretmekte
Ancak Fransız Anayasası'ndan farkı olarak
•T.C. Anayasası, cumhurbaşkanının görevini ta-
rafsızlıkla yerine getirmesini açıkça emretmekte
ve bu nedenle kendisine özgü kişisel bir politika
güdemiyeceğini belirtmektedir. Buna karşm
"tarafsızlık" sözcuğünün, bazı yabancı dillerde
sadece "ayınm yapmama" anlamını taşıdığı ge-
rekçesiyle, devlet başkanının aktif politika yapa-
bileceği iddia edilmektedir. Fakat anayasanın
"bizde cumhurbaşkanı partili olamaz.. secilirse
partisiyle ilişkisi kesilir" demesi karşısında, bu
semantik yorumun gecersiz olduğunu kabul et-
mek zorunda kalınca, bu yasaklann "gerçekci ve
düriist" olmadığı savunulmakta ve kaldırıhnası
istenmektedir.
"Tarafsızlık, devlet tarafsız)ığı" ise devletin ba-
şı olan cumhurbaşkanının herkesten önce ve her
konuda yan tutmaması, yani herhangi bir siyasi
partiyi ya da akımı benimsememesi ve politika-
sını gütmemesi gerekmez mi? Hem cumhurbaş-
kanının tarafsızlığı, "devlet kuralı neyse onun
oygulanmasından" ibaret idi ise anayasanın 10.
maddesinde duzenlenen "kanun önünde eşitlik"
ilkesi demek olan bu esasın ayrıca 103. madde-
de devlet başkanı için belirtilmesine gerek olma-
dığı gibi; kendisi kanun uygulayıcısı durumun-
da da değildir. Kaldı ki "tarafsızlık" kavramı na-
sıl yorumlanırsa ve hatta bu sozcük ve siyasal
partiyle ilişki yasağı anayasadan çıkanlsa dahi,
arzulandığı gibi cumhurbaşkanının devletin en
yüksek ve tek yetkili olmasını sağlamaya yetmez.
Böyle bir amaca ancak yüzyıllık Türk anaya-
sal- sisteminin tamamen başkalaştırılması, yani
Güney Amerika'daki başkan-baba rejimini be-
nimsemesi ile ulaşılabilir. Bunun için de tek adam
iktidarına demokratik görünüm sağlamak üze-
re doğal olarak cumhurbaşkanının doğrudan
doğruya halk tarafından genel oyla seçilmesi yön-
teminin getirilmesi gerekecektir. O nedenledir ki
yürütmekte olduğu kişisel iktidarını yasallaştı-
rabileceği kanısıyla, cumhurbaşkanlığı seciminin
genel oyla yapılmasım önermekte ve savunmak-
ta; ne yazıİc ki bir muhalif parti lideri de oyuna
gelerek bu secim usulünü benimsemektedir. Oysa
devlet başkanının doğrudan doğruya halk tara-
fından seçildiği hükümet rejimlerinde, özel dü-
zenlemelerle ne tür önlemler alınırsa alınsın, ge-
nel oyla gelen parlamentoya güçlü bir rakip ve
hatta görev ve yetkilerinin niteliği gereği ondan
üstün ve etkili durumda olacak bir yürütme or-
ganı ortaya çıkar. Böylece, kendisinin milli ira-
deyi temsil ve ifade ettiğini öne sürebilecek bir
cumhurbaşkanını, faaliyet ve icraatında frenle-
mek, denetlemek ve anayasal çizgide tutmak ola-
naksız hale gelebilir. ABD'nin federal sistemin-
de başkanın, kongre ve yüksek mahkeme ile iliş-
kileri ve iletişim organlan ile kamuoyunun bas-
kıları karşısında, kişisel iktidara yönelmesi ön-
lenebilmekte ise de bu rejim başk'a hiçbir ülke-
de taklit ve tatbik edilememektedir. Fransız V.
Cumhuriyet Anayasası'nda 1962'de yapılan de-
ğişiklikle cumhurbaşkanının genel oyla seçilme-
sinden sonra 1958 anayasal sisteminin esaslı su-
rette başkalaşmış olduğu, dengelerin bozulduğu
ve parlamenter rejim yanının çok zayıfladığı ge-
nellikle kabul olunmaktadır.
Gerçi yürürlükteki TC Anayasası sorumsuz
cumhurbaşkanına, büyük çoğunluğu yargısal de-
netim dışında bırakılan, hemen her alanda çok
geniş yetkiler tanımakta ve bunlann kullanılma-
sından dolayı kendisi hakkında siyasal bir yap-
tınm da açıkça öngörmemektedir. Fakat TB-
MM'deki çoğunluk, siyasal iktidara ve başbaka-
na gerçekten sahip çıkıp varlık ve etkisini göste-
rirse, devlet başkanı ya bu iradeye uymak, ya da
görevinden çekilmek zorunda bırakılabilir. Bu si-
yasal yaptınm hükümetin kuruluşunda ya da gö-
revde bulunduğu sırada, çeşitli denetim yollanyla
güvensizlik belirtilerek ya da kanun ve bütçe ta-
sarıları reddedilerek gerçekleştirilebilir. Siyasal
ve yerel seçimler sonucunda, cumhurbaşkanını
seçen ve destekleyen çoğunluk bu gücünü yiti-
rirse, milletvekilleri genel seciminin süresinden
önce yenilenmesi yolu ile iktidarın belirlenmesi
gerekir. Bundan başka, anayasa değişikliklerinin
halkoylamasına (referanduma) sunulması halle-
rinde, cumhurbaşkanı ya da hükümet, tasannın
kabul ya da reddi yönünde kampanya yapıp ba-
şansızlığa uğrarlar ise demokratik gelenek ve ge-
rekler uyarınca, görevden çekilmek zorundadır-
lar. Cumhurbaşkanı, anayasaya göre ikinci kez
bu makama seçilemeyeceği için bizde seçmenle-
rin yeniden aday olanlar hakkında bu siyasal yap-
tırımı uygulamalan söz konusu değildir.
Jşte bütün bu siyasal yaptırımlar, Fransız V.
Cumhuriyeti anayasal sisteminde, devlet başka-
nının sorumsuzluğuna karşm geçerli ve etkili ol-
maktadır. V. Cumhuriyet'in kurucusu de Gaul-
le, I969'da giriştiği referandumda başarısız olun-
ca başkanlıktan çekilmesini bilmiş; ondan son-
ra gelenler, bu yüzden halkoylamasında kampan-
yaya taraf olarak katılmaktan özenle kaçınmış-
lardır. Fransa'da cumhurbaşkanı adayları, siya-
sal parti mensubu olsalar ve bunlar tarafından
desteklenseler bile seçimiere kendi kişisel prog-
ramlanyla girmekte ve seçildiklerinde onu ger-
çekleştirmeye çahşmaktadırlar. Millet meclisin-
deki çoğunluk başkanın çoğunluğu ile çakışıyor-
sa, uygulama ve icraat uyum içinde yürütülebil-
mekte; karşıt eğilimlerde olursa, programı ger-
çekleştirme zorlaşmakta ya da imkânsızlaşmak-
tadır.
Sonuç
Türkiye'de hükümet, 1987'de kendi başlattığı
anayasa değişikliği halkoylamasına eylemli ola-
rak katıldığı ve sonuçta seçmenlerden olumsuz
yanıt aldığı halde; görevden aynlmayı düşünme-
diği gibi; Mart 1989 yerel seçimlerinde buyük bir
yenilgiye uğramasma karşın iktidannı sürdürmüş
ve milletvekilleri seciminin yenilenmesine yanaş-
mamıştır. Öte yandan cumhurbaşkanının lideri
olduğu siyasal partinin çoğunluk grubunun ta-
hakkümü altında bulunan TBMM, savaş hali ila-
nı dahil, hemen tum konulardaki karar ve yasa-
ma yetkilerini Bakanlar Kurulu'na devrederken,
yürütmeyi denetleme mekanizmalarının işleme-
sini de engellemektedir. Gerek yasama organırun,
gerek yürütme ve idarenin denetlenebilen işlem
ve eylemleri hakkında yargı yerlerince verilen ke-
sin hükümlerin çoğunun yerine getirilmediği ve
hatta tersine, uygulamaların ısrarla surdurüldü-
ğü herkesin bildiği bir gerçektir.
Butun bu olay ve olgular, Türkiye'de bugün
yönetimi elinde tutan ve yürütenlerin ne denli
devlet ve demokrasi kültüründen uzak olduğu-
nu gösterirken bir de 1982 Anayasası sistemi üs-
tüne genel oyla seçilen "taraflı" bir devlet baş-
kanı oturduğu takdirde, ülkenin ve toplumun ne
duruma düşürüleceğini düşünmek hiç de zor de-
ğildir.
NOT: Bu yazıdakı alınıılar. "Cumhurıy«ı"in 30.J1.1990 günllı
sayısından (s.l. 15) akıanlmıştır.
ARADABIR
M. RAFET TUZUN Em.Hâkim Tümg..
Hukukta Aşikârlık KuralıKuşku, sanık lehinedir. Bu yenilmez ise ister Anglo-Sakson,
ister kıta Avrupa mahkemelerinde yargıçlar mahkûmiyet ka-
rarı veremezler. Tarafsızlığı kuşkuya düşmüş bir mahkeme-
nin yargıçları her iki hukuk sis- — ^ - •
teminde'de o davadan çekil-
mek zorundadırlar.
Aksi bir iddiada (bir ithamda)
aşikârlık varsa onu ispat için di-
rekt yahut da dolaylı kanıt ara-
maya ihtiyaç yoktur. Hukuk fa-
külteleri sınavlannda önemli bir
soru vardır; davacı olacaksa-
nız, uyuşmazlığın çözümü için
yetkili mahkemeye vereceğiniz
dava dilekçesınde iki seçene-
ğe sahipsiniz, BK'nun 41. mad-
desine göre haksız fiilden ya
da sözleşmenin ihlalinden
hangısini tercih edersiniz?
Sözleşmeyı dersEniz hukuki
müesseseyı hazmetmişsinizdir.
Aksıni söylersenız ezberci ve
istifçi bir bilginiz var demektir.
Çünkü beyyıne külfeti (iddiayı
isPat) karşı tarafta değil sizde
kalır.
Bu nedenle denir ki bir da-
va dilekçesinin yazılışı o dava-
yı yüzde elli kazandırır ya da
kaybettirir.
Aşikârlık kuralı bazı kişilere,
makamlara verilen yetiklerin
kullanılmasında da geçerlidir.
Çok taze ve iki kez Anayasa
Mahkemesi'ne yapılan atama-
lar olmuştur. Her iki atamada
da yetınin kullanımı hakkında
kamuoyunda kuşku yaratmış
ve ciddi şekilde eleştirilmelere
tabi tutuimuştur.
Anayasa Mahkemesi'nin
anayasal ve özerk bir yüksek
mahkeme yapısına sahip ol-
ması nedeniyle tarafsızlığının
kuşkuya düşürülmemesi zo-
runludur. Acaba neden bu iki
atama tarafsızlığa gölge düşür-
müştür? Kuşku aşikârdır. Türk-
iye CumhuriyetiÖnin nitetikle-
rinden bahse bile lüzum yok-
tur. Şöyle ki rahmetli hocam
Ord. Prof. Sıddık Sami Onar,
Sayıştay'm. yüksek mahkeme-
ler arasına girmediğini net bir
şekilde ispat etmiştir. Bu iddi-
asını kamu hukukunu teşkil
eden idare ve anayasa hukuk
kuralları da aşikâr bir şekilde
teyit ederler. Hocama göre Sa-
yıştay yüksek bir hesap mah-
kemesidir. İkinci bir kanıt şu-
dur: Bonn Anayasası'nı yapan-
lardan bir zatı, rahmetli Prof.
Bekir Balta, Mülkıye'ye davet
edip panel düzenlemiştir. Ko-
nuşmalar sırasmda ben de ho-
calarırndan ızin alıp sayın pro-
fesöre şöyle bir soru sordum.
(Arkası 19. Sayfada)
TARABYA'DA
Sanatçılar ve Dostleu- Yapı Kooperatifi'ndeki
3 oda, 1 salon, duşlu yatak odası 140 m
2
hakkımı devrediyorum.
Tel: 513 95 80
ROBERT KOLEJ 1950
MEZUNLARI
16 aralık pazar günü saat 18.00'de
Nişantaşı Ziya Restoran'da toplanıyor.
ORHAN AZİZOĞLU
Tel: 141 05 43
PENCERE
EmperyalizmL
"Emperyalizm" sözcüğünü bulan Batı kafasıdır.
Geçen yüzyılın sonlarına doğru, İngiltere işçi eylemleriy-
le altüst olurken egemen sınıf, bu kargaşaya çözüm yolları-
nı düşünüyordu; Sir Cecil Rhodes bir dostuyla biriikte Londra
caddelerinde emekçilerle polislerin boğuşmasım seyreder-
ken düşüncesini dile getirdi:
— Biz, daha uzun birsüre emperyalist politikalanmızı sür-
dürmek zorundayız.
Afrika'da Zimbabve topraklarında Rhodesya'yı kuran
adamdır Sir Cecil Rhodes; uzun süre İngiliz parlamentocu-
luğunun değirmenine Britanya İmparatorluğu'nun sömürge-
lerinden su gibi altın akmıştır. Batı Avrupa'da demokrasinin
gelişmesi, çok uzun süre, dış kaynakların önce yağmalan-
ması, sonra da sömürülmesi sürecinde yaşandı. Batılı, ana-
vatandakı emekçı halkla uzlaşma olanaklarını, ancak dış sö-
mürünün sağladığını paylaşmakla gerçekleştirebiliyordu.
Yine de "emperyalizm" sözcüğü Batı kafasının icadıdır;
demek istediğim şu ki, kavramı "sömürülen" değil
"sömüren" buluyor; işin acı yani da budur; sömürülenler
19'uncu yüzyılda akıl ve bilim çağına ulaşamamışlardı.
•
Lenin -ki o da Batılıdır- emperyalizm kavramı üzerinde çok
durdu. Neydi emperyalizm? Kısaca: Kapitalizmin tekelci aşa-
ması!.. Serbest rekabet pazan üzerinde yükselen sermaye
birikimi büyüyor; sanayici ile bankacı bütünleşiyor; ortaya
çıkan büyük güç uluslararası bir tekele dönüşüyor; yoksul
ülkeleri avcunun içine alıyor; bu da yetmiyor, tekellerin kendi
aralannda boguşmalan savaşlara yol açıyor.
Gerçekten de emperyalizmin dünyayı paylaşma kavgasm-
da Birinci ve İkinci Dünya savaşları birer ders nitelığınde-
dir. Avrupa'da çıkan savaşların "Dünya Savaşı" sayılması-
nm ve bu adla anılmasının bir başka gerekçesi yok.
Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı İmparatorluğu'nu ve Ana-
dolu'yu paylaşmak isteyen emperyalist devletlere karşı sa-
vaş ve devrimle kurulmadı mı?
Peki, 21'inci yüzyıta 10 kala emperyaüzme ne oldu? Bu
sözcük ortadan mı kalktı? Kapitalizm, bilgisayarlaşma sü-
recinde teknoloji devrimiyle bir başka içerik mi kazandı? Sö-
mürü kavramı sözlüKlerden mi silindi? Bu sorulara yanıt ara-
mayacak mıyız? İlle de Batı'dan birilerinin çıkıp dünyadaki
yeni geiişmelere ad takması ve Doğu'ya öğretmesini mi bek-
leyeceğiz?
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kapitalizm-sosyalizm çe-
lişkisi, Soyyetler'in kurulmasıyla devletler-arası çelişkiye de
dönüştü. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bu çelişki derin-
leşti ve yayıldı. Artık dünya savaşı, tekelci kapitalizmin iç so-
runu olmak çerçevesini aşmıştı; iki kutup arasında çıkacak-
tı. ABD ile Sovyetler vargüçleriyie silahlandılar. Bu kez ge-
zegenimizi yok edecek nükleer savaş tehdidi ortaya çıktı;
ama, insanhğın sağduyusu ağır bastı, Gorbaçov'la biriikte
savaş süreci barış sürecıne doğru yol almaya başiadı.
Peki, emperyalizmin sonu mu geldi?
Gelseydi, bugün Ortadoğu'da savaş rüzgârları sam yeli
gibi eser miydi?
Körfez krizinde sorunu "Saddam antiemperyalist mi? Yok-
sa emperyalist mi?" sorusuna oturtmak, ağaçlarla uğraşmak
ve ormanı gözden kaçırmaktır. Emperyalizmin düzeni Orta-
doğu'da sürüyor. Kendi içinde barış ve demokrasiye bağ-
lanmaya çalışan Batı'nın kendi dışındakiler için öngördüğü
düzen nedir? Emperyalizmin güncelliğinde bu "soru"nun ya-
nıtı sıcaklâşmaktadır ve "sorun" budur.
•
Emperyalizmi -ya da antiemperyalizmi- yalnız Ortadoğu'-
da aramak da gezegensel bilince ters düşecektir.
Bugün Amerika'da Körfez savaşına karşı çıkan her ana
ve baba, nesnel konumu açısından antiemperyalisttir. Ba-
tı'da, barış ve demokrasi sürecinin yapısında, öncelikle Av-
rupa'de emperyalist eğilımlere, tekellere, siyasal gûçlere kar-
şıt güçler de doğaldır ki yerlerini almışlardır. Batı uygarlığı,
emperyalizm sözcüğünü icat ettiği gibi karşıtı akımların da
doğduğu ve geliştiği coğrafyayı oluşturuyor.
Oysa emperyalizmin at oynattığı alan, Batı değil, yoksul
Üçüncü Dünya, değil mi?
Göstereceğim dedim. Dedim ama... burada dedim mi?
Demedim!
Siz söyleyin, burada... bu sayfada gerçek Telefunken
renklerini, görüntüsünü nasıl gösterebılırim? Bir fotoğraf,
Telefunken'in gerçek renklerini, görüntüsünü verebilir mi?
Sesıni zaten buradan duymanız mümkün değii...
Şimdı sizi, Telefunkenleri göstermek için, AEG Yetkili
Satıcılarına davet edıyorum... Evinıze en yakın AEG Yetkili
Satıcısı'na. Geldiğinizde, karşınızda benı bulacaksınız:
Telefunken televizyonların içinde!.. O pırıl pırıl renkleri,
o net görüntüyü, o sesleri size ben tanıtacağım.
"On Screen Display" üstünlüğünü ben anlatacağım.
Bütün ayrıntılanyla!..
Yalnızca televizyonlar mı? Daha'ne Telefunkenler var!..
Videolar, müzik setleri... En yeni modelleriyle! Hepsini teker
teker göstereceğim. Söz!
Hadi bakalım...
AEG Yetkili Satıcılarına hepinizi bekliyorum!
Ben sabahtan akşama kadar oradayım.