Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 10 KASIM1990
Selma Selçuker, Atatürk'ün ölümünden 52 yıl sonra, O'nu tanıyan ünlülerle konuştu
'Atatürk'ün gizli gözyaşları'
Refet Angın
Türkler dünyanın
medeniyet
hocasıchr.' Bu
sözleri boğazı
düğümlenerek
bitirdi. Evet,
Atatürk ağlıyordu,
gözyaşları birer
inci tanesi gibi
iniyordu o güzelim
gözlerinden.
SELMA SELÇUKER
"— O da bir hassas insandı ve elbetle o da ağJardı... Profesör
Pitart konferansını bitirip knrsuden inince, Atatürk yerinden be-
yecanla kaiktı, kursuye geidi, uolü konuşraasını yaptı ve dedi ki:
Tnrkler, Orla Asyadan çıkıp dunyaya yayılmış ve her yere mede-
niyet goturmuşlerdir. Profesör Pitart, biraz once size, bu olayı
butıin delilleriyle ortaya koymuş bulunuyor. Turlder, dünyamn
medeniyet hocasıdır. Bu sozleri, boğazı düğümlenerek bitirdi.
Evet, Atatürk ağJıjordu, gozyaslan birer inci tanesi gibi iniyor-
du o güzelim gözlerinden. Kürsuden, 'Ne Mutlu Tıirköın Diyene
5
sözieriyie inerken, heyecanı doruk noktasına çıkmıştı..."
Bu eşsiz anılann sahibesi, yetmişin uzerındeki yaşına rağmen,
hâlâ tarih öğretmenı tayin edildiği gunJerin gençliğini, inancını
ve azmıni taşıyan Sayın Refet Angın Hanımefendi idı.
Masasındaki telefonun sesı hiç dinmiyor, her arayana sıcak ve
dinamik sesi üe cevap yetiştiriyor, odasına sokaktan dolan araba
ve klakson seslerı arasında benim soruJanma da karşılık veriyor-
du. Cağaloğlu'ndakı Milli Eğıtim Mudurluğu binasının üst ka-
tındaki, bakanlık danışmanlığı odasında konuşuyorduk:
— Evet, Atatürk'le berabcr
olmaktan, onun tarihi konuş-
malarına tanık olmaktan son
derece mutlu ve gururluyum. Bu
gururu ömur boyu tasıdım, ru-
hen de genç kaüsımı ve dincli-
ğimi Atatürk ilkelerine sabip çı-
kışuna borçluyum. Bu ilkelerin
her yerde savunucusu olmaktan
daha buyuk zevk olabilir mi?
— Nasıl oMu, o biiyUk insan-
la İlk tanışmanuı?
REFET ANGIN — Efendim,
ben ilkokulun beşinci sınıfın-
daydım. GeliboJu'ya geJdüer. O
zaman Gehbolu'da, ilkokaldan
başka hiçbır şey yok. Babam da
emniyet amiri orada, ben, tüm
çocuklar adına, kendilerini kar-
şılamak ve çiçek vennekJe gö-
revlendirildim. Heyecandan, ge-
ce uyumadan sabahı ettün. Şeh-
rin büyukleriyle birlikte kıyıda
yerimi aldım. O zaman gemiler
Gelibolu'ya yanasamıyor, uzak-
ta duruyor. Motorla iskeleye ge-
linebiliyor.
— YA batııiıyorsııauz Ubü~
REFET ANGIN — Tabii,
1927. İskeleye çıktılar, heyecan-
la koştum, çiçeği vermek için,
fakat ayağım kaydı yere düştüm,
elimin ustüne düştüm, sıynldı.
Hemen ilgilendi, elimden tuttu
kaJdırdı. Yüzümden öptü. Ba-
kın, ilgilenin diye etrafı telaşlan-
dırdı. benim, o buyuk insana kavuşmaktan dolayı acımı duyacak
halim mi var... Benim bu haJim, onu o kadar duygulandtrdı ki
çocuklan çok seven o buyuk insanın gözlerinin nemlendiğini, son-
radan büyuklerimden işittim...
— Çocuk scvgisi, doğa sevgisi, hayvan sevgisi... Biitiin bnnlar,
gerçek insan sevgisine çıkan yollar degil midir?
REFET ANGIN — Elbette, ve çocuğun geleceği nasıl olacak-
tır. Ataturk, her yerde bunun uzerinde durmuştur. O gün de ba-
na sordu, ne olmak istersin? Muaüim olmak isterim dedim... Yü-
zunde mutlu bir ifade belirdi. Fazla konuşmadık, aynldı, resmi
ziyaretlerini yaptı tabii. Aradan yıllar geçtı. Ben, Edirne Kız öğ-
retraen Okulu'nun parasız yatılı imtıhanlannı kazanarak gittim,
öğretmen olmak için. Yine son sınıftayım, yıl 1932. Buyük Ata-
türk... Böyle diyoruz onu öyle anmayı sevdigimız için, o zaman
daha Ataturk soyadını aimamıştı, Gazı Mustafa Kemal olarak
Edirne'ye geldi. Okulda, yine benı görevlendırdiler. Yine elimde
çıçeklerim, arkadaşlarırrun önünde ben çıktım.
CEVAD MEMDUH ALTAR — Hayatımda özlemını duydu-
ğum insanlann başında Atatürk gelirdı. Ben, Batı'dan döndüğüm
zaman 24 yaşındaydım.
O günlerde ona yanaşmak ne mumkün. Fakat bir gün müdü-
rümuz Zeki Üngör Bey beni çağırdı
Cevad dedi bana, Çankaya'dan Atatürk sizlerı görmek istiyor,
deyince ben heyecanımdan bayıüyordum.
O gece sabaha kadar uyuyamadım. Kerpiç bir evde, bir bekâr
odasında yaşıyorum. Bir iki gun geçti, gidiyorsun dediler, üstü
açık bir araba geldi. Beni aldıiar. Köşke çıkük. Bir oda yaverler
bilardo oynuyorlar. Buyrun oturun dediler. Yaran saat kadar geçti.
Sen misin bakalım, çocuk gel dedi. Oturdu, beni de oturttu.
Onune bir kahvaltı masası getirdiler. Zeytin, peynir, reçel filan.
Karnm aç mı dedi. Teşekkür ederım pasam dedim. Sordu uzun
uzun Ahnanya'da kirnlerden neler öğrendiğimi.
Meğer bu oğrenmek istedikleri bir kultür reformuna baslan-
gıç hareketiymiş.
— Peki Sayın Altar, şu anda fam sırası. Biliyorsnnnz Atafârk,
sanata ve sanatcılara çok deger verirdi. Hatta, ber şey
olursunuz. ama sanatçı olamaz-
s ı n ı z
diye bir sozu vardır. Sözöa
I^^^^ tamamında şunlar da vardı ga-
feî' ^ ^ ^ ^ ^ * liba, vekil, başvekii, hatta cnm-
hurreisi olabilirsiniz de sanatçı
otamazsmız gibi. Alatürk'un hiç
agJadıgııa veya gözunön yaşar-
dığına şahit (tanık) otdannz
mn?
— Efendim, o kadar zarif, o ka-
dar ince adamdı ki. O ne ağla-
dığznı göstermiştir ne de herhan-
gi bir şeyden hoşlandığı zaman
kahkaha atmıştır. Sadece tebes-
süm etmiştir.
Gülüşü nasıl, dudaklannın
kenarında kalnuşsa gözyaşı da
bir nemlenmeden öteye gitmiş
değildir. Ondan ne kahkahalarla
gulme beklenebılirdi ne de hıç-
kırıklarla ağlama. Ama size ba-
na nakledenden nakledecegım
bir hikâye anlatayım. Ne tür bir
hadise karşısında gözleri bula-
ruverdi. Yaslan düsmedi, ama
bulamverdi. Bunu bana Meh-
met Aii Bey anlatü. Dil Kuru-
mu üyelerinden.
Göz doktoru, ama dil uğru-
na doktorluğunu bırakmış, Gi-
ritli, ama Atatürk'ün devamlı
maiyetinde. Biz bu aileyi yakın-
dan tanınz, annem, babam, çok
yakjnı bu ailenin.
Cevad JHemdnh
Altar O kadar
zarif, o kadar ince
adamdı ki. O ne
ağladığını
göstermiştir ne de
herhangi bir
şeyden hoşlandığı
zaman kahkaha
atmıştır.
Mehmet Ali Ağakaya, Istiklal Savası sırasında, büytlk taarruz-
dan birkaç gün evvel Kırsehir'e gidiyor. Orada bir grup oluştur-
maya çalışıyor. Gazi üe beraberce Kırşehir'i gezerken, pazar ye-
rinden geçmeleri gerekiyor. Ortada bir sessizlik, Gazi geüyor di-
ye. Herkes malını getirmiş satmaya çalışıyor. Kadınlar var, satı-
cılar.
Birısinin önunde duruyor. Ninem sen nerelisin diyor, Sıvaslı-
yım diyor faraza. Peki senin efendin nerede? Paşam o, camnı va-
tana verdi diyor. Çanakkale'de şehit ettik. Iste o zaman gözleri
buğulanıyor. Basını başka yöne çeviriyor, boğazı düğumleniyor.
Orada bir başka kadın gözüne ıiısiyor. Incik boncuk, yüzûk
satan. Oradan yuzükler alıyor. Gidiyor, o runenin parmagına ta-
kıyor. Yine gözleri nemli, hadi çocuklar, gidelim diyor ve derin
bir düşunce içinde yürüyor. Ve harbı çok iyi bilen Atatörk, bir
harbin yuvaları nasıl yıktığını ve harbin zararlaruu her fırsatta
yakınlarma anlatıyor.
Bemm de gözlerim yaşarıyor, buyuk sanatçı Cevad Memduh
Altar'ın da. Acımızı içimize gömuyor ve vedalaşıyoruz.
"-Hayır kahkaha ile gülmez-
Öyle httngür hfingür de agla-
mxzdı»
Aaa, gözyapnı gördiim». Bir
defaak~"
Türk tiyatrosunun en büyuk-
lerinden biri ve rahmetli Muh-
sin ErtuğruJ'un kader arkadaşı,
tiyatromuzun uzun hikâyesınde,
beraber gülüp beraber ağlayanı,
"Uzun Hikâyenin Sonu" kıtabı
ile Türk tiyatrosuna ışık tutan,
birçok bilinmeyenin Ustüne en
doğrularla gidip aydınlatan bu-
yük aktör, büyük usta Vasfi Rı-
a Zakm, sualime en neşeli kah-
kahalanndan biriyle cevap ver-
di:
— Haaayırrr... Bir defa daha
söyledim ben bunu bir yerde.
Kahkaha ile gülmezdi. Sesli se-
dalı bile güldüğünü görmedim.
Tebessüm ederdi. Ama ne tebes-
süm. Ne güzel, neanlamlı bir te-
bessüm olurdu o."
— N d , bnnıııı tam tersini so-
rayiB. Atatürk aglar mıydı?
Oaaı gözTaşııu gördünüz mü?
VJLZOBU — Haaayırrr...
Ağlamazdı. Yani öyle bizim an-
ladığımı? mânada, hungur hün-
gür «ynmq7ii;. Ama yalmz bir
defmsında onun gözyaşuıı gör-
Vasfi Rıza Zobu Hayır. Atatürk
ağlamazdı. Yani öyle bizim
anladığımız manada, hüngür hüngür
ağlamazdı, ama yalmz bir defasında
onun gözyaşmı gördüm. Cöz
pınarlarınm hemen ucunda. Manası
büyük bir gözyaşı...
düm. Göz pınarianmn hemen ucunda. Mânası büyuk bir göz-
yaşı. Gözünun yaşardığı an mı?
O da bir gün Çankaya'daki köşkünde balkonunda otunıluyor-
du. Gece saat uç raddelerınde balkona çıktık. Yanında oturuyor-
dum. O balkonu bilir misinız? Uzunca bir balkondur o. (Telefon
çalıyor. Ona bir bak devam ederız. Tamam sonra arasın konuşu-
ruz.) Evet ne diyordum. Uzun balkonda sandalyeler var, saglı sollu
davethler oturuyor.
Gözüm takıldı benim. Taa, balkonun öbür köşesinde, parmak-
hğında. bir şey geçiyor böyle. Parlak bir şey, bir sağa gidiyor.
Bir müddet sonra tekrar o
parlak şey.'Lamba vurmuş da
parlıyor. Dalmış da ona bakıyo-
rum. Farkına vardı, neye bakı-
yorsun sen öyle dedi. Anlayama-
dun dedim, o parlak şeye gözüm
takıldı. '
Baktı, nöbetci dedi, beni bek-
liyor. Işte bu çocuk dedi, Ana-
dolu'nun, taa bir ucundan kalk-
mış buraya gelmiş, beni muha-
faza için. Bak sabah oiuyor, uy-
kusuz, beni bekliyor bu Türk
çocuğu dedi. Türk çocugu, Türk
askeri riayetkârdır, fedakârdır.
Ve bunu söylerken dikkat ettün,
gözü yasardı.
öyle yaş akması değil, bir
nem, bir ıslaklık. Türk çocuğu-
na, Türk askerine, onun feda-
kârlığına hayranuk besleyen,
onun zaferler kazanacağına
iman etmiş, onunla yola çıknuş,
onunla zafere ulasmış bir ku-
mandanın, dünyalar kadar kıy-
metli bir gözyaşı idi bu.
— Yani askerİBdeo emla o\-
ma duygusu.-
V.ILZOBV — Emin. Askere
inanmış. Türke inanmış. Büyük-
lüğüne inanmış. Atatürk'ün
gözyaşı, kalbindeki imandariır.
SADİ YAVER ATAMAN: "Atam'ı sanat duygulandırdı. O sa-
nata vurgundu. Sanattan yoksun olan bir millet kolları budan-
mış insana benzer diyen Atatürk'ü bir sanat eseri kadar duygu-
landıran şey, kazandığı zaferler ve Türk milletinin istiklâline ya-
ni özgurluğune kavuşmasıdır. Çünku Atatürk için savaştan son-
ra gelen barış da bir sanat eseri kadar değerlidir. Ve hep barıştan
yanadır... Yurtta barış, cihanda barış onun en güzel sözlerinden
biridir:'
— Atatörk, halk muziğini de çok severmiş, Anadolu'nun, bu
toprağın sesi diye çok doygulanırmış değil mi?
S.Y. ATAMAN — Elbette... Çok sever, Ugıyle dinlerdi. Radyo-
nun Turkiye'ye yeni gırdiği günlerdeydik. Istanbul Büyük Posta-
nesi'nin üstünde yayınlar yapıyor...
Biz de Osman PehL'vanla arada sırada halk türküleri çalıp oku-
yoruz. Atatürk bunu dinlemiş olacak veyahut dinieyenlerden işit-
miş olacak ki... Dinlemek istemış. Ben öyle tahmin ediyorum, Ah-
met Rasim bey bir şey söylemedi ama, öyie tahmin ediyorum. Ah-
met Rasim bey beni Kadıköy Şark Musiki Cemiyetı'nden biliyor,
bağlama çaldığımı da biliyor.
Osman Pehüvanla bizi bir akşam götürdü. Salona girdiğımiz
zaman büyuk masanın başında Atatürk oturuyor, üstünde ceket
yok, beyaz bir yelek var...
Kaiktı yerinden, elinde rakı
kadehi yanırruza doğru geldi.
Osman PebJivana takJdı, Ru-
meli şivesiyle takıldı ona: A be
süpürttürüyorsun burayı be
aga... Bana elini uzattı. O sıcak
ve yumuşak eli büyük bir say-
gıyla öptüm. Bir koltuğa otur-
du. Osman Pehlivamn caldığı
bir Rumeli havasından sonra,
Ahmet Rasim beyin işareti ile
bir zeybek havası çaldım. Ata-
türk, bir kere daha çalmamı is-
tedi...
Bitirdiğim zaman ayaga kalku
ve yammıza geldi.
Etrafa hitaben dedi ki bu iki
arkadasımıza teşekkür ederim
bize Anadolu'dan sesler getirdi-
ler. Bu Türkün sazıdır, bu kü-
çük sazın bağnnda bir milletin
kültürü dile gelir. Sonra, gözle-
ri biraz buğulandı ama, sözleri-
ne neşeyle devam etti, bir mille-
tin kultür ve sanat hareketleri-
ni ve seviyesini, milli gelenekle-
rine bağlı kalarak medeni dün-
yannı gidişine ayak uydurmaya , , , * ,
mecbur oiduğumuzu unutma- olaylar karşısında
Sadi Yaver
Araman Onun ne
kadar hisli bir
adam olduğunu
herkes bilir. En
sazın bagnndan
kopan nağmeleri, bu istikamet-
te geliştirmeye ehemmiyet ve A t a t Ü r k ' Ü ,
luymet vermeye dikkat etmeli- • • ,
yiz... Ve Atatürk yainız halk mu- OIT S a n a t O l a y i
sikisini değil, Türk musikisini de a ğ l a t a b İ l İ r d î .
Batı musikisini de severdi.
— Ağlar mıydı Atatürk?
S.Y. ATAMAN — Onun ne kadar hisli bir adam olduğunu her-
kes bilir. En acı, en karmaşık olaylar karşısında çelik bir yüreğe
sahip olan Atatürk, sanata ve sanatkâra çok ehemmiyet verirdi
ve aglatırsa onu ancak, bir sanat olayı ağlatırdı. Size buna ait
bir olay anlatayım... Atatürk'ün yakmianndan Rasim Özgen adın-
da bir zat, anlaünış...
Adanah Sıtkı bey adında bir zat, bestelediği şarkılarını plak
şirketlerine vermek üzere lstanbul'a gelmiş. O sıra da Atatürk-
ün yanlış anlasılan bir sözu üzenne, Türk musikisı radyolardan
kaldırılmış, adeta yasaklanmış. Plak şirketının sahibi bunu ileri
sürerek şarkıları almak istemıyor.
O da üzülüyor, Ataturk'e kurşun kalemle adı bir defter kâğıdı
üzerine sitem dolu bir mektup yazıyor gönderiyor.
Birkaç gün sonra verdiği adrese bir polis gelip onu Dolmabahçe
Sarayı'na götürüyor. Cezalandırılma korkusu içinde huzura çı-
kıyor. Atatürk, kendisine iltifatlar edip gönlunü aiıyor. Sıtkı be-
yin hanımı da çok guzel seklı bir hanımmış, bir akşam Sıtkı bey
ve ailesi şarkılar okuyorlar. Şarkılar arasında Yemen türküleri
var... Yemen türküleri söylenirken Ataturk ağlamış.
Ve sonra şöyle anlatıyor Atatürk yakınlarma, Yemen türküleri
beni hüngür hüngür ağlattı. Ismet Paşa'ya dinlettim o da agladı
diyor. Türkünün sözleri şöyle:
Mızıka çalındı düğün mü
sandın
Al yeşii bayrağı gelin mi sandın?
Yemen'e gideni gelir mi sandın?
Tez gel ağam tez gel, dayanamıram
Uyku gaflet çökmüş inanamiram
Ağam ölmüş, inanamiram...
İşte bu türkü, Yemen ıllerinde kalan erimizin, askerimizin türk-
üsü her dinlediğinde ağlatırmış Atatürk'ü... Savaşı iyi bilen Ata,
savaşı sevmezdi... Türkün zekâsım her yerde anlatırdı. Övünur-
dü... Buna bir örnek vereyim. Bir çoban çocuğunun türküsünü
dinledikten sonra pek keyifleniyor... Ve tekrar söylesın diye, Bis..
bis diyor. Çoban anlamaymca
bis bis demek tekrar et demek
diye izah ediyor. Çoban tekrar
okuyor. Atatürk çıkanp bir elJi
lira veriyor eline... Çoban para-
yı alıp bakıyor, yüzü gülüyor, bu
sefer de o, Ataturk'e sesleniyor...
Bis bis.. diye. Atatürk dönüp et-
rafına şöyle söylüyor... O Muso-
lini denen adam, Türkler için
ileri geri konuşacağına, bu kü-
çük çobanın hazır cevaplığmı
duysa, Türklerin ne olduğunu
anlar, şasar kalırd) diyor..."
FÜREYA KORAL: Seramik
sanatının büyük ustası. Ata-
türklü günlerin genç kızı. Onun
en yakın arkadaşlarından Kıhç
Ah' ile evlendikten sonra Ata-
türklü gecelerin güzel ve olgun
ev sahibesi:
— Atatörk Izmir'i geri aldı-
ğmda babam orada mevlcii müs- y ö n Ü V İ e b Ü V Ü k
tahkem kumandamolduğuiçin J
. n
. . ..,
onu sık sıkgördura Evlenirken, adam. BuyÜk
babam onun nikâh davetiyeleri- olmak kolay de
m göndermistir. Bizim eve gel- .. .
miştir, Atatürk Lâtife Hammi O m e k
la. Nikâhtan sonra. Çünkü Lâ-
tife Hanım'la annem genç kız-
hkiannda tamşıriarmış.
Ben Kılıç Ali ile evlendikten g ü l e n b i r
sonra Ankara'da oturdum, yer-
leştim. Bu vesile ile daima yakınında bulundum. Fakat, bunların
hiçbirinde ben ağladığını görmedim.
Fakat Küıç Ali'den işituğim bir durum var ki. Çok yakın ar-
kadaşlanndan biri de Nuri Conker'di. Salih Bozok'la birlikte Ata-
türk'ün de uzaktan akrabası oluyordu. Bozok'la Conker akra-
baydı zaten. Nuri Conker'i bilhassa severdi. Benim enfiyem der-
di. Yani kendisıni rahatlatan insan.
Conker, dürust, tok sözlü, tok sesli, duşunduğünu hemen söy-
leyen bir insandı. Gaiiba 1935'lerde, Nurı Conker öldu. Ataturk
Ankara'da değil bir seyahatte idi. Dönduğunde hemen duyurmak
istememişler, sofrada söylerruşler kendisine. Tabii, son derece sar-
sılmış, büyük şok geçirmiş.
Gözlerinden boşanan yaslan, hemen mendili ile kapatrnış, sof-
radan kalkmış. Salih Bozok hemen bozulan, ağlayan biri idi, o,
başlamış hüngür hüngür ağlamaya. Onu görünce bu defa kızar
gibi olmuş, ona çıkışmış, "Sen onun için ağlamıyorsun, kendine
ağlıyorsun. Olumden korktuğun için ağlıyorsun" demis. Atatürk,
her yönuyle büyük adam. Buyuk olmak kolay ucg.il, örnek insan
olmak kolay değil... O, kalbiyle ağlayan ve güien insan..."
Füreya Koral
Atatürk her
değil... O
kalbıyle ağlayan ve