29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 29 EKÎM 1990 "Taçh Hain" Cumhuriyet kolay sayılabilecek koşullar içinde kurulmuş değildir ve bunu Atatürk çok açık bir biçimde ifade edecektir. "Cumhuriyetimiz zayıf değildir. Bedava da kazanılmış değildir. Savunmak için lâzım olan her şeyi yapmaya hazırız" Prof. Dr. TARIK ZAFER TUNAYA "Saltanata alışmış imparatorlar, haşmetpenâh- lar hâkiraiyet-i milliyeden canavar gibi kor- kariar". Bu sözler Erzurum Mebusu (milletvekili) Hü- seyin Avni Bey tarafından saltanatın kaldırılması görüşmelerinde (30.10.1922) söyleniyordu ve ko- nuşmacı "bir inkılâba (devrime) doğru gidiyoruz" diyordu. O gün tstanbul'dan Tevfik Paşa imzalı bir telgraf Ankara Büyük Millet Meclisi'ne gönderilmişti.. Bir sadrazamın bu ka- dar büyük yanlışlıklara düşmesi Meclis'i hem he- yecanlandırmış hem de kızdırmıştı. Ne demekti "Ankara Büyük Millet Meclisi Riyaset-i Celilesi" Bu meclisin adı' Türkiye Büyük Millet Meclisi' idi ve ihtiyar sadrazamın bunu bilmemesi kadar ayıp bir şey olamazdı. Devrim aşamalarının en üstünü böyle başlamıştı. Coşkulu konuşmalar mebuslan saltanatın -o zamanın deyimiyle 'hükümet-i şahsiye"nin- kaldınlmasına kadar gö- türdü ve 600 yıllık saltanat ertesi gün (1-2 Kasım 1922, gece yarısı) birkaç saat içinde kaldırıldı. Tunalı Hilmi Bey'in kullandığı sözcüklerle taç- lı hain'ler artık tarihe gömülüyordu. Maraş Me- busu Hasip Bey'in söylediğı gibi "Biz ölürken on- lar baloya gidiyorlardı". Çünkü Türkler, bu bü- yük atılımlanyla 'isbat-ı istiklâl' (bağunsızlığı ka- nıtlama) sürecindeydiler. Bu süreçte o zamanki -ve bugün de yaşayan- Lloyd George zihniyeti egemen idi. Lloyd George, Türkiye Büyuk Mil- let Meclisi üyelerine göre "îslam mukaddesâtı- na ve Islamiyete karşı şeytandan daha 'şeni' (al- çak) son asrın (yüzyılın) en saldırgan bir kişisi" idi. tstanbul'dakiler de onun zihniyetiyle hare- ket eden yerli işbirlikçileriydi. Vahdettin ve Da- mat Ferit grubunca temsil ediliyorlardı ve diya- logda oldukları Batı, 'Lloyd George Batısı' idi. 'Hâkimiyet-i Halkıyye' Oysa Müdafaa-i Hukukçu'lann düşündükle- ri ve karşılannda görmek istedikleri Baü, bu de- ğildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi, karşısında Türklerin haklannı tanıyan bir Batı istiyordu. Bu Batı'nın karşısma uyarıcı bir söylemle çıkıyordu ve Batı'yı da tarihsel bakımdan hiç affetmiyor- du. Işte Yunus Nadi'nin isyanı: ' "Hayır, Avrupalı efendiler, riyâ ve entrika si- yaseti artık nihayet bulmıış, ve şarkta kendi adı- na 'Yeni Türkiye' diyen yeni bir millet yukselmiş- tir. Siz imparatorluktan bahsetmek istiyorsunuz. Bize o lâzım değil. Siz hilâfetten dem vuruyor- sunuz, biz onun ne olduğunu ve nasıl olacağını bittabi sizden çok iyi biliyoruz. Siz şarkta tama- miyle asri yeni bir Tiirk milleti takarriir etmiş (yerleşmiş) olduğunu ve binaenaleyh sizinle ta- mamiyle mttsavi hukuka malik (eşit haklara sa- hip) yeni bir Türkiye yükseldiğini kabul ediyor musunaz, etmiyor musunuz?.. Işte mesele bura- dadır, ve biitiin inatlarınıza ragmen nihayet bu- nu kabul etmekte muztarsınız (zonınlusunuz)" (Anadoluda Yeni Gün, 7.12.1922). Milli hâkimi>et, halk hâkimiyeti, halk hıikü- meti, halkın saltanatı, milli halk hükümeti ve ni- hayet cumhuriyet... Butün bunlar Türk devrim- cilerinin kendi eserlerini inşa etmek ve korumak için kullandıklan terimlerdi. Biraz ivedi olmuş- tu ama Türklerin ne istedikleri de artık belliydi. Feridun Fikri Bey, Anadolu'da Yeni Gün sütun- iarında bu ideolojinin dile getiricisidir: "... şimdi Anadolu'da bir tek millet var. Bu mil- let vartıgını duyuyor, milliyet seyyalesi (akımı), yeni bir kavim haline is'ad etmiştir (>ukseltmiş- tir). Bu kavmin ifade-i zindesi (canlı ifadesi) olan halk idaresinin zıddına yurumek Anadolu'nun muhtaç olduğu idareden, Anadolu'nun duygu- lannın teraşşuh eden (sızan) şekli tabiisinden (do- ğal biçiminden) tegaful etmektir (habersiz ol- maktır). Anadolu rahen demokratbr ve artık mil- letler camiası (imparatorluk kastediliyor) değil, kendi yurdu içinde inkişaf etmek (gelişmek) is- teyen bir millettir. Bu milletin şekl-i hükümeti de ancak kuvveti floğmdan doğruya sine-yi mil- letten alır bir halk idaresi olabilir. Hâkimiyet-i halkıyye' tekâmül-i hukukîsinde (hukuksa) geli- şiminde) on beş asırda vasıl olduğu (eriştiği) en mesut merhaledir. Mademki o noktaya gelebil- dik, geriye gitmek yoktur." (28.3.1923) Feridun Fikri Bey, başyazısından yapılan bu alıntıda iki gerçek üzerinde duruyordu. Türkle- rin uluslaştığını (milletleştiğini) ve bu sürecin ço- kuluslu bir devlet içinde değil, ancak tekçi bir devlet içinde oluşabileceğini kanıtlamak istiyor- du. Sanki Ziya Gökalp'in bir devamına tanık olu- nuyordu. Cumhuriyet tartışmalan Bu tartışmalar, Lozan sonrası başlamıştır ve başlatan da Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Önemli olan Mustafa Kemal Paşa'nın durumu sanıldığından önce ele alması ve gündeme getir- miş olmasıdır. Tarihsel bir açıdan bakılırsa 'cumhuriyet' bir siyasal rejimin adı olarak, II. Meşrutiyet aydın- larına sempatik gelen bir terim değildi. Hatta on- lar için 'merdûd' (reddedilmiş) bir terimdi. Bu bakımdan hiçbir Meşrutiyet yazan, cumhuriye- ti, Aristo kalıpları içinde iyi ve dejenere olma- mış rejimler arasında saymamıştır. Mustafa Ke- mal Paşa'nın en özgun yönü, bu alanda Meşru- ti>-etçi yoldan ve'inançtan ayrılmış olmasıdır. Ona göre cumhuriyet, saltanatları yıkabilecek kadar güçlü, dinamik bir rejimdir ve halkçı yönüyle bir saltanat yerine geçebilecek değerdedir. Türkiye*nin yakın tarihinde cumhuriyet soru- nu tam bir açıklıkla ortaya konmuştur. Mustafa Kemal Paşa bir Alman gazetecisine (Neue Freie Presse) verdiği demecte, Türkiye tarihinde ilk kez yeni bir siyasal rejimin kurulacağını ve bu yolda anayasa değişiklikleri yapılacağını bir devlet baş- kanı ve bir parti lideri olarak ayrıntılı bir şekil- de haber vermiştir (22.09.1923). Bu demeç memleket içinde, özellikle tstanbul basınında yankılar uyandırmıştır. örneğin Velit (Ebuzziya) ve Lütfi Fikri beyler cumhuriyete kar- şı çok sert ve eleştirel bir tutum izlemişlerdir. Bunlara Hüseyin Cahit Bey gibi Ittihatçı gaze- teciler de değişik bir biçimde katılmışlardır. Tar- tışmalar 'cumhuriyet'in ilanından sonra da şid- detinden bir şey yitirmeyerek devam etmiştir. Lüt- fi Fikri Bey, Meşrutiyet ve cumhuriyet rejimleri- ni karşılaştınrken şu yargıya varacaktır: "... memleketin seviyesi, şahsi tahakkümleri (baskılan) daha tohumda iken izale edebilecek (yok edebilecek) halde olmazsa bu tahakkümler mutlaka zuhur ediyor (ortaya çıkıyor) ve hatta o evvelden beğenilmemiş kaldınlmış tahtlann ye- niden ihyasına (canlandınlmasma) kadar gidili- yor; yahut elyevm (şu anda) birçok Amerika-yı cenubî (Güney Amerika) cumhuriyetlerinde gö- rüldüğü vechile (gibi) mevki-i iktidar en cüret- kâr ve azimli bir generalin yahut bir sivilin elin- de kalıyor, fakat halk yine tahakküm ve istibdat altında inliyor, inliyor!." (Meşrutiyet ve Cumbu- riyet, s. 36). Lütfi Fikri Bey, anayasa hukuku alanında Ba- tılı görüntüsüne karşm burada nesnel (objektif) davranamıyor ve bütün sorun tttihatçıhğm An- kara'da yuvalanmış olduğunu sanmasından do- ğuyordu. Bu da çok büyük bir tarihsel yanılgı idi. Aynı tutuculuk biraz daha 'Şarkh' olan Ve- lit Bey'de de sürecektir. Nitekim başmakalelerin- den birinin başlığı çok sert bir anlam taşır: "Bi- zi Korkutan Kırmızı Cumhuriyet Paçavrası mı- dır?" Hüseyin Cahit Bey'in başlangıçta belirli bir yu- muşakhk içinde sürdürdüğü eleştirilerin cumhu- riyet ilanıyla sertleşmesi de dikkate değer. Tanin başyazarı Islamcı bir kalkanla Ankara'ya hücum ediyor ve onlardan aldığı yanıtlan bir çocukluk anısına dayanarak şöyle karşıhyordu: "... çocukluğumda evimizin kapısından San- dıkburnu dönüşü sarhoşlar geçerdi. Gecenin sü- kûtu (sessizliği) bunların kulaklar tırmalayıcı na- ralan ile yırtılırdı. Şimdi Ankara matbuatının sö- ğüp saymalannı, dünyayı asıp kesmelerini, or- talığı kana bulamalarını, herkesi tehdit etmele- rini gördükçe içimde küçüklükten beri o bedmest (sarhoş) ürperme üksinmesini duyuyorum" (Ta- nin, 6.11.1923) Eski bir lttihatçının su katılmamış bir liberal gibi yanıt vermesi tarihin gerçekten bir cüvesidir. Aynı konu Halk Fırkası içinde de kanşıklık ya- ratmıştır. örneğin Rauf Bey, cumhuriyetin 'er- ken ve gayri mesul eşhas' tarafından yapıldığını ileri sürmüş ve Halk Fırkası grubunda 'sıygaya çekilmiş' ve uzun görüşmeler sonunda, sorun devrimci bir pota içinde eritilmiş, tathya bağlan- mıştır (22.11.1923). Görülüyor ki cumhuriyet kolay sayılabilecek koşullar içinde kurulmuş değildir ve bunu Ata- türk çok açık bir biçimde ifade edecektir: "Cumhuriyetimiz zayıf değildir. Bedava da ka- zamlmış. değildir. Savunmak için lâzım olan her şeyi yapmaya hazınz" (4.12.1923). EVET/HAYIR OKTAYAKBAL 67. Yılda Nereye Gidiyoruz? Türkiye nereye gidiyor? Yanıtı alınması gereken en önemli soru budur: Nereye gi- diyoruz? Ülke yönetiminin başında halkımızın en az beşte dördü- nün benimsemediği bir Cumhurbaşkanı var. En çok yüzde 21'lik bir oya sahıp ANAP Grubu'nun oylarıyla Çankaya'ya çıkmış bir kişi Turgut Özal... Cumhurbaşkanı olmak yetmi- yor, Başbakanlık, Dışişlerı Bakanlığı, parti liderliği gibi gö- revleri de üstlenmiş durumda!.. Anayasa bir yana itilmiş. Tek adam' olarak ülkenin, halkın yazgısını elinde tutuyor. Hükümet üyeleri birbirine girmiş. İktidar partisi depreme tutulmuş gibi sarsıntılar geçiriyor. Hülle partisi kurup DYP'ye geçmek isteyenler önemli bir sayıda. ANAP içinde tutucular bir yanda, liberaller başka bir yanda... Milletvekili olarak la- ikliğe bağlı kalacaklanna ant tçenler nasıl türban savaşrve- riyorlar, görüyorsunuz. Terör olaylarını içten destekledikleri- ni belirten sözleri ister istemez ağızlarından kaçırıyorlar. 'İn- şallah sıra sana gelir' gibi bir dileği yanlışlıkla ağızdan ka- çırmak bile kafalardaki niyetin ne olduğunu belirtmez mi? Ortaya çıkan gerçek, ANAP'ın tam bir dağınıklık içinde ol- duğudur. Ne Akbulut ne de Güzel, Yılmaz gibi kişiler bu pe- rişanlığı önler. ANAP kaçınılmaz bir seçim bozgununu yaşa- yacaktır. Seçim yasasındaki barajları kendi eliyle kaldırmaz- sa ilk genel seçimde TBMM'nde grup kurabilmesi bile zor- laşacaktır. Şöyle böyle sekiz yıl ülkeyi yöneten bir kadronun bir anda ortadan kalkacağını hep birlikte göreceğız. Bay Ev- ren'in 12 Eylül sonrasında meydanlara çıkıp 'yeni politikacı- lan destekleyin, eskileri bırakın' gibilerden öğütleriyle orta- ya çıkan 'yeni ANAP' kadrosunun yıkılması politikada 'yeni- eski' ayrımlarının yapıtemayacağını, önemli olanın nitelik, ki- şilik, halk sevgisi ve üstün beceri olduğunu ortaya çıkarmıştır. Hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan hem Dışişleri Baka- nı görevlerini üstlenen Bay Özal'ın ülkemizi her an bir sava- şa sokabileceğini de unutmamak gerekir. On altı yaşında öğ- rencileri bile 'savaşa hayır' dedikleri için tutuklatan anlayış, ülkemizi, halkımızı tehlikelerle doiu bir serüvene sürükleye- bilecektir. SHP milletvekilli Ekin Dikmen'in Meclis kürsüsün- den okuduğu bildiride denildiği gibi: "Savaş olasılığı bile şim- diden sınırlı olan hak ve özgürlükleri tehlikeye sokmuş, grev- lerin yasaklanmasına, basın ve haber alma özgüriüğünün sal- dırıya uğramasına ve peş peşe zam paketlerinin gelmesine neden olmuştur. Bu savaşa karşı çıkmak her şeyden önce insanlık görevidir. Bu savaş sömürü ve yoksulluk demektir. Bu savaş baskı ve işkencenin artması demektir." Türkiye hiç de iyi bir geleceğe doğru gitmiyor. Bu tehlikeli akışı durdurmanın tek bir çaresi, erken bir seçimle ıktıdarın değiştirilmesidir. Halkımızın 1992'yi bekleyecek direnci yok- tur. Bir sosyal demokrat iktidar mı oluşur, yoksa demokratik ilkelerde anlaşmış bir ortaklık mı yoksa ulusal bir birlik hü- kümeti mi? Ne olursa olsun ANAP çıkmazından, daha doğ- rusu Bay Özal yonetiminden halkımızın en kısa sürede kur- tulması baş koşukjur. Bu gidişin sonu hiç iyi görünmüyor. Yeni bir 12 Mart, 12 Eytül ile karşılaşmamak isteniyorsa demok- rasiden yana güçlerin bir araya gelmesi gerekmektedir. Bu demokrasi savaşında ön yeri SHP'nin alması gerekir. Kendi içindeki tatsızlıkiarı, anlaşmazlıkları bir yana atıp prog- ramına bağlı olarak uğraş vermesi halkımızın umutsuzluğu- nu yenecektir. Halkımız, son SHP kurultayındaki bütünleş- meyi sevinçle karşılamıştır. Türkiye'nin çıkmaz yollara sürük- lenişi ancak Kemalist devrimin temel ilkeleri uygulanarak dur- durulabilir. Bunu on yıla yakın bir zamandır ülke yönetimın- de etkin olan Özal takımı başaramaz. Tarihsel CHP'nin mi- rasına sahip çıkan sosyal demokratlardır ülkeyi çıkmazdan kurtaracakolan... Birkaç partiye bölünmüş olan bu güç belli çizgide bir araya gelebilirse -kişisel inatlaşmalar, hesaplaş- malar, özel çıkar hesapları bir yana itilirse- Türkiyemiz aydınlık bir geleceğe doğru ilerler. Yoksa hiç kuşku duymayalım, kanlı serüvenler, ters maksatlı girişimler, ülkemiz ve halkımız açı- sından hiç de yararlı olmayan sonuçlarla her an karşılaşa- biliriz. Cumhuriyetimizin 67. yılında cumhuriyetle aynı yaşta bir yazarın bu satırları yazmak zorunda kaiması acı. Ama Tevfik Fikret'in dediği gibi "Acı, ama gerçek"... Keııtlilikte Yeni Göstergeler Başlangıçta 12 Eylül'e neredeyse tam bir destek veren halk (12 Eylül Anayasası'nın % 92.5 gibi bir çogunluk tarafından kabullenildiği unutulmamah), 12 Eylül'ün Atatürk karşıtı yüzü ortaya çıktıkça, verdiği desteği geri çekmiş; böylece de Atatürk devrimlerini değil, ama 12 Eylül'ün getirdiklerini tümden reddetmiştir. M.SADIK ASLANKARA de tiyatrosu Sanat Yönetmeni Üzerinden on yıl gibi bir süre geçtikten sonra çok daha iyi görülüyor ki 12 Eylül, aynı zamanda, devietin yeniden yapılanması, güç- lendirilmesi sürecini de başlatmıştır ülkemiz- de. Buyüzden 1980'lerle birlikte devlet iyice merkezileşmiş, bu merkezileşme de yönetimi buvurgan kılmış ve otoriter bir anlayışa gö- türmuştür. Devietin, çağa uygunluk gösterip markeayetçilikteK uzaklaşacağı yerde, mer- keziyetçi bir yapılanmayla gide gide nitelik dej&ştifjnesf; merkezi}ıükümetldkentler ara-* sındaki dengeyi de kentler aleyhine olmak üzere bozmuştur. Öte yandan bu yapı deği- şikliği, ana karakteri "bağımsızlık" ve "öz- gürlük" olan AtatürkçU düşüncenin de 12 Eylül ideolojisi doğrultusunda, yeni baştan biçimlendirilmesini ve yeni bir kalıba dökul- mesini zorunlu kılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması doğ- rultusundaki savaşımda, Anadolu kentlerin- de pek çok kongrenin toplandığı bilindiğine, Anadolu kentlerinden gelen temsilcilerin ka- tılımıyla Mustafa Kemal'in yönetiminde Er- zurum ve Sıvas'ta genel kongreler toplandı- ğ\na göre; kentlilik bilincinin, "bağımsızlık" ve "özgürlük" açısından çok önemli bir işlevi olduğu daha iyi anlaşılmaz mı? Işte bu yüz- den devietin merkeziyetçi bir yapıya oturtu- larak buyurgan bir kimliğe büründürülme- si olgusu ile Atatürkçü düşünce yapısımn içe- riğinin boşaltılması ve kentlilerdeki kentliiik bilincinin köreltilerek yerel yönetimlerin oturduğu temelin kaydınlması olgularını bir- likte değerlendirmek gerekir. 12 Eylül'ü ret İyi de, bu on yılhk sürede, yığınsal olarak halk, 12 Eylül ideolojisininpeşinden mi git- miştir, yoksa ona karşı bir "muhalefet" mi geliştjrmiştir? Başlangıçta 12 Eylül'e, neredeyse tam bir destek veren halk (12 Eylul Anayasası'nın Vo 92.5 gibi bir çogunluk tarafından kabullenil- diği unutulmamah), 12 Eylül'ün Atatürk karşıtı yüzü ortaya çıktıkça, verdiği desteği geri çekmiş; böylece de Atatürk devrimleri- ni değil, ama 12 Eylül'ün getirdiklerini tüm- den reddetmiştir. 1983 seçimlerinde bunu so- mut olarak gösteren halk, 1984 yerel seçim- lerinde bu tepkisini bir kez daha göstermeyi görev bilmiştir. îşte merkezi hükümete karşı yerel yöne- timlerin çevrime (devreye) girişi, böyle bir sü- reçte başlamıştır. Bu durumu, 11 Ekim 1989 günlü bu sütunlarda çıkan yazımda, "1980'lerden sonra ortaya çıkan önemli bir olgu" olarak değerlendirmiştim. Bu yüzden 1980-1990 arasındaki on yıllık dönemi, mer- kezi hükümete karşı yerel yönetimlerin ver- diği kentlilik ve uygarlık savaşı olarak irde- lemek olasıdır. Yerel yönetimler, bu dönemde, özerk yapı- lanma modellerine yönelmiş, üstelik bunu kenttaşlarında kentlilik bilincini geliştirerek de göstermiştir. 12 Eylül sonrasında, özerk bir yapılanmanın modeli olarak gelişen "kül- tür ve sanat şenlikleri"nin, bütün bir Türki- ye yüzeyine apansız bir biçimde yayıhverme- sini buna bağlamak gerekmiyor mu? Dene- bilir ki, kültür ve sanat şenlikleri, 1980'den 90'a ulaştığımız bu süreçte, kentlerin kendi seslerini ve bağımsızlıklannı merkezi hükü- mete duyurabilme etkinliği olarak gerçekleş- miştir. 199O'lı yıllann da yine bu doğrultuda, kent halklarınm kentlilik bilinciyle ve kenttaşlık gösterisi biçiminde geçeceğini şimdiden im- leyen yeni bir sürece girdik. Artık kent halk- lan, merkezi hükümetin, 12Eylül1ebaşlayan aşırı merkeziyetçi totaliter yapısına karşı bu- nu reddeden, bu anlayışa şiddetle karşı koyan bir çoğulculuğu benimsiyor. Kent halklan tekseslilikten değil çokseslilikten yana. Bir zamanlar 12 Eylül'ün Atatürk karşıtı yöne- ticilerini karşılayarak kentlerinin altın anah- tannı vermek için, biraz da zorlamayla yanşa giren belediye başkanlan tek tük yine var bel- ki, ama kentleri ziyaret etmeye yüzleri olma- yan, daha doğrusu >iiz bulamayan yönetici- ler, ibret almacak bir duruma düşmediler mi? Yine bir zamanlar, bol keseden dağıtılan "onursal kenttaşhk"tan, son zamanlarda hiç mi hiç söz edilmeyişi dikkatinizi çekmiyor mu? öte yandan Gökova'da kurulacak termik santrala karşı gösterilen tepkiy l î başlayıp Manyas'a, Sultan Sazlığı'na, Göksu ve Menderes deltalarına merkezi hükümetten çok, kent halklan sahip çıkmıyor mu? Pa- mukkale'nin kararması karşısında kayıtsız kalan merkezi hükümetin ilgisizliğine karşın, Mimsrlar Odası Denizli Temsilciliği'nce dü- zenlenen ve halkın katılımıyla gerçekleşen "Pamukkale'yiKoruyalım, Yaşatahm" sem- pozyumu, yine kenttaşlık bilincinin bir göstergesi sayılmaz mı? Aynı şekilde Antal- ya'nın Zerdalilik Mahallesi'ndeki yüzyıllık çınann kesilmemesi için merkezi hükümetin bundan haberi bile yokken, direnenler ma- halle sakinleri, yani Antalyajı kentta$lar ol- madı mı? Giillü dalyanını denize bağlayan kanallan kapatarak doğal bir felakete yol açacağı gerekçesiyle Bodrum havaalanının yapımına karşı çıkanlar, Bodrumlu kenttaş- lar değil mi? Yaygınlaşan bilinç Bütün bunlan salt "çevredler"e ve "yeşfl- ler"e ya da daha genel olarak bu görüşlere ko- şut görüşleri benimseyen "doğa konıma" derneklerine, gönüllülerine bağlamak —anı- lan bu kuruluşlann işlevselliklerini yadsıma- mak koşuluyla— sorunu tek yarüı ele almak olacaktır. Avcılığı bırakıp doğa gezginliğine soyunurken kentliler; kentlerde kurulan "kent tiyatrolan"nın sayısı her geçen gün ar- tarken (Bakırköy, Salihli, Muğla, Izmir ve Di- yarbakır'ın ardından yenileri de gelecek kuş- kusuz), kentlerde yükselen o çağdaş, o uygar kentlilik bilincini görmemek olası mı? Son olarak Doğu Berlin'deki Pergamon Müzesi'ne giderek, vaktiyle Bcrgama'dan ça- lınmış olan Zeus Sunağı'nı geri isteyen Ber- gama Belediye Başkanı Sefa Taşkın'ın, bu su- nağı isterken söylediği şu sözler, Pergamon'a ve Bergama'ya yakışan bir kentlilik bilincinin yeniden ve çok anlamlı bir göstergesi değil mi? "Bütün Bergama halkı adına Zeus Suna- ğı'nı geri istiyoruz. (...) Zeus Sunağı, Berga- ma kentinin bir parçasıdır!' Daha nice bele- diyelerimizin böylesi tutumu var. "Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa var- dır; o satıh bütün vatandır" diyordu Atatürk. Bu vatanda kentler olduğunu ve bu kentler- de yaşayan, kentlilik bilinci gelişmiş kenttaş- lar bulunduğunu unutmamak gerekiyor! ÖZGÜR Seni zamansız yitirişimizin 1. yılında özlemle kucaklıyoruz. BtLÎK AÜJESİ KUTLAMA Atatürk ilke ve devrimlerinin, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti'nin yılmaz savunucusu. Türk ulusunun CUMHURİYET BAYRAMI kutlu olsun. ÇAGDAŞ YAŞAMIDESTEKLEME DERNEĞİ T.C İSTANBUL ÜNtVERSİTESİ İŞLETME FAKÜLTESİ MUHASEBE ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN MUHASEBE UZMANLIK PROGRAMI (3 Araük 199» - 30 Mayıs 1991) Muhasebe alanında yönetici ve uzmanlann, bağımsız muhasebe denetçiliğinin veya iç denetçüerin yetiştirilmesi, 3568 sayılı "Serbest Muhasebeci Maİi Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik" konulan gereğince yapüacak smavlara ön hazırhk amaçlannı taşıyan bir aka- demik yıl süreli eğitim programıdır. BAŞLICA KONULAR: Fınansal Muhasebe - Maliyet Muhasebesi - Denetim - Yönetim Mu- hasebesi - Muhasebe Organizasyonu - Vergi Hukuku ve Bilgiişlem 1 dir. Progıam içerisinde öğretim yöntemi olarak konferans ve \"ak'a yön- temleri birlikte kullanılmakta ve öğrencilere uygulamaya yönelik ça- Uşmalar yaptınlmaktadır. Son Kayıt T»rihi 19 Kasım 1990'dır. Eğitim, Kurumumuzun Beşiktaş Barbaros Bulvan'ndaki egitim merkezinde yürütülecektir. Diğer Eğitim Programlanmız: Avcılar Kampiis: Temel Muhasebe İlkeleri, Vergi ve Bilgisayar Uy- gulamaları Kursu. Beşiktaş Eğitim Merkezi: 3568 Sayılı "Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik" ve "Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu Gereğince Yapıla- cak Sınavlara Hazırlama Programı. EĞİTtMLE İLGtLİ HER TURLÜ BİLGt İÇİN: "Muhasebe Enstitüsü tstanbul Üniversitesi Avcılar Kampüsü tş- letme Fakültesi Binası AVCILAR - 34854 - İSTANBUL" adresine veya aşağıdaki telefon numaralarma başvurulabilir. Tel.: 590 14 27 Santral'dan 204 - 205 - 206 - 236 590 65 61 Genel Sekreter Basın: 36924 TÜRK KALP VAKFI KALBİNİZ SİZİN İÇİN ÇALIŞIYOR, YA SİZ ?.. Muayene, Teşhis Tedavi, Laboratuvar, Röntgen Tel: 175 12 44/45-148 58 66 OKURLARA. OKAY GÖNENSİN Özgür Basın... / ' ngiliz hükümeti, televizyonun "tarafsızlığını sağlamak için" yeni bir komisyon kurmuş, adı Bağımsız Televizyon Komisyonu. Economist dergisi bu gelişmeleri aktarırken hükümetin "tarafsız" derken aslında "mahcup" bir televizyon istediğini söylüyor. Economist sözünü sakınmıyor: "Çok az politikacı, daha da az hükümet gerçekten özgür bir basın ister" Özgür basın için mücadele dünyanın hiçbir köşesinde sona ermedi. İngiliz gazeteciler de bir yanda büyük yayın tekellerinin basın özgürlüğüne getirebileceği tehlikelere, diğer yanda da "mahcup basın" isteyen siyasal iktidara karşı mücadele etmek zorundalar. Dünyanın bir başka köşesinde ise gazeteciler yaşama haklannı savunmaya çalışıyorlar. Burası Kolombiya, 30 milyon nüfus, kişi başına gelir 1.320 dolar, en önemli güç merkezi uyuşturucu kaçakçıları. Birkaç yıl önce bazı siyasal partiler kaçakçılara karşı savaşa başlayınca yanlarında hemen hemen tüm basını buldutar. Buldular, ama Medellin Karteli adıyla bilinen kaçakçı örgütü hiç demokrat dayranmadı. İşte savaşın basındaki toplam bilançosu: Öldürülen gazeteci sayısı 83, kaçırılan gazeteci sayısı 25. Yalnız 89 yılında savaşın kızıştığı dönemde öldürülen gazeteci sayısı 15. Uyuşturucu mafyası, biraz gerilediği 90 yılı içinde de 5 gazet&ci öldürdü, bunlardan biri BBC'nin muhabiri. Silvia Duzan'ın eşi ve kardeşi, mafyaya karşı en sert mücadeleyi yürüten El Espectador gazetesinde çalışryordu, kendisi de BBC'nin muhabiriydi. Bir köylü birliğinin yöneticilerinin ölüm tehdidi aldığını duymuş, onlarla görüşmeye gitmişti; bir lokantada oturmuş konuşuyorlardı ki içeri giren silahlı kişiler tümünü delik deşik ettiler. Silvia Duzan öldürüldüğünde, Kolombiya gazeteleri birkaç hafta önce bürosundan çıkarken öldürülen radyo müdürü Dominguez'in cinayetini tartışıyordu. Bu cinayet öyküleri böylece uzayıp gider. Ancak ilginç olan, Kolombiya kamuoyunun şiddetten bıkmış bir durgupluk içinde bu cinayetler karşısındaki duyarsızlığı. Yapılan görkemli bir cenaze töreni, kınama bildirileri, üzüntü mesajları.. Sonuçta hiçbir cinayetin sorumlusu yakalanıp cezalandırılmış değil. Kolombiya'nın basın-yayın yaşamı oldukça canlı, toplam tirajlan 1.5 milyonu bulan 13 ulusal gazete, toplam tirajlan 260 bin dolayında 6 haftalık haber dergisi, 11 özel TV kanalı, 428 özel radyo istasyonu ve bunlarda görevli 4 bin gazeteci. Ama bu büyük kalabalık mafya cinayetlehne karşı ortak bir etkin tutum almakta, yöneticileri katilleri ortaya çıkarmaya zorlamakta pek başarılı olamıyor. Yani alışmışlar... • Batı ekonomileri için 1990 yılının eski parlak dönemi yaşatmayacağı tartışılırken 2 ağustosta başlayan Körfez krizinin etkileri hızlı yansımalarını göstermeye başladı. Bu ekonomik geriieme ortamı basın-yayın sektöründe de sert biçimde hissedilir oldu. Gerilemenin en açık ve ürkütücü göstergesi reklam harcamalarındaki düşüşler oldu. ABD'de toplam reklam harcamalan 1988'de % 7.2, 1989'da ise % 5.8 oranında artmıştı; 1990 yılı için en iyimser öngörü % 1 artış beklentisi, ama daha kötümser hesap yapanlar -%1-2 bekliyorlar. İngiltere'de ise basm-yayın sektörü bir panik havasına girdi bile. 1989'da % 10.3 artan reklam harcamalan <Yo 5 gerileyince birçok büyük yayın kuruluşv kriz önlemleri almaya başladı. italya son yıllarda özel televizyonların canlanmasıyla bir reklam patlaması yaşamıştı, ama bu yıl beklenen % 2 geriieme en çok özel TV'cileri düşündürüyor. Fransa'da geçen yıllarda (1988'de % 15.5, 1989'da % 72.9) benzer bir reklam harcamalan artışı yaşamıştı ve 1990 yılına iyimser beklentilerle girmişti; özel TVIer ve büyük rekabet ancak % 9 artması beklenen reklam pastasına fazla ortak çıkmasıyla basın-yayın sektöründe sıkıntılar yaratırken asıl kriz beklentisi 1991'e kaldı. Örneğin Fransız kamu televizyonlan gelecek yıl reklam gelirlerinde % 15 azalma bekliyorlar ve bütçelerini buna göre düzenlediler. Bu kriz havasının Türkiye'ye yansıması da kaçınılmaz görünüyor. VEFAT Emekli albay T&HSİN ULUER'İ trafîk kazasında kaybettik. Cenazesi 30.10.1990 (yann) öğle namazından sonra Fatih Camii'nden kaldınlacak ve Kozlu'ya defnedilecek. AİLESİ Agaç Yaşken Eğilir: 1 Kemal Gökhan Gürses Rıza ZELYUT Öz Kaynaklanna Göre ALEVİLİK• Birinci elden bılgi sahıbı olmak için kaçırılmaz bir fırsat Rıza Zelyut'un kıtabı • Nokta • Zelyut, Alevı felsefesını, kültürünü. tarıhinı "mılıtan bir Alevi savunusuyla" iç tçe anlatıyor. •Tempo • Tarihi belge Alevilik Bildirgesi'nın son şeklı ve son imzalarla . • Dört ayda 4. baskı dağıtıcı ve kıtapçılarda Anadolu Kültürü Yayınlan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle