Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 29 EKÎM 1990
"Taçh Hain"
Cumhuriyet kolay sayılabilecek koşullar içinde kurulmuş değildir ve
bunu Atatürk çok açık bir biçimde ifade edecektir. "Cumhuriyetimiz
zayıf değildir. Bedava da kazanılmış değildir. Savunmak için lâzım
olan her şeyi yapmaya hazırız"
Prof. Dr. TARIK ZAFER TUNAYA
"Saltanata alışmış imparatorlar, haşmetpenâh-
lar hâkiraiyet-i milliyeden canavar gibi kor-
kariar".
Bu sözler Erzurum Mebusu (milletvekili) Hü-
seyin Avni Bey tarafından saltanatın kaldırılması
görüşmelerinde (30.10.1922) söyleniyordu ve ko-
nuşmacı "bir inkılâba (devrime) doğru
gidiyoruz" diyordu. O gün tstanbul'dan Tevfik
Paşa imzalı bir telgraf Ankara Büyük Millet
Meclisi'ne gönderilmişti.. Bir sadrazamın bu ka-
dar büyük yanlışlıklara düşmesi Meclis'i hem he-
yecanlandırmış hem de kızdırmıştı. Ne demekti
"Ankara Büyük Millet Meclisi Riyaset-i Celilesi"
Bu meclisin adı' Türkiye Büyük Millet Meclisi'
idi ve ihtiyar sadrazamın bunu bilmemesi kadar
ayıp bir şey olamazdı. Devrim aşamalarının en
üstünü böyle başlamıştı. Coşkulu konuşmalar
mebuslan saltanatın -o zamanın deyimiyle
'hükümet-i şahsiye"nin- kaldınlmasına kadar gö-
türdü ve 600 yıllık saltanat ertesi gün (1-2 Kasım
1922, gece yarısı) birkaç saat içinde kaldırıldı.
Tunalı Hilmi Bey'in kullandığı sözcüklerle taç-
lı hain'ler artık tarihe gömülüyordu. Maraş Me-
busu Hasip Bey'in söylediğı gibi "Biz ölürken on-
lar baloya gidiyorlardı". Çünkü Türkler, bu bü-
yük atılımlanyla 'isbat-ı istiklâl' (bağunsızlığı ka-
nıtlama) sürecindeydiler. Bu süreçte o zamanki
-ve bugün de yaşayan- Lloyd George zihniyeti
egemen idi. Lloyd George, Türkiye Büyuk Mil-
let Meclisi üyelerine göre "îslam mukaddesâtı-
na ve Islamiyete karşı şeytandan daha 'şeni' (al-
çak) son asrın (yüzyılın) en saldırgan bir kişisi"
idi. tstanbul'dakiler de onun zihniyetiyle hare-
ket eden yerli işbirlikçileriydi. Vahdettin ve Da-
mat Ferit grubunca temsil ediliyorlardı ve diya-
logda oldukları Batı, 'Lloyd George Batısı' idi.
'Hâkimiyet-i Halkıyye'
Oysa Müdafaa-i Hukukçu'lann düşündükle-
ri ve karşılannda görmek istedikleri Baü, bu de-
ğildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi, karşısında
Türklerin haklannı tanıyan bir Batı istiyordu. Bu
Batı'nın karşısma uyarıcı bir söylemle çıkıyordu
ve Batı'yı da tarihsel bakımdan hiç affetmiyor-
du. Işte Yunus Nadi'nin isyanı: '
"Hayır, Avrupalı efendiler, riyâ ve entrika si-
yaseti artık nihayet bulmıış, ve şarkta kendi adı-
na 'Yeni Türkiye' diyen yeni bir millet yukselmiş-
tir. Siz imparatorluktan bahsetmek istiyorsunuz.
Bize o lâzım değil. Siz hilâfetten dem vuruyor-
sunuz, biz onun ne olduğunu ve nasıl olacağını
bittabi sizden çok iyi biliyoruz. Siz şarkta tama-
miyle asri yeni bir Tiirk milleti takarriir etmiş
(yerleşmiş) olduğunu ve binaenaleyh sizinle ta-
mamiyle mttsavi hukuka malik (eşit haklara sa-
hip) yeni bir Türkiye yükseldiğini kabul ediyor
musunaz, etmiyor musunuz?.. Işte mesele bura-
dadır, ve biitiin inatlarınıza ragmen nihayet bu-
nu kabul etmekte muztarsınız (zonınlusunuz)"
(Anadoluda Yeni Gün, 7.12.1922).
Milli hâkimi>et, halk hâkimiyeti, halk hıikü-
meti, halkın saltanatı, milli halk hükümeti ve ni-
hayet cumhuriyet... Butün bunlar Türk devrim-
cilerinin kendi eserlerini inşa etmek ve korumak
için kullandıklan terimlerdi. Biraz ivedi olmuş-
tu ama Türklerin ne istedikleri de artık belliydi.
Feridun Fikri Bey, Anadolu'da Yeni Gün sütun-
iarında bu ideolojinin dile getiricisidir:
"... şimdi Anadolu'da bir tek millet var. Bu mil-
let vartıgını duyuyor, milliyet seyyalesi (akımı),
yeni bir kavim haline is'ad etmiştir (>ukseltmiş-
tir). Bu kavmin ifade-i zindesi (canlı ifadesi) olan
halk idaresinin zıddına yurumek Anadolu'nun
muhtaç olduğu idareden, Anadolu'nun duygu-
lannın teraşşuh eden (sızan) şekli tabiisinden (do-
ğal biçiminden) tegaful etmektir (habersiz ol-
maktır). Anadolu rahen demokratbr ve artık mil-
letler camiası (imparatorluk kastediliyor) değil,
kendi yurdu içinde inkişaf etmek (gelişmek) is-
teyen bir millettir. Bu milletin şekl-i hükümeti
de ancak kuvveti floğmdan doğruya sine-yi mil-
letten alır bir halk idaresi olabilir. Hâkimiyet-i
halkıyye' tekâmül-i hukukîsinde (hukuksa) geli-
şiminde) on beş asırda vasıl olduğu (eriştiği) en
mesut merhaledir. Mademki o noktaya gelebil-
dik, geriye gitmek yoktur." (28.3.1923)
Feridun Fikri Bey, başyazısından yapılan bu
alıntıda iki gerçek üzerinde duruyordu. Türkle-
rin uluslaştığını (milletleştiğini) ve bu sürecin ço-
kuluslu bir devlet içinde değil, ancak tekçi bir
devlet içinde oluşabileceğini kanıtlamak istiyor-
du. Sanki Ziya Gökalp'in bir devamına tanık olu-
nuyordu.
Cumhuriyet tartışmalan
Bu tartışmalar, Lozan sonrası başlamıştır ve
başlatan da Mustafa Kemal Paşa olmuştur.
Önemli olan Mustafa Kemal Paşa'nın durumu
sanıldığından önce ele alması ve gündeme getir-
miş olmasıdır.
Tarihsel bir açıdan bakılırsa 'cumhuriyet' bir
siyasal rejimin adı olarak, II. Meşrutiyet aydın-
larına sempatik gelen bir terim değildi. Hatta on-
lar için 'merdûd' (reddedilmiş) bir terimdi. Bu
bakımdan hiçbir Meşrutiyet yazan, cumhuriye-
ti, Aristo kalıpları içinde iyi ve dejenere olma-
mış rejimler arasında saymamıştır. Mustafa Ke-
mal Paşa'nın en özgun yönü, bu alanda Meşru-
ti>-etçi yoldan ve'inançtan ayrılmış olmasıdır. Ona
göre cumhuriyet, saltanatları yıkabilecek kadar
güçlü, dinamik bir rejimdir ve halkçı yönüyle bir
saltanat yerine geçebilecek değerdedir.
Türkiye*nin yakın tarihinde cumhuriyet soru-
nu tam bir açıklıkla ortaya konmuştur. Mustafa
Kemal Paşa bir Alman gazetecisine (Neue Freie
Presse) verdiği demecte, Türkiye tarihinde ilk kez
yeni bir siyasal rejimin kurulacağını ve bu yolda
anayasa değişiklikleri yapılacağını bir devlet baş-
kanı ve bir parti lideri olarak ayrıntılı bir şekil-
de haber vermiştir (22.09.1923).
Bu demeç memleket içinde, özellikle tstanbul
basınında yankılar uyandırmıştır. örneğin Velit
(Ebuzziya) ve Lütfi Fikri beyler cumhuriyete kar-
şı çok sert ve eleştirel bir tutum izlemişlerdir.
Bunlara Hüseyin Cahit Bey gibi Ittihatçı gaze-
teciler de değişik bir biçimde katılmışlardır. Tar-
tışmalar 'cumhuriyet'in ilanından sonra da şid-
detinden bir şey yitirmeyerek devam etmiştir. Lüt-
fi Fikri Bey, Meşrutiyet ve cumhuriyet rejimleri-
ni karşılaştınrken şu yargıya varacaktır:
"... memleketin seviyesi, şahsi tahakkümleri
(baskılan) daha tohumda iken izale edebilecek
(yok edebilecek) halde olmazsa bu tahakkümler
mutlaka zuhur ediyor (ortaya çıkıyor) ve hatta
o evvelden beğenilmemiş kaldınlmış tahtlann ye-
niden ihyasına (canlandınlmasma) kadar gidili-
yor; yahut elyevm (şu anda) birçok Amerika-yı
cenubî (Güney Amerika) cumhuriyetlerinde gö-
rüldüğü vechile (gibi) mevki-i iktidar en cüret-
kâr ve azimli bir generalin yahut bir sivilin elin-
de kalıyor, fakat halk yine tahakküm ve istibdat
altında inliyor, inliyor!." (Meşrutiyet ve Cumbu-
riyet, s. 36).
Lütfi Fikri Bey, anayasa hukuku alanında Ba-
tılı görüntüsüne karşm burada nesnel (objektif)
davranamıyor ve bütün sorun tttihatçıhğm An-
kara'da yuvalanmış olduğunu sanmasından do-
ğuyordu. Bu da çok büyük bir tarihsel yanılgı
idi. Aynı tutuculuk biraz daha 'Şarkh' olan Ve-
lit Bey'de de sürecektir. Nitekim başmakalelerin-
den birinin başlığı çok sert bir anlam taşır: "Bi-
zi Korkutan Kırmızı Cumhuriyet Paçavrası mı-
dır?"
Hüseyin Cahit Bey'in başlangıçta belirli bir yu-
muşakhk içinde sürdürdüğü eleştirilerin cumhu-
riyet ilanıyla sertleşmesi de dikkate değer. Tanin
başyazarı Islamcı bir kalkanla Ankara'ya hücum
ediyor ve onlardan aldığı yanıtlan bir çocukluk
anısına dayanarak şöyle karşıhyordu:
"... çocukluğumda evimizin kapısından San-
dıkburnu dönüşü sarhoşlar geçerdi. Gecenin sü-
kûtu (sessizliği) bunların kulaklar tırmalayıcı na-
ralan ile yırtılırdı. Şimdi Ankara matbuatının sö-
ğüp saymalannı, dünyayı asıp kesmelerini, or-
talığı kana bulamalarını, herkesi tehdit etmele-
rini gördükçe içimde küçüklükten beri o bedmest
(sarhoş) ürperme üksinmesini duyuyorum" (Ta-
nin, 6.11.1923)
Eski bir lttihatçının su katılmamış bir liberal
gibi yanıt vermesi tarihin gerçekten bir cüvesidir.
Aynı konu Halk Fırkası içinde de kanşıklık ya-
ratmıştır. örneğin Rauf Bey, cumhuriyetin 'er-
ken ve gayri mesul eşhas' tarafından yapıldığını
ileri sürmüş ve Halk Fırkası grubunda 'sıygaya
çekilmiş' ve uzun görüşmeler sonunda, sorun
devrimci bir pota içinde eritilmiş, tathya bağlan-
mıştır (22.11.1923).
Görülüyor ki cumhuriyet kolay sayılabilecek
koşullar içinde kurulmuş değildir ve bunu Ata-
türk çok açık bir biçimde ifade edecektir:
"Cumhuriyetimiz zayıf değildir. Bedava da ka-
zamlmış. değildir. Savunmak için lâzım olan her
şeyi yapmaya hazınz" (4.12.1923).
EVET/HAYIR
OKTAYAKBAL
67. Yılda Nereye Gidiyoruz?
Türkiye nereye gidiyor?
Yanıtı alınması gereken en önemli soru budur: Nereye gi-
diyoruz?
Ülke yönetiminin başında halkımızın en az beşte dördü-
nün benimsemediği bir Cumhurbaşkanı var. En çok yüzde
21'lik bir oya sahıp ANAP Grubu'nun oylarıyla Çankaya'ya
çıkmış bir kişi Turgut Özal... Cumhurbaşkanı olmak yetmi-
yor, Başbakanlık, Dışişlerı Bakanlığı, parti liderliği gibi gö-
revleri de üstlenmiş durumda!.. Anayasa bir yana itilmiş. Tek
adam' olarak ülkenin, halkın yazgısını elinde tutuyor.
Hükümet üyeleri birbirine girmiş. İktidar partisi depreme
tutulmuş gibi sarsıntılar geçiriyor. Hülle partisi kurup DYP'ye
geçmek isteyenler önemli bir sayıda. ANAP içinde tutucular
bir yanda, liberaller başka bir yanda... Milletvekili olarak la-
ikliğe bağlı kalacaklanna ant tçenler nasıl türban savaşrve-
riyorlar, görüyorsunuz. Terör olaylarını içten destekledikleri-
ni belirten sözleri ister istemez ağızlarından kaçırıyorlar. 'İn-
şallah sıra sana gelir' gibi bir dileği yanlışlıkla ağızdan ka-
çırmak bile kafalardaki niyetin ne olduğunu belirtmez mi?
Ortaya çıkan gerçek, ANAP'ın tam bir dağınıklık içinde ol-
duğudur. Ne Akbulut ne de Güzel, Yılmaz gibi kişiler bu pe-
rişanlığı önler. ANAP kaçınılmaz bir seçim bozgununu yaşa-
yacaktır. Seçim yasasındaki barajları kendi eliyle kaldırmaz-
sa ilk genel seçimde TBMM'nde grup kurabilmesi bile zor-
laşacaktır. Şöyle böyle sekiz yıl ülkeyi yöneten bir kadronun
bir anda ortadan kalkacağını hep birlikte göreceğız. Bay Ev-
ren'in 12 Eylül sonrasında meydanlara çıkıp 'yeni politikacı-
lan destekleyin, eskileri bırakın' gibilerden öğütleriyle orta-
ya çıkan 'yeni ANAP' kadrosunun yıkılması politikada 'yeni-
eski' ayrımlarının yapıtemayacağını, önemli olanın nitelik, ki-
şilik, halk sevgisi ve üstün beceri olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan hem Dışişleri Baka-
nı görevlerini üstlenen Bay Özal'ın ülkemizi her an bir sava-
şa sokabileceğini de unutmamak gerekir. On altı yaşında öğ-
rencileri bile 'savaşa hayır' dedikleri için tutuklatan anlayış,
ülkemizi, halkımızı tehlikelerle doiu bir serüvene sürükleye-
bilecektir. SHP milletvekilli Ekin Dikmen'in Meclis kürsüsün-
den okuduğu bildiride denildiği gibi: "Savaş olasılığı bile şim-
diden sınırlı olan hak ve özgürlükleri tehlikeye sokmuş, grev-
lerin yasaklanmasına, basın ve haber alma özgüriüğünün sal-
dırıya uğramasına ve peş peşe zam paketlerinin gelmesine
neden olmuştur. Bu savaşa karşı çıkmak her şeyden önce
insanlık görevidir. Bu savaş sömürü ve yoksulluk demektir.
Bu savaş baskı ve işkencenin artması demektir."
Türkiye hiç de iyi bir geleceğe doğru gitmiyor. Bu tehlikeli
akışı durdurmanın tek bir çaresi, erken bir seçimle ıktıdarın
değiştirilmesidir. Halkımızın 1992'yi bekleyecek direnci yok-
tur. Bir sosyal demokrat iktidar mı oluşur, yoksa demokratik
ilkelerde anlaşmış bir ortaklık mı yoksa ulusal bir birlik hü-
kümeti mi? Ne olursa olsun ANAP çıkmazından, daha doğ-
rusu Bay Özal yonetiminden halkımızın en kısa sürede kur-
tulması baş koşukjur. Bu gidişin sonu hiç iyi görünmüyor. Yeni
bir 12 Mart, 12 Eytül ile karşılaşmamak isteniyorsa demok-
rasiden yana güçlerin bir araya gelmesi gerekmektedir.
Bu demokrasi savaşında ön yeri SHP'nin alması gerekir.
Kendi içindeki tatsızlıkiarı, anlaşmazlıkları bir yana atıp prog-
ramına bağlı olarak uğraş vermesi halkımızın umutsuzluğu-
nu yenecektir. Halkımız, son SHP kurultayındaki bütünleş-
meyi sevinçle karşılamıştır. Türkiye'nin çıkmaz yollara sürük-
lenişi ancak Kemalist devrimin temel ilkeleri uygulanarak dur-
durulabilir. Bunu on yıla yakın bir zamandır ülke yönetimın-
de etkin olan Özal takımı başaramaz. Tarihsel CHP'nin mi-
rasına sahip çıkan sosyal demokratlardır ülkeyi çıkmazdan
kurtaracakolan... Birkaç partiye bölünmüş olan bu güç belli
çizgide bir araya gelebilirse -kişisel inatlaşmalar, hesaplaş-
malar, özel çıkar hesapları bir yana itilirse- Türkiyemiz aydınlık
bir geleceğe doğru ilerler. Yoksa hiç kuşku duymayalım, kanlı
serüvenler, ters maksatlı girişimler, ülkemiz ve halkımız açı-
sından hiç de yararlı olmayan sonuçlarla her an karşılaşa-
biliriz.
Cumhuriyetimizin 67. yılında cumhuriyetle aynı yaşta bir
yazarın bu satırları yazmak zorunda kaiması acı. Ama Tevfik
Fikret'in dediği gibi "Acı, ama gerçek"...
Keııtlilikte Yeni Göstergeler
Başlangıçta 12 Eylül'e neredeyse tam bir destek veren halk (12
Eylül Anayasası'nın % 92.5 gibi bir çogunluk tarafından
kabullenildiği unutulmamah), 12 Eylül'ün Atatürk karşıtı
yüzü ortaya çıktıkça, verdiği desteği geri çekmiş; böylece de
Atatürk devrimlerini değil, ama 12 Eylül'ün getirdiklerini
tümden reddetmiştir.
M.SADIK ASLANKARA de tiyatrosu Sanat Yönetmeni
Üzerinden on yıl gibi bir süre geçtikten
sonra çok daha iyi görülüyor ki 12 Eylül, aynı
zamanda, devietin yeniden yapılanması, güç-
lendirilmesi sürecini de başlatmıştır ülkemiz-
de. Buyüzden 1980'lerle birlikte devlet iyice
merkezileşmiş, bu merkezileşme de yönetimi
buvurgan kılmış ve otoriter bir anlayışa gö-
türmuştür. Devietin, çağa uygunluk gösterip
markeayetçilikteK uzaklaşacağı yerde, mer-
keziyetçi bir yapılanmayla gide gide nitelik
dej&ştifjnesf; merkezi}ıükümetldkentler ara-*
sındaki dengeyi de kentler aleyhine olmak
üzere bozmuştur. Öte yandan bu yapı deği-
şikliği, ana karakteri "bağımsızlık" ve "öz-
gürlük" olan AtatürkçU düşüncenin de 12
Eylül ideolojisi doğrultusunda, yeni baştan
biçimlendirilmesini ve yeni bir kalıba dökul-
mesini zorunlu kılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması doğ-
rultusundaki savaşımda, Anadolu kentlerin-
de pek çok kongrenin toplandığı bilindiğine,
Anadolu kentlerinden gelen temsilcilerin ka-
tılımıyla Mustafa Kemal'in yönetiminde Er-
zurum ve Sıvas'ta genel kongreler toplandı-
ğ\na göre; kentlilik bilincinin, "bağımsızlık"
ve "özgürlük" açısından çok önemli bir işlevi
olduğu daha iyi anlaşılmaz mı? Işte bu yüz-
den devietin merkeziyetçi bir yapıya oturtu-
larak buyurgan bir kimliğe büründürülme-
si olgusu ile Atatürkçü düşünce yapısımn içe-
riğinin boşaltılması ve kentlilerdeki kentliiik
bilincinin köreltilerek yerel yönetimlerin
oturduğu temelin kaydınlması olgularını bir-
likte değerlendirmek gerekir.
12 Eylül'ü ret
İyi de, bu on yılhk sürede, yığınsal olarak
halk, 12 Eylül ideolojisininpeşinden mi git-
miştir, yoksa ona karşı bir "muhalefet" mi
geliştjrmiştir?
Başlangıçta 12 Eylül'e, neredeyse tam bir
destek veren halk (12 Eylul Anayasası'nın Vo
92.5 gibi bir çogunluk tarafından kabullenil-
diği unutulmamah), 12 Eylül'ün Atatürk
karşıtı yüzü ortaya çıktıkça, verdiği desteği
geri çekmiş; böylece de Atatürk devrimleri-
ni değil, ama 12 Eylül'ün getirdiklerini tüm-
den reddetmiştir. 1983 seçimlerinde bunu so-
mut olarak gösteren halk, 1984 yerel seçim-
lerinde bu tepkisini bir kez daha göstermeyi
görev bilmiştir.
îşte merkezi hükümete karşı yerel yöne-
timlerin çevrime (devreye) girişi, böyle bir sü-
reçte başlamıştır. Bu durumu, 11 Ekim 1989
günlü bu sütunlarda çıkan yazımda,
"1980'lerden sonra ortaya çıkan önemli bir
olgu" olarak değerlendirmiştim. Bu yüzden
1980-1990 arasındaki on yıllık dönemi, mer-
kezi hükümete karşı yerel yönetimlerin ver-
diği kentlilik ve uygarlık savaşı olarak irde-
lemek olasıdır.
Yerel yönetimler, bu dönemde, özerk yapı-
lanma modellerine yönelmiş, üstelik bunu
kenttaşlarında kentlilik bilincini geliştirerek
de göstermiştir. 12 Eylül sonrasında, özerk
bir yapılanmanın modeli olarak gelişen "kül-
tür ve sanat şenlikleri"nin, bütün bir Türki-
ye yüzeyine apansız bir biçimde yayıhverme-
sini buna bağlamak gerekmiyor mu? Dene-
bilir ki, kültür ve sanat şenlikleri, 1980'den
90'a ulaştığımız bu süreçte, kentlerin kendi
seslerini ve bağımsızlıklannı merkezi hükü-
mete duyurabilme etkinliği olarak gerçekleş-
miştir.
199O'lı yıllann da yine bu doğrultuda, kent
halklarınm kentlilik bilinciyle ve kenttaşlık
gösterisi biçiminde geçeceğini şimdiden im-
leyen yeni bir sürece girdik. Artık kent halk-
lan, merkezi hükümetin, 12Eylül1ebaşlayan
aşırı merkeziyetçi totaliter yapısına karşı bu-
nu reddeden, bu anlayışa şiddetle karşı koyan
bir çoğulculuğu benimsiyor. Kent halklan
tekseslilikten değil çokseslilikten yana. Bir
zamanlar 12 Eylül'ün Atatürk karşıtı yöne-
ticilerini karşılayarak kentlerinin altın anah-
tannı vermek için, biraz da zorlamayla yanşa
giren belediye başkanlan tek tük yine var bel-
ki, ama kentleri ziyaret etmeye yüzleri olma-
yan, daha doğrusu >iiz bulamayan yönetici-
ler, ibret almacak bir duruma düşmediler mi?
Yine bir zamanlar, bol keseden dağıtılan
"onursal kenttaşhk"tan, son zamanlarda hiç
mi hiç söz edilmeyişi dikkatinizi çekmiyor
mu?
öte yandan Gökova'da kurulacak termik
santrala karşı gösterilen tepkiy
l
î başlayıp
Manyas'a, Sultan Sazlığı'na, Göksu ve
Menderes deltalarına merkezi hükümetten
çok, kent halklan sahip çıkmıyor mu? Pa-
mukkale'nin kararması karşısında kayıtsız
kalan merkezi hükümetin ilgisizliğine karşın,
Mimsrlar Odası Denizli Temsilciliği'nce dü-
zenlenen ve halkın katılımıyla gerçekleşen
"Pamukkale'yiKoruyalım, Yaşatahm" sem-
pozyumu, yine kenttaşlık bilincinin bir
göstergesi sayılmaz mı? Aynı şekilde Antal-
ya'nın Zerdalilik Mahallesi'ndeki yüzyıllık
çınann kesilmemesi için merkezi hükümetin
bundan haberi bile yokken, direnenler ma-
halle sakinleri, yani Antalyajı kentta$lar ol-
madı mı? Giillü dalyanını denize bağlayan
kanallan kapatarak doğal bir felakete yol
açacağı gerekçesiyle Bodrum havaalanının
yapımına karşı çıkanlar, Bodrumlu kenttaş-
lar değil mi?
Yaygınlaşan bilinç
Bütün bunlan salt "çevredler"e ve "yeşfl-
ler"e ya da daha genel olarak bu görüşlere ko-
şut görüşleri benimseyen "doğa konıma"
derneklerine, gönüllülerine bağlamak —anı-
lan bu kuruluşlann işlevselliklerini yadsıma-
mak koşuluyla— sorunu tek yarüı ele almak
olacaktır. Avcılığı bırakıp doğa gezginliğine
soyunurken kentliler; kentlerde kurulan
"kent tiyatrolan"nın sayısı her geçen gün ar-
tarken (Bakırköy, Salihli, Muğla, Izmir ve Di-
yarbakır'ın ardından yenileri de gelecek kuş-
kusuz), kentlerde yükselen o çağdaş, o uygar
kentlilik bilincini görmemek olası mı?
Son olarak Doğu Berlin'deki Pergamon
Müzesi'ne giderek, vaktiyle Bcrgama'dan ça-
lınmış olan Zeus Sunağı'nı geri isteyen Ber-
gama Belediye Başkanı Sefa Taşkın'ın, bu su-
nağı isterken söylediği şu sözler, Pergamon'a
ve Bergama'ya yakışan bir kentlilik bilincinin
yeniden ve çok anlamlı bir göstergesi değil
mi? "Bütün Bergama halkı adına Zeus Suna-
ğı'nı geri istiyoruz. (...) Zeus Sunağı, Berga-
ma kentinin bir parçasıdır!' Daha nice bele-
diyelerimizin böylesi tutumu var.
"Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa var-
dır; o satıh bütün vatandır" diyordu Atatürk.
Bu vatanda kentler olduğunu ve bu kentler-
de yaşayan, kentlilik bilinci gelişmiş kenttaş-
lar bulunduğunu unutmamak gerekiyor!
ÖZGÜR
Seni zamansız yitirişimizin
1. yılında
özlemle kucaklıyoruz.
BtLÎK AÜJESİ
KUTLAMA
Atatürk ilke ve devrimlerinin, demokratik ve laik Türkiye
Cumhuriyeti'nin yılmaz savunucusu. Türk ulusunun
CUMHURİYET BAYRAMI
kutlu olsun.
ÇAGDAŞ YAŞAMIDESTEKLEME
DERNEĞİ
T.C İSTANBUL ÜNtVERSİTESİ
İŞLETME FAKÜLTESİ MUHASEBE
ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN
MUHASEBE UZMANLIK PROGRAMI
(3 Araük 199» - 30 Mayıs 1991)
Muhasebe alanında yönetici ve uzmanlann, bağımsız muhasebe
denetçiliğinin veya iç denetçüerin yetiştirilmesi, 3568 sayılı "Serbest
Muhasebeci Maİi Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik" konulan
gereğince yapüacak smavlara ön hazırhk amaçlannı taşıyan bir aka-
demik yıl süreli eğitim programıdır.
BAŞLICA KONULAR:
Fınansal Muhasebe - Maliyet Muhasebesi - Denetim - Yönetim Mu-
hasebesi - Muhasebe Organizasyonu - Vergi Hukuku ve Bilgiişlem
1
dir.
Progıam içerisinde öğretim yöntemi olarak konferans ve \"ak'a yön-
temleri birlikte kullanılmakta ve öğrencilere uygulamaya yönelik ça-
Uşmalar yaptınlmaktadır.
Son Kayıt T»rihi 19 Kasım 1990'dır.
Eğitim, Kurumumuzun Beşiktaş Barbaros Bulvan'ndaki egitim
merkezinde yürütülecektir.
Diğer Eğitim Programlanmız:
Avcılar Kampiis: Temel Muhasebe İlkeleri, Vergi ve Bilgisayar Uy-
gulamaları Kursu.
Beşiktaş Eğitim Merkezi: 3568 Sayılı "Serbest Muhasebeci Mali
Müşavirlik" ve "Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu Gereğince Yapıla-
cak Sınavlara Hazırlama Programı.
EĞİTtMLE İLGtLİ HER TURLÜ BİLGt İÇİN:
"Muhasebe Enstitüsü tstanbul Üniversitesi Avcılar Kampüsü tş-
letme Fakültesi Binası AVCILAR - 34854 - İSTANBUL" adresine veya
aşağıdaki telefon numaralarma başvurulabilir.
Tel.: 590 14 27 Santral'dan 204 - 205 - 206 - 236
590 65 61 Genel Sekreter
Basın: 36924
TÜRK KALP VAKFI
KALBİNİZ SİZİN İÇİN
ÇALIŞIYOR, YA SİZ ?..
Muayene, Teşhis Tedavi,
Laboratuvar, Röntgen
Tel: 175 12 44/45-148 58 66
OKURLARA.
OKAY GÖNENSİN
Özgür Basın...
/
' ngiliz hükümeti, televizyonun "tarafsızlığını sağlamak
için" yeni bir komisyon kurmuş, adı Bağımsız
Televizyon Komisyonu. Economist dergisi bu
gelişmeleri aktarırken hükümetin "tarafsız" derken
aslında "mahcup" bir televizyon istediğini söylüyor.
Economist sözünü sakınmıyor: "Çok az politikacı, daha
da az hükümet gerçekten özgür bir basın ister" Özgür
basın için mücadele dünyanın hiçbir köşesinde sona
ermedi. İngiliz gazeteciler de bir yanda büyük yayın
tekellerinin basın özgürlüğüne getirebileceği tehlikelere,
diğer yanda da "mahcup basın" isteyen siyasal
iktidara karşı mücadele etmek zorundalar. Dünyanın bir
başka köşesinde ise gazeteciler yaşama haklannı
savunmaya çalışıyorlar. Burası Kolombiya, 30 milyon
nüfus, kişi başına gelir 1.320 dolar, en önemli güç
merkezi uyuşturucu kaçakçıları. Birkaç yıl önce bazı
siyasal partiler kaçakçılara karşı savaşa başlayınca
yanlarında hemen hemen tüm basını buldutar. Buldular,
ama Medellin Karteli adıyla bilinen kaçakçı örgütü hiç
demokrat dayranmadı. İşte savaşın basındaki toplam
bilançosu: Öldürülen gazeteci sayısı 83, kaçırılan
gazeteci sayısı 25. Yalnız 89 yılında savaşın kızıştığı
dönemde öldürülen gazeteci sayısı 15. Uyuşturucu
mafyası, biraz gerilediği 90 yılı içinde de 5 gazet&ci
öldürdü, bunlardan biri BBC'nin muhabiri. Silvia
Duzan'ın eşi ve kardeşi, mafyaya karşı en sert
mücadeleyi yürüten El Espectador gazetesinde
çalışryordu, kendisi de BBC'nin muhabiriydi. Bir köylü
birliğinin yöneticilerinin ölüm tehdidi aldığını duymuş,
onlarla görüşmeye gitmişti; bir lokantada oturmuş
konuşuyorlardı ki içeri giren silahlı kişiler tümünü delik
deşik ettiler. Silvia Duzan öldürüldüğünde, Kolombiya
gazeteleri birkaç hafta önce bürosundan çıkarken
öldürülen radyo müdürü Dominguez'in cinayetini
tartışıyordu. Bu cinayet öyküleri böylece uzayıp gider.
Ancak ilginç olan, Kolombiya kamuoyunun şiddetten
bıkmış bir durgupluk içinde bu cinayetler karşısındaki
duyarsızlığı. Yapılan görkemli bir cenaze töreni, kınama
bildirileri, üzüntü mesajları.. Sonuçta hiçbir cinayetin
sorumlusu yakalanıp cezalandırılmış değil.
Kolombiya'nın basın-yayın yaşamı oldukça canlı, toplam
tirajlan 1.5 milyonu bulan 13 ulusal gazete, toplam
tirajlan 260 bin dolayında 6 haftalık haber dergisi, 11
özel TV kanalı, 428 özel radyo istasyonu ve bunlarda
görevli 4 bin gazeteci. Ama bu büyük kalabalık mafya
cinayetlehne karşı ortak bir etkin tutum almakta,
yöneticileri katilleri ortaya çıkarmaya zorlamakta pek
başarılı olamıyor. Yani alışmışlar...
•
Batı ekonomileri için 1990 yılının eski parlak dönemi
yaşatmayacağı tartışılırken 2 ağustosta başlayan Körfez
krizinin etkileri hızlı yansımalarını göstermeye başladı.
Bu ekonomik geriieme ortamı basın-yayın sektöründe
de sert biçimde hissedilir oldu. Gerilemenin en açık ve
ürkütücü göstergesi reklam harcamalarındaki düşüşler
oldu. ABD'de toplam reklam harcamalan 1988'de %
7.2, 1989'da ise % 5.8 oranında artmıştı; 1990 yılı için
en iyimser öngörü % 1 artış beklentisi, ama daha
kötümser hesap yapanlar -%1-2 bekliyorlar. İngiltere'de
ise basm-yayın sektörü bir panik havasına girdi bile.
1989'da % 10.3 artan reklam harcamalan <Yo 5
gerileyince birçok büyük yayın kuruluşv kriz önlemleri
almaya başladı. italya son yıllarda özel televizyonların
canlanmasıyla bir reklam patlaması yaşamıştı, ama bu
yıl beklenen % 2 geriieme en çok özel TV'cileri
düşündürüyor. Fransa'da geçen yıllarda (1988'de %
15.5, 1989'da % 72.9) benzer bir reklam harcamalan
artışı yaşamıştı ve 1990 yılına iyimser beklentilerle
girmişti; özel TVIer ve büyük rekabet ancak % 9
artması beklenen reklam pastasına fazla ortak
çıkmasıyla basın-yayın sektöründe sıkıntılar yaratırken
asıl kriz beklentisi 1991'e kaldı. Örneğin Fransız kamu
televizyonlan gelecek yıl reklam gelirlerinde % 15
azalma bekliyorlar ve bütçelerini buna göre
düzenlediler. Bu kriz havasının Türkiye'ye yansıması da
kaçınılmaz görünüyor.
VEFAT
Emekli albay
T&HSİN ULUER'İ
trafîk kazasında kaybettik. Cenazesi 30.10.1990 (yann)
öğle namazından sonra Fatih Camii'nden kaldınlacak ve
Kozlu'ya defnedilecek.
AİLESİ
Agaç Yaşken Eğilir: 1
Kemal Gökhan Gürses
Rıza ZELYUT
Öz Kaynaklanna Göre
ALEVİLİK• Birinci elden bılgi sahıbı olmak için kaçırılmaz bir
fırsat Rıza Zelyut'un kıtabı
• Nokta
• Zelyut, Alevı felsefesını, kültürünü. tarıhinı "mılıtan
bir Alevi savunusuyla" iç tçe anlatıyor.
•Tempo
• Tarihi belge Alevilik Bildirgesi'nın son şeklı ve son
imzalarla .
• Dört ayda 4. baskı dağıtıcı ve kıtapçılarda
Anadolu Kültürü Yayınlan