04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURtYET/12 PAZAR YAZILARI 14 EKÎM 1990 BerUrvden Oteki AlmanYONCA ÖZKAYA BERLİN — "Bir zamanlar ikimiz de eşittik... ... kardeşim bâlâ habnnda mı? ... Biz şikâyet etmeden acı çekmek zorundaydık sen ise duygularım dile getirebili- yordun.... ... kardeşim bâiâ hatırında mı? ._Bugün bunlann bepsi geç- mişte kaldı. ... eski dostlannı hatırlamı- yorsun bile... ... Bazen gecenin karanlığın- da kısık bir sesin 'Kardeşim utanmıyor musun?' dedigini dtıyduğun oluyor mu hiç?..." Bu satırlar 1923 yılında kâğı- da dökülmüş. Ünlü Alman şai- ri ve yazarı Kurt Tucholsky san- ki bugün için yazmış bu satırla- n. Dile getirilen, Demokratik Alman vatandaşlannın duygula- n, seslenilen ise Federal Alman kardeşler olabilirdi. Ahnanya'da kim, ne, nasıl, ne uğruna birleşti? Bu soru, tarihi yaşadığının bilincine varanlann aklından geçmiyor sadece. De- mokratik Almanlar da bu soru- ya yanıt anyorlar. Sorulan hoş bir atmosfer içinde kendilerini ziyarete gelenlerle, müşterileriyle birlikte vurgulayanlar da var. Onlarla tesadüfen karşılaştık. Doğu Berlin'i keşfetmeye cahşır- ken. Berlin'in tarihi 18 şehir ka- pısından ayakta kalabilen tek bir tanesi, Brandenburg Kapısı ya- kjnlannda, kocaman yalın bir bina. Bina duvarının bir köşe- sinde, "Ben yeniyim, canlıyım" diye bağıran "Kartoon" amble- mi. Kapı girişinde camekân için- de bir kabare ilanı asıh. "Hepi- miz buna inanmalryız" yazılı ba- şında. Kullanılan Almanca söz- cükler "Bunun bedelini hepimiz ödeyecegiz" anlamına da gelebi- liyor. Altı Demokratik Almanın bir araya gelmesi ile ortaya çıkan kabareli Iokanta 'Kartoon', 16 eylül pazar günü sesini geniş kit- lelere duyurmaya başlamış. Kartoon'un salon duvarlan star perdelerle süslü. Birinde Karl Mara'ın karikatüru çizili. Altyazı şoyle: "Çocuklar kusa- ra bakmayın. Ben sadece öyle- sine düşünmiiştiinı!" Bir diğe- rinde "Yanılmak insanlara öz- giidiir. Ancak 40 yd sürmesi ge- rekmez." Ya da "Bize önce para vermeliydiBiz. O zaman tasannf yapmak dataa zevkli olabilirdi" yazılı. 2 erkek ve 2 kadın garson ka- bare oyuncusunun yardınuyla Demokratik Almanlann "birleş- me"ye nasıl baküğini gördük. Sahnelerdoı> bazıları şöyleydi: Bir Federal Alman işadamı Demokratik Almanlara, piyasa ekonomisinin kurallarım öğret- meye çabalıyor. Elinde bir değ- nek, arkada tahta ve üzerinde "Yöneticilik", "Halkla iüşkiler", "Ortak yatınm" sözcükleri ya- zılı. Her bır sdzcük biz izleyici- ler -D.Almanlar- tarafından tek- rarlanıyor. Ortak yatırun sözcu- ğünün doğru söylenemeyişine karşı Batılı işadamının gerekçe- si hazır: "Böyle bir şeyi bayatı- nızda duymadınız, tabü?" Ar- dından şu sözleri sarf ediyor: "Domuzdan yarış atı olmasını bekleyemezsiniz. Yanş atı olabil- mesi için önce tam bir domuz olması gerekir" Aşçının yerini aldığı sahnede "Nasıl isterdim kazanan tarafın bider olmasını" dileği dışan vu- ruluyor. Tatil hazırhğında bir D.A1- man ailesini üzerinde Avrupa haritası bulunan bir masanın başında gösteren sahnede, "ta- tilerini F.AImanya'da gecirmek istemedikleri" dfle getiriliyor. Örneğin ftalya'ya gidebilirler. Orada kimse dillerinin, F.AI- manya'da konuşulan şivelerden farklı olduğunu anlamayacaktır. Baba, Trabant marka otomobil- •lerini öyle bir boyamıştır ki kim- se aracı bir Porsche*den ayırt edemeyecektir. Marsilyu'dan Genç anılarRAGIP DURAN MARStLYA / AIX EN- PROVENCE — 17 yıl önce bir üniversite öğrencisi Paris'ten Marsilya'ya trenle 11 saatte "inerdi". Şimdi aşırı hızh tren- le 4 saatte Eski Liman'da bulu- yor yolcu kendini. Londra'dan sonra ohh... Akdeniz miskü-amber. Aix'e Budapeşte'den Küçük lokantanın marjinal MEHMET MESTÇt BUDAPEŞTE — Szena Mey- danı'ndaki büyük pazarın bu- lunduğu sokağın karşısında gü- zel bir köşeyi kapmış sevimli bir Iokanta var. İddiasız, gösterişten uzak ve her keseden insana hiz- met verdiği için saygıdeğer. Lokantanın ici küçük bir mutfak, son derece kötü konul- muş bir bar, sıkışık masalar ve bu masaları birbirinden ayıran tahta paravanlardan ibaret mi- nicik, zevksiz bir mekân. Bann arkasındaki Unicune şişeleri utangac, Leh votkaları kederli, Rus şampanyalan suskun. Ma- salarda biriken bira şişeleri ise gururlu ve çirkin. Içilen sigara- lann dumanlan, yapılan lezzet- li yemeklerin yağları kısa süre- de kazakların, gömleklerin içi- ne sinmeye gönüllü. Lokantada çalışan kızcağız gecenin bir sa- ati onu bunu dışarı atmaktan vücudu kas yapmış, güzel yüz- lü gürbüz bir bekâr. Dipte boş dakikalannda hesapları tuttuğu ve arkadaşlanyla kâğıt oynadı- ğı masa daima işlek. Ne olursa olsun Markus Lo- kantası özellikle akşamları ola- bildiğince neşeli, heyecanlı ve gürültülü bir yer. Daimi müşte- rileri yanındaki otogarajda ça- lışan ve her zaman mavi tulum- lanyla bira içmeye gelen birta- kım parlak suratlı, yağlı saçlı, sarkık bıyıklı işçiler. Bunun ya- nında içkiyi fazla kaçınp güzel kızlann yanındaki çirkin oğlan- lara laf atan sarhoşlar, kola içip Françoise Sagan okuyan hüzün- lü genç kızlar ve onca gürültü arasında televizyonda oynayan Tarkovsky'yi seyretmeye çabala- yan bereli üniversite öğrencileri lokantanın ara sıra uğrayan marjinal müşterileri. Markus Lokantası her çeşit insanla beraber olunup her çe- şit insandan keyif alınan bir yer. gitmek için 30 km. yeter. Su ve sanat şehridir Aix. Aynca aris- tokrat ve öğrenci mekânı. Hoş, bizim zamanımızda çiçekli du- varlardan anti emperyalist mi- tinglerin afişleri vardı. Şimdiy- se disko posterleri. Gazeües ög- renci kampusunun kapıcısı Da- ru'el'in saçları dökülmüş. Cours Mirabeau ise tüm ihtişamıyla ayakta. Cezanne'ın eprimiş pardösü- süyle paleti de duruyor olduğu yerde. Ama Aix'in en fiyakalı rozeti 360 gün sırıtan güneşi. Bu şehrin kızlan da şiveleri gibi lay- laylorn. Sanki birileri bana zamanla- ma atraksiyonlan çekiyor. Fran- sa'nın nüfus başına en fazla si- nema koltuğu düşen kenti Aix'te salonun kapısında kocaman bir afiş. "La Gloire De Mon Pere". (Babamın Zaferi) Marcel Pag- nol'un -ki Güney Fransa'nın Balzacı'dır, ünlü romam beyaz- perdeye çıkmış. Galatasaray'da orta ikide mi okumuştuk bu ki- tabı? Üniversite yıllanndan iyi- ce gerilere düşer Pagnol. Sarmı- sak şiveli geniş kalçah kadınlar- la, bıyıklı ve pastis (Bizim rakı- nın Fransızca içileni) düşkünü erkekler. 25 yıldır Aix'te yaşayan arka- daşlar var. İşçiydiler o zaman. İşçiler hâlâ. Öğrenciydiler o za- man. Şimdi öğretim üyeii ol- muşlar. Türkçe, iktisat ya da ethno-music dersleri veriyorlar. Sokağın ortasmda tanıdık bir lisan. Türkçe gazete pkuyorlar ama, Bingöllüler gelmiş Aix'e il- ticacı. Bir de dağ gibi işçi Ali öl- müş. Aix'in galiba ikinci Türk mütevefası. Şimdiki zaman ne âlemde? — Hayrola ne işin var bu- ralarda? — Öyle, gezmeye geldim... — Ne o yoksa öldnrdügün gençliğini mi aramaya gddin Aix'e? "Yoo" dedim. Utangaç ve kendim de inanmadan. Katil hiç gelir mi gençliğini öldürdüğü yere? Filo Ali, Bilader Fevzi, Artiz Ferdi, Pilot Işık ve daha nicele- ri... Sabahlara kadar memleket meseleleri üzerine tartıştığımız gecelerin şafağmda pastanenin fırınından çıkan lokum ay çö- reklerini mideye atmamız. Rue des Verreries'deki pastane çekti adımlanmı. Fırıncının çocuğu kocaman genç kız olmuş. Ben onu tanıdım. O beni tanımadı. Nereden tanısın ki? Gençliğimizi sevimli balta ve yatağanlarla öldürmüştük ora- da. Kan dokülmuştü kan. Dile kolay. Ama güneş pıhtılaşbrma- mışkı dökülen kanı. Aix, "ex" diye yazıldığmda es- ki anlamına gelir. Halbuki, git- tim gördüm, kokladım, tattım. Aix hiç de eski değil. Roma'dan İtalyan kompleksi ve spagettittalya, Dünya Kupası ve AT dönem başkanlığı ile tam bir "imaj tırmanması" yaşarken, Berlin duvarının açılması ile birlikte kendini birden Akdeniz'in diğer ucundaki İspanya gibi biraz dışanda buldu. Körfez krizi de Çizme'yi temelden sarstı. Şimdi Italya'nın 2. sınıf Batı ülkesi durumuna döndüğünü yazanlar çoğaldı. NtLGÜN CERRAHOĞLU ROMA — Türkiye kadar "nlkenin dısardaki imajı" ile ilgili bir diğer ülke varsa o da İtalya olmalı. Uzun yıllar ülkelerinin dışardayalruz spa- getti ve mafya ile özdeşleştirilmiş olmasından ra- hatsızlık duyan ttalyanlar, haklannda başkaja- nnın'ne dediğine büyük ilgi gösteriyorlar. Ör- neğin, Roma'daki yabancı muhabirlerin mafya konusuna gösterdikleri aşırı ilgi, daima Batı baş- kentlerinde görev yapan İtalyan sefırlerinin tep- kisini çekmiştir. Bunlann arasmda hatırlanan en ilginç örneklerden biri '80'li yıllann başında Al- man haftalık dergilerinden "Der Spiegel"in İtal- ya'ya ayırdığı özel sayıyla ilgiliydi. Kapağmda spagetti dolu bir tabağın yanında, çatal, bıçak gibi konmuş tabancalarla çıkan dergi İtalyan başkentinde bir skandal olarak değerlen- dirilmişti. Fakat '80'li yıllarda yaşanan ikinci ekonomik mucize İtalya'ya yeni bir imaj kazandırdı. Bu yıl- larda İtalyan modasının yaptığı sıçrama, "Ma- de in Italy" etiketinin getirdiği prestij ve sağlam paralar arasına katılan İtalyan Lireti'nin gücü, milliyetçı olmayan İtalyanlara alışık olmadıkla- n bir güven verdi. Bu yazbaşında milyonlarca televizyon izleyi- cisinin gözlerini çizmeye çeviren Dünya Kupası da bu "imaj tırmanması"nın son aşaması ola- caktı. İleri teknolojiye sahip, modern, etkin bir İtalya kupanın sağladığı medya olayı ile dünya- ya lanse edilecek; araük ayına dek surecek AT dönem başkanlığı ise bu ülkenin ekonomik gü- cune tekabül eden siyasi ağırlığa artık kavuşma- sını sağlayacaktı. Ne ki Berlin duvarı tüm hesaplan alt üst etti. Almanyalann birleşmesi ile İtalya, kendisini Ak- deniz'in ucundaki diğer yarımada ispanya gibi birdenbire periferide buldu. 3 ekim günü siyasi gözlemciler, İtalya'nın yeni kazanılmış çekim gü- cünden çok şey yitirdiğini fark ettiler. Soğuk savaşın sona ermesi, süper güçler ara- sındaki yumuşama ve Batı'nın en büyük komü- nist partisi sayüan İtalyan komünistlerinin sü- rüklendiği büyük kriz, ABD'nin bu ülkeye gös- terdiği geleneksel ilgiyi azalttı. Bütün bunlar yet- miyormuş gibi İtalya, Körfez krizinde AT do- nem başkanı olarak kendisüıden beklenen siya- si varhğı da gösteremedi. Bu arada İtalya'nın 1992'de kapıya dayanacak olan "Tek Pazar" içinde yer alamayacağını iddia edenler bile çık- maya başladı. Enerjisinin yuzde 80'ini dışardan sağlayan İtalya'nın Körfez krizinin tüm ağırlı- ğını ekonomisi üzerinde hissedeceği, enflasyonun '70'li yıllarda olduğu gibi denetimden çıkacağı vurgulanır oldu. Gene başında felaket haberci- liği yapan yazılar alıp yurüdü. İtalya'nın ikinci sınıf Batı lilkeleri arasına dönmek üzere oldu- ğunu ima eden yazarlar çoğaldı. Ama İtalya'da "imaj" ile "gercek hayat" ara- sında hep var olan uçurum, her zamanki gibi şimdi de geçerliliğini koruyor. Neticede sokak- taki İtalyan bu karamsar tabloya fazla kulak as- mıyor. İtalyardar geleneksel bir kadercilik ve ya- şama karşı daima gösterdiği neşeli oburlukla dukkânları ve lokantaları doldurmaya devam ediyorlar. Nitekim Ulusal İstatistik Enstitüsü'- nün (1STAT) yayımladığı son raporda bol bol tüketen, gonlünce tatil yapan, spor ve eğlence- ye gerektiği gibi vakit ayıran mutlu bir toplumun portresini çiziyor. Örneğin İtalyanlar, 1989'daki kazançlarının yalni2 yüzde 80'ini harcamış, gerisinı tasarruf et- mişler. Geçen iki yüda ev hizmetlerine, iç deko- rasyona, eğlenceye, eğitim ve sağlık maddeleri- ne, kitaba, gazeteye ve televizyona harcanan pa- ralar artmış. Ortalama yaşam beklentisi erkekler için 73, kadınlar için 79'a çıkmış. Çalışmak için ülke dı- şına göç eden İtalyanların sayısı azalmış. Bila- kis İtalya diğer Akdeniz ülkelerinden, Afrika, Asya ve Doğu Avrupa'dan göçmen işçi çeken bir ülkeye dönüşmüş. Kadınların çalışma hayatın- daki ağırlığı artmış. Artık ortalama 1, 3'ten fazla çocuk yapmaz olmuşlar. Evlenmeler azalmış. Yalnız ana ve ço- cak ya da yalnız baba ve çocuktan oluşan aile- ler, toplam ailelerin yuzde 7'sine ulaşmış. Bu ara- da hemen herkes ev (yüzde 72) ve araba (her iki İtalyandan biri) sahibi olmuş. Bu nedenle son Körfez krizinin Italyanlan il- gilendiren tek yönü de benzin fiyatları ile ölçü- lüyor. Litresi 1.5 dolardan satılan benzinle, Av- rupa'da yakıtın en pahalı olduğu ülkeye dönü- şen İtalya'da arabasız kaimak korkusunun ya- nında diğer tüm kaygılar aynntı sayılıyor. hondra'dcaı DianadurulduEDtP EMİL ÖYMEN LONDRA — Prenses Diana ne giyse cıkartsa, moda, çora- bından şapkasma, saçından ete- ğine kadar her şeyi. Pabucun- dan bakısma kadar. Ne de olsa endamlı. Değme mankenlere taş çıkartırcasına. Uzun boy. Ama öyle doma- tes sınğı gibi değil. Her şeyi oranlı. Gözler mavi. Zaten kumralmış. Şimdi buğday başa- ğil, Orta Avrupa'da yaşaması gereken bir düşünür. İngilizlerden düşünür çok es- kiden çıkarmış. Adanın havası suyu farklıymış o zamanlar. Şimdi hepsi felsefe kitaplannda somurtuk birer gravür. On yıl- dır en büyük felsefe hocası ar- tık Thatcher. Prens Charles gibi düşünür- lere, güçlü sosyal vicdanlılara İngiltere adasında yer yok. Di- Prens Charles ve Diana'nın uyuşması mucizeydi. Charles, yaşamın anlamı üzerine kafa yoran, çirkin kent estetiğine savaş açan bir düşünürdü, Diana ise disko ve eğlence merakhsı genç bir kadın. Üstelik arada 13 yaş fark vardı. Ama Diana artık olgunlaşt 1 . Uzun boy. Ama öyle domates sınğı değil. Her şeyi oranlı. Gözler mavi. Zaten kumralmış, şimdi buğday başağı. Prenses Diana, hayatının 30. baharına, evliliğinin 10. yılına girerken hâlâ genç kadınların modeli. Evliliği herkesin dilinde. Ama işin gerçeğini anlayan herhalde çok az. ğı. Kadın modası "mevzun" ol- makla eş anlamlı. Diana mev- zun. Karbonhidratı az, lipidi, şekeri az, bol havuçlu, sebzeli bir mönüden geciyor. Manü, şe- kerpare, kol böreği, makarna- dan değil. Prenses Diana, hayatının 30. baharına, evliliğinin 10. yılına girerken, hâlâ genç kadınların modeli. Evliliği, herkeslerin di- KUVEYT AMS1 — Geçen yıl Diana ve Charles Kuveyt'e gittiklerinde şeyhlerden biri, sedirde tek linde, ama işin gerçeğini anla- başına oturan Diana ile resim çektirmek istemiş. Kalkıp gitmiş yanına ve pat diye de oturmuş, yan her halde çok az. Prens resmini çektirmiş. Olacak iş değil, ama fotoğraflar şahit!.. " Charles çünkü, İngiltere'de de- ana ise kaderini bu düşünüre bağlamış durumda. Uzun süre alışamadı. Aynlacaklar diye ha- berler çıktıydı. Bir ay süreyle çift, ayn adreslerde kaldılar. Birbirlerine ters bakıyorlardı fo- toğraflarda. Diana hoppa, disko merakh- sı, yanına sadece muhafızını alıp orada burada arkadaşlany- la yemek yeme krizi tutan, ba- zen kimselere haber bile verme- den saraydan kaçıp eski arka- daşlannın evlerinde laklak ya- pan, "hayatını yasamak iste- yen" genç bir kadındı. Charles, eciş bücüş binalany- la görüntü kirlenmesi yaratan, ondan sonra da geriye yaslanıp böbürlenen mimarlara savaş açan, çiçekleriyle konuşacak ka- dar ince ruhlu, "Hayatın anla- mı nedir" diye soran genç bir adam. Ne zaman kral olacak? Olsa ne olacak? Üzerinde güneş batmayan imparatorluk değil artık İngiltere. Krallar artık is- kambil kâğıtlannda kaldı. Bunlan düşüne düşüne Char- les, kendi içine kapandıkça, Di- ana açıldı. Charles, spor merak- hsı, Diana insan merakhsı. Charles polo sever, Diana sos- yal hayatı. Uyuşmalan mucizey- di. Diana aynlırsa, Amerikan moda finnalan mankenlik yap- sın diye kaç para vereceklerinin hesabını bile yapmaya başlarmş- lardı. Diana baktı ki bir düşünür ile evli, halini tavnnı değiştirdi. İki de oğlan çocuk doğurdu. Tahta varis de çıkü. O sorun da kalmadı. Birbirlerine ters bakan çiftin, şimdi dudaktan öpüşür resimleri ^n ciddi^jazetelerde, "Bir Kadın Yarattım" mü- zikalindeki çiçekçi kız gibiydi Diana. Hoş, güzel, alımlı, ama ham. Şimdi olgunlaştı. Bir düşünür ile yasamak kolay değil. Hele kendinden 13 yaş büyük bir dü- şünürle. Evliliğindeki gerilim o kadar büyüktü ki bir ara, Dia- na kürdan kadar incelmişti. Şimdi yüzünde huzur okunu- yor. Durumunu kabullendi. Kraliçe, tahttan oğlu için fera- gat ettiğinde de yerini alacak. Modası geçecek. Bübao'dan Aşınan sevgiliye elvedaMİNE G. SAULNIER BİLBAO — Hoşçakal Bilbfo. Aşınan bir sevgiyi, çok giyilmiş bir gömleği çıkarır atar gibi ge- ride bırakıyorum seni. Ne çok manolya vardı sokaklannda. Son zamanlarda kokulan iç ba- yıltıyordu. Hep aynı yere çıkar olmuştu sokaklann. Hoşçakal Nervion nehri. Gü- zelim sulanm kızıla boyayan çe- lik fırınlannın ateşi hiç sönme- sin. Atlas Okyanusu'ndan geçen gemilere şavkısm daha bir yüz- yıl. O gemilerin kimisi Turktür. İber Yanmadası'nm okyanusa açılan sarp kıyılanm aşıp Bilbao lımamnUa s,uıuKİanıriar. Guney Amerika'nın en uç burnu ve dünya denizlerinin en güç done- meci Cap Horn'u geçebilen ge- miciler, tek kulaklarına bir altın halka takarlarmış. Bilbao'ya varan Türk, Rus, Alman ve yetmiş iki ulustan de- nizci ise El Corte sokağının iri memeh", cömert yürekli orospu- lannın oltasına takılırlar. Bilbao'nun Davis kupası kı- lıklı büyük burjuvaları o soka- ğı bilmezler. Adını bile anmak ayıptır "El Corte"nin, Fransız şampanyalarının Cassis şurubu- na kanştınldığı seçkin toplan- tılarda. Davis kupası kılıklı onlar, Nervion nehrinin okyanusa açı- lan geniş ağzındaki İspanyol şa- tolannda otururlar. Bilbao ken- ti, bu nehirle Avrupa'nın en bü- yük doğal limarudır. Kızıl kum- lu plajlarını, tuzlu okyanusun karıştığı tatlı sular döver. O su- lar ki, artık içinde hiçbir canh yaşamamaktadır. O plajlar ki, değil dalgalanna kendini bırak- mak, kumlarında çıplak ayak dolaşmak bile sağlığa sakın- cahdır. Çünkü söz konusu beyzade- ler, kendilerini şatolarda yaşatan kimyasal tezgâhlannı, petrol antma tesislerini ve boya fabri- kalannı o guzelim Nervion neh- rinin başına kurmuşlardır ve o tatlı sulara dakikada 52 metre- küp zehir akıtmaktadırlar. Ner- vion nehri, geçen yüzyıldan be- ri bu safrayı okyanusa kusan bir ZüriKten Körfez'den gelenlerDOĞAN ABALIOĞLU ZÜRİH — Körfez bunalımı her yerde galiba aynı. Birilerini bir şekilde etkiliyor. İsviçre'de yıllann sıfır enflas- yonu artık geçerli değil. Zürih- in eylül endeksi yüzde 6,4. Ban- kalarda para azlığı ipoteklerin artmasına, bunlann kiralara yansımasına, maaşlardaki iste- ğin tırmanmasma, yani ülkemiz- de yıllardır yaşadığımız kısır döngünun içine düşmelerine ne- den oldu. Gerçi oranın çapı küçük, ama ahşılmamış bu düzenin çarpık- lığında bocalıyorlar. Hangi ko- nuların denetimde olması, han- gilerinin serbest piyasa ekono- misine bırakılması görüşleri tar- Parlamentonun çoksesliliği ayn bir olgu. Sanki Bern'de top- lananlar, hiçbir konuda anlaşa- mamak için çeşitli, küçük- büyük partilerden oluşmuş. Acaba bizdeki gibi bunlar da salt maaşları söz konusu edilin- ce hep birlikte ayağa kalkarlar mı? (Not: Isviçre'de evet-hayır, oturan ve kalkanla saptanıyor.) Krizin tek olumlu yönü: Şim- diye kadarki kişi başına yıllık gelir ortalamasmda dünya birin- ciliğinin bir Kuveyt'e bir buraya kaymasının noktalanması. Bay- raİc artık belli bir süre kesin fe- deratifçilerin... Amerika Birleşik Devletleri- nin ille jandarmalığını üstlendiği Ortadoğu ve bizi yönetenlerin (yöneten mi diyelim) ise onun da onunde koşmasımn halkımızı ne duruma getirdiği her gün gaze- telerimızi suslüyor. Gene de bu işi manşetlerden indtrmeme ça- bası, akşamları TV'de boy gös- termeler bir taktik gibime geü- yor. Böylece iç politikaya girme- yecek bir ortam oluşturuluyor. Bu da depolitizasyonun dolaylı türü değil mi? Bizim derdimizin yanında Zü- rihlilerinki şöyle: Borsadaki düşmeler, oynayanlan huzursuz ediyor. Gerçi gerekmedikçe sa- tılmadığından veriler hep kâğıt üzerinde kalıyor, ama yılbaşın- dan bu yana eldeki değerlerin yüzde 30 eksilmesini bilmek, bi- reyin egosundaki zenginlik duy- gulanm sarsıyor. Şanssızlık ıçindeki şansı ise otelciler yaşıyor. Avrupa'da Arap Yarımadası'ndan en çok gelinen yerler bugüne kadar Londra ve Cenevre'dir denilir- ken, bu kez Zürih de sayılmaya başlandı. kubur ağzından başka bır şey değildir artık. Ve Davis kupası Rılıkhlar ve onlann torunlan, istiridye kabu- ğunu andıran teraslanndan ken- di yarattıklan bu iğrençliği sey- rederler şaşkınlıkla. Onlara lüks bir yaşam sağlamak için kuru- lan tezgâhlar, sonunda kendile- rini de içine alan bir pislik ka- fesi olarak üstlerine kapan- mıştu-. Yüzbinlerce işçiyi çalıştıran bu tesisler durdunılamaz. Her yıl, onlarca insan nedeni belir- lenemeyen hastakklardan ölür Bilbao'da. Çevre zehirlenmesi, zengin yoksul dinlemez. Arada bır patronlar da kurban gıder cı- valı sulara, kurşun yüklü hava- ya. Astım ve karaciğer hastalık- ları, Bask ülkesindeki ölümler- de birinci sırayı almaktadır. Bir yüzyıl sonra geriye, belki de yalnızca El Corte kahr Bil- bao'dan. O sokağın yamru yum- ru insanlan dayanıklıdır. Okya- nusun dağlara çıktığı rüzgârh bir akşam vakti, cüce laternacı yi- ne "Bilbao Rıhtımlan" şarkısı- m çalacaktır o salaş tavernanın önünde. Arada bir durup derin derin öksürür, ama dayanır. Sa- at tam onda, Sinyora Trini gelir tavernaya. İri gövdesi ve süzgün gözleriyle toy denizciler ara- maktadır. Tavernaya girmeden, laterna- cının kutusu üstüne 100 peseta koyar. Bu parayı koymazsa, o gece işlerin kesat olacağına inanmıştır. Trini adı; tsa, anası Meryem ve babası Tann'yı özet- leyen kutsal ittifak Trinidad'ın kısaltılmışıdır. Hoşçakal Bilbao. Bir daha hiç görmeyeceğim seni. Hiç özleme- yeceğim. Ama yine de daha bir yüzyıl okyanusa şavkısm, yük- sek çelik fınnlarınm alevi. O fı- rınlarda dostlanm var. Ama se- ninle işimiz bitti. New York'tan HızlışahlarNew York'ta merkezi meydanların ayrılmaz bir parçası hızlı sokak satrancıdır. Karpov- Kasparov maçı nedeniyle patlama yapan bu oyun teke tek basketbola benzer. Bol gürültülü, küfürlü, hızlı hamlelerde sinirlenip hata yapan hem partiyi hem dolarlan kaybeder. ŞEBNEM ATtYAS NEW YORK — Güneşli öğ- leden sonralan, New York'ta köşe başlanndaki küçük bas- ketbol sahaları kadar satranç masalannın başı da kalabalık- tır.-42. Sokak'tan, Central Park'a, Broadvvay'den Villa- ge'e dek her yerde ustü hemen hemen tümüyle grafıti ile kaplı beton ya da tahta satranç ma- salannda bir dolara en hızh oynayan kazanır. Oyunun derin biigisinden çok önemli olan bol küfür, gü- rültü, hız ve sinirlenip karşıhk- h atışmaya tahammüllü ol- maktır, dolayısıyla satranç New York'ta teke tek basket- bolun bir vechesi olarak göriı- lebilir. En hızh satranç oyun- culan da çoğunlukla evsizler- dir. New York'un eskilere daya- nan satranç geleneği, 1907'den ben ilk kez kente dönen dün- ya satranç şampiyonası ile de- ğişik bir havaya büründü. Bü- tün açıkhava satranç masala- nmn müdavimleri rap müziği eşliğinde karşılıklı atışmalan- na Karpov-Kasparov maçla- rından hamlelerin analizini de katmayı eksik etmiyorlar. Zengin bölgelerdeki satranç kuluplerinde dünya şampiyo- nasındaki hamleler inceleni- yor. Üzerinde çeşitli tartışma- lar yapılıyor. Yapılan hamle- den sonraki olasıbklar üzerine konferanslar veriliyor. Eski satranççılar her za- manki gibi derin bir roman- tizm ile ceviz masalı, kırmızı deri koltuklu tipik satranç ku- lüplerinin özlemini dile getiri- yorlar. Game Room, Chess City, Rusalinos Chess Station, Time Square Chess, Checkers Clup. Bu kulüpler çoğunluk- la ga>Tİ menkul spekülasyonu ile daha fazla gelir getiren sos- yal yapüara dönüşmüş durum- da. Örneğin özellikle 42. So- kak'ta üzerindekiler şimdi porno film ve canh gösteri merkezleri olarak çok daha fazla müşteri çekiyorlar. New York tipi hızh satranç- ta genellikle her oyuncunun hamle için süresi beş dakika. Açık hava satranç masalann- da parkın en azılı uyuştunıcu satıcıları ile hanım harumcık, çoluklu çocukJu ev kadınlan- nı, zengin bankerleri, filosof evsizleri karşı karşıya oturmuş hamle düşünürken görmek mümkundür. Kimileri sürekli kaybedenlerdendir. Bir cep dolusu para ile gelip metelik- siz aynhrlar ama ertesi gün ay- nı şekilde yine bir cep dolusu par» ile oradadırlar. Sokak masalarındaki sat- ranççılar yan Musevi yan Er- meni olan ve Ermenistan'da- ki olaylar nedeniyle uzun sü- redir Ermenistan'a döneme- yen Kasparov'u destekliyor. Kasparov'un dünya şampi- yonluğunun yanı sıra siyasi görüşleri de sempati topluyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle