Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURtYET/12 PAZAR YAZILARI 14 EKÎM 1990
BerUrvden
Oteki
AlmanYONCA ÖZKAYA
BERLİN — "Bir zamanlar
ikimiz de eşittik...
... kardeşim bâlâ habnnda
mı?
... Biz şikâyet etmeden acı
çekmek zorundaydık sen ise
duygularım dile getirebili-
yordun....
... kardeşim bâiâ hatırında
mı?
._Bugün bunlann bepsi geç-
mişte kaldı.
... eski dostlannı hatırlamı-
yorsun bile...
... Bazen gecenin karanlığın-
da kısık bir sesin 'Kardeşim
utanmıyor musun?' dedigini
dtıyduğun oluyor mu hiç?..."
Bu satırlar 1923 yılında kâğı-
da dökülmüş. Ünlü Alman şai-
ri ve yazarı Kurt Tucholsky san-
ki bugün için yazmış bu satırla-
n. Dile getirilen, Demokratik
Alman vatandaşlannın duygula-
n, seslenilen ise Federal Alman
kardeşler olabilirdi.
Ahnanya'da kim, ne, nasıl, ne
uğruna birleşti? Bu soru, tarihi
yaşadığının bilincine varanlann
aklından geçmiyor sadece. De-
mokratik Almanlar da bu soru-
ya yanıt anyorlar. Sorulan hoş
bir atmosfer içinde kendilerini
ziyarete gelenlerle, müşterileriyle
birlikte vurgulayanlar da var.
Onlarla tesadüfen karşılaştık.
Doğu Berlin'i keşfetmeye cahşır-
ken. Berlin'in tarihi 18 şehir ka-
pısından ayakta kalabilen tek bir
tanesi, Brandenburg Kapısı ya-
kjnlannda, kocaman yalın bir
bina. Bina duvarının bir köşe-
sinde, "Ben yeniyim, canlıyım"
diye bağıran "Kartoon" amble-
mi. Kapı girişinde camekân için-
de bir kabare ilanı asıh. "Hepi-
miz buna inanmalryız" yazılı ba-
şında. Kullanılan Almanca söz-
cükler "Bunun bedelini hepimiz
ödeyecegiz" anlamına da gelebi-
liyor.
Altı Demokratik Almanın bir
araya gelmesi ile ortaya çıkan
kabareli Iokanta 'Kartoon', 16
eylül pazar günü sesini geniş kit-
lelere duyurmaya başlamış.
Kartoon'un salon duvarlan
star perdelerle süslü. Birinde
Karl Mara'ın karikatüru çizili.
Altyazı şoyle: "Çocuklar kusa-
ra bakmayın. Ben sadece öyle-
sine düşünmiiştiinı!" Bir diğe-
rinde "Yanılmak insanlara öz-
giidiir. Ancak 40 yd sürmesi ge-
rekmez." Ya da "Bize önce para
vermeliydiBiz. O zaman tasannf
yapmak dataa zevkli olabilirdi"
yazılı.
2 erkek ve 2 kadın garson ka-
bare oyuncusunun yardınuyla
Demokratik Almanlann "birleş-
me"ye nasıl baküğini gördük.
Sahnelerdoı> bazıları şöyleydi:
Bir Federal Alman işadamı
Demokratik Almanlara, piyasa
ekonomisinin kurallarım öğret-
meye çabalıyor. Elinde bir değ-
nek, arkada tahta ve üzerinde
"Yöneticilik", "Halkla iüşkiler",
"Ortak yatınm" sözcükleri ya-
zılı. Her bır sdzcük biz izleyici-
ler -D.Almanlar- tarafından tek-
rarlanıyor. Ortak yatırun sözcu-
ğünün doğru söylenemeyişine
karşı Batılı işadamının gerekçe-
si hazır: "Böyle bir şeyi bayatı-
nızda duymadınız, tabü?" Ar-
dından şu sözleri sarf ediyor:
"Domuzdan yarış atı olmasını
bekleyemezsiniz. Yanş atı olabil-
mesi için önce tam bir domuz
olması gerekir"
Aşçının yerini aldığı sahnede
"Nasıl isterdim kazanan tarafın
bider olmasını" dileği dışan vu-
ruluyor.
Tatil hazırhğında bir D.A1-
man ailesini üzerinde Avrupa
haritası bulunan bir masanın
başında gösteren sahnede, "ta-
tilerini F.AImanya'da gecirmek
istemedikleri" dfle getiriliyor.
Örneğin ftalya'ya gidebilirler.
Orada kimse dillerinin, F.AI-
manya'da konuşulan şivelerden
farklı olduğunu anlamayacaktır.
Baba, Trabant marka otomobil-
•lerini öyle bir boyamıştır ki kim-
se aracı bir Porsche*den ayırt
edemeyecektir.
Marsilyu'dan
Genç anılarRAGIP DURAN
MARStLYA / AIX EN-
PROVENCE — 17 yıl önce bir
üniversite öğrencisi Paris'ten
Marsilya'ya trenle 11 saatte
"inerdi". Şimdi aşırı hızh tren-
le 4 saatte Eski Liman'da bulu-
yor yolcu kendini. Londra'dan
sonra ohh...
Akdeniz miskü-amber. Aix'e
Budapeşte'den
Küçük
lokantanın
marjinal
MEHMET MESTÇt
BUDAPEŞTE — Szena Mey-
danı'ndaki büyük pazarın bu-
lunduğu sokağın karşısında gü-
zel bir köşeyi kapmış sevimli bir
Iokanta var. İddiasız, gösterişten
uzak ve her keseden insana hiz-
met verdiği için saygıdeğer.
Lokantanın ici küçük bir
mutfak, son derece kötü konul-
muş bir bar, sıkışık masalar ve
bu masaları birbirinden ayıran
tahta paravanlardan ibaret mi-
nicik, zevksiz bir mekân. Bann
arkasındaki Unicune şişeleri
utangac, Leh votkaları kederli,
Rus şampanyalan suskun. Ma-
salarda biriken bira şişeleri ise
gururlu ve çirkin. Içilen sigara-
lann dumanlan, yapılan lezzet-
li yemeklerin yağları kısa süre-
de kazakların, gömleklerin içi-
ne sinmeye gönüllü. Lokantada
çalışan kızcağız gecenin bir sa-
ati onu bunu dışarı atmaktan
vücudu kas yapmış, güzel yüz-
lü gürbüz bir bekâr. Dipte boş
dakikalannda hesapları tuttuğu
ve arkadaşlanyla kâğıt oynadı-
ğı masa daima işlek.
Ne olursa olsun Markus Lo-
kantası özellikle akşamları ola-
bildiğince neşeli, heyecanlı ve
gürültülü bir yer. Daimi müşte-
rileri yanındaki otogarajda ça-
lışan ve her zaman mavi tulum-
lanyla bira içmeye gelen birta-
kım parlak suratlı, yağlı saçlı,
sarkık bıyıklı işçiler. Bunun ya-
nında içkiyi fazla kaçınp güzel
kızlann yanındaki çirkin oğlan-
lara laf atan sarhoşlar, kola içip
Françoise Sagan okuyan hüzün-
lü genç kızlar ve onca gürültü
arasında televizyonda oynayan
Tarkovsky'yi seyretmeye çabala-
yan bereli üniversite öğrencileri
lokantanın ara sıra uğrayan
marjinal müşterileri.
Markus Lokantası her çeşit
insanla beraber olunup her çe-
şit insandan keyif alınan bir yer.
gitmek için 30 km. yeter. Su ve
sanat şehridir Aix. Aynca aris-
tokrat ve öğrenci mekânı. Hoş,
bizim zamanımızda çiçekli du-
varlardan anti emperyalist mi-
tinglerin afişleri vardı. Şimdiy-
se disko posterleri. Gazeües ög-
renci kampusunun kapıcısı Da-
ru'el'in saçları dökülmüş. Cours
Mirabeau ise tüm ihtişamıyla
ayakta.
Cezanne'ın eprimiş pardösü-
süyle paleti de duruyor olduğu
yerde. Ama Aix'in en fiyakalı
rozeti 360 gün sırıtan güneşi. Bu
şehrin kızlan da şiveleri gibi lay-
laylorn.
Sanki birileri bana zamanla-
ma atraksiyonlan çekiyor. Fran-
sa'nın nüfus başına en fazla si-
nema koltuğu düşen kenti Aix'te
salonun kapısında kocaman bir
afiş. "La Gloire De Mon Pere".
(Babamın Zaferi) Marcel Pag-
nol'un -ki Güney Fransa'nın
Balzacı'dır, ünlü romam beyaz-
perdeye çıkmış. Galatasaray'da
orta ikide mi okumuştuk bu ki-
tabı? Üniversite yıllanndan iyi-
ce gerilere düşer Pagnol. Sarmı-
sak şiveli geniş kalçah kadınlar-
la, bıyıklı ve pastis (Bizim rakı-
nın Fransızca içileni) düşkünü
erkekler.
25 yıldır Aix'te yaşayan arka-
daşlar var. İşçiydiler o zaman.
İşçiler hâlâ. Öğrenciydiler o za-
man. Şimdi öğretim üyeii ol-
muşlar. Türkçe, iktisat ya da
ethno-music dersleri veriyorlar.
Sokağın ortasmda tanıdık bir
lisan. Türkçe gazete pkuyorlar
ama, Bingöllüler gelmiş Aix'e il-
ticacı. Bir de dağ gibi işçi Ali öl-
müş. Aix'in galiba ikinci Türk
mütevefası. Şimdiki zaman ne
âlemde?
— Hayrola ne işin var bu-
ralarda?
— Öyle, gezmeye geldim...
— Ne o yoksa öldnrdügün
gençliğini mi aramaya gddin
Aix'e?
"Yoo" dedim. Utangaç ve
kendim de inanmadan. Katil hiç
gelir mi gençliğini öldürdüğü
yere?
Filo Ali, Bilader Fevzi, Artiz
Ferdi, Pilot Işık ve daha nicele-
ri... Sabahlara kadar memleket
meseleleri üzerine tartıştığımız
gecelerin şafağmda pastanenin
fırınından çıkan lokum ay çö-
reklerini mideye atmamız. Rue
des Verreries'deki pastane çekti
adımlanmı. Fırıncının çocuğu
kocaman genç kız olmuş. Ben
onu tanıdım. O beni tanımadı.
Nereden tanısın ki?
Gençliğimizi sevimli balta ve
yatağanlarla öldürmüştük ora-
da. Kan dokülmuştü kan. Dile
kolay. Ama güneş pıhtılaşbrma-
mışkı dökülen kanı.
Aix, "ex" diye yazıldığmda es-
ki anlamına gelir. Halbuki, git-
tim gördüm, kokladım, tattım.
Aix hiç de eski değil.
Roma'dan
İtalyan kompleksi ve spagettittalya, Dünya Kupası ve AT
dönem başkanlığı ile tam bir
"imaj tırmanması" yaşarken,
Berlin duvarının açılması ile
birlikte kendini birden Akdeniz'in
diğer ucundaki İspanya gibi biraz
dışanda buldu. Körfez krizi de
Çizme'yi temelden sarstı. Şimdi
Italya'nın 2. sınıf Batı ülkesi
durumuna döndüğünü yazanlar
çoğaldı.
NtLGÜN CERRAHOĞLU
ROMA — Türkiye kadar "nlkenin dısardaki
imajı" ile ilgili bir diğer ülke varsa o da İtalya
olmalı. Uzun yıllar ülkelerinin dışardayalruz spa-
getti ve mafya ile özdeşleştirilmiş olmasından ra-
hatsızlık duyan ttalyanlar, haklannda başkaja-
nnın'ne dediğine büyük ilgi gösteriyorlar. Ör-
neğin, Roma'daki yabancı muhabirlerin mafya
konusuna gösterdikleri aşırı ilgi, daima Batı baş-
kentlerinde görev yapan İtalyan sefırlerinin tep-
kisini çekmiştir. Bunlann arasmda hatırlanan en
ilginç örneklerden biri '80'li yıllann başında Al-
man haftalık dergilerinden "Der Spiegel"in İtal-
ya'ya ayırdığı özel sayıyla ilgiliydi.
Kapağmda spagetti dolu bir tabağın yanında,
çatal, bıçak gibi konmuş tabancalarla çıkan dergi
İtalyan başkentinde bir skandal olarak değerlen-
dirilmişti.
Fakat '80'li yıllarda yaşanan ikinci ekonomik
mucize İtalya'ya yeni bir imaj kazandırdı. Bu yıl-
larda İtalyan modasının yaptığı sıçrama, "Ma-
de in Italy" etiketinin getirdiği prestij ve sağlam
paralar arasına katılan İtalyan Lireti'nin gücü,
milliyetçı olmayan İtalyanlara alışık olmadıkla-
n bir güven verdi.
Bu yazbaşında milyonlarca televizyon izleyi-
cisinin gözlerini çizmeye çeviren Dünya Kupası
da bu "imaj tırmanması"nın son aşaması ola-
caktı. İleri teknolojiye sahip, modern, etkin bir
İtalya kupanın sağladığı medya olayı ile dünya-
ya lanse edilecek; araük ayına dek surecek AT
dönem başkanlığı ise bu ülkenin ekonomik gü-
cune tekabül eden siyasi ağırlığa artık kavuşma-
sını sağlayacaktı.
Ne ki Berlin duvarı tüm hesaplan alt üst etti.
Almanyalann birleşmesi ile İtalya, kendisini Ak-
deniz'in ucundaki diğer yarımada ispanya gibi
birdenbire periferide buldu. 3 ekim günü siyasi
gözlemciler, İtalya'nın yeni kazanılmış çekim gü-
cünden çok şey yitirdiğini fark ettiler.
Soğuk savaşın sona ermesi, süper güçler ara-
sındaki yumuşama ve Batı'nın en büyük komü-
nist partisi sayüan İtalyan komünistlerinin sü-
rüklendiği büyük kriz, ABD'nin bu ülkeye gös-
terdiği geleneksel ilgiyi azalttı. Bütün bunlar yet-
miyormuş gibi İtalya, Körfez krizinde AT do-
nem başkanı olarak kendisüıden beklenen siya-
si varhğı da gösteremedi. Bu arada İtalya'nın
1992'de kapıya dayanacak olan "Tek Pazar"
içinde yer alamayacağını iddia edenler bile çık-
maya başladı. Enerjisinin yuzde 80'ini dışardan
sağlayan İtalya'nın Körfez krizinin tüm ağırlı-
ğını ekonomisi üzerinde hissedeceği, enflasyonun
'70'li yıllarda olduğu gibi denetimden çıkacağı
vurgulanır oldu. Gene başında felaket haberci-
liği yapan yazılar alıp yurüdü. İtalya'nın ikinci
sınıf Batı lilkeleri arasına dönmek üzere oldu-
ğunu ima eden yazarlar çoğaldı.
Ama İtalya'da "imaj" ile "gercek hayat" ara-
sında hep var olan uçurum, her zamanki gibi
şimdi de geçerliliğini koruyor. Neticede sokak-
taki İtalyan bu karamsar tabloya fazla kulak as-
mıyor. İtalyardar geleneksel bir kadercilik ve ya-
şama karşı daima gösterdiği neşeli oburlukla
dukkânları ve lokantaları doldurmaya devam
ediyorlar. Nitekim Ulusal İstatistik Enstitüsü'-
nün (1STAT) yayımladığı son raporda bol bol
tüketen, gonlünce tatil yapan, spor ve eğlence-
ye gerektiği gibi vakit ayıran mutlu bir toplumun
portresini çiziyor.
Örneğin İtalyanlar, 1989'daki kazançlarının
yalni2 yüzde 80'ini harcamış, gerisinı tasarruf et-
mişler. Geçen iki yüda ev hizmetlerine, iç deko-
rasyona, eğlenceye, eğitim ve sağlık maddeleri-
ne, kitaba, gazeteye ve televizyona harcanan pa-
ralar artmış.
Ortalama yaşam beklentisi erkekler için 73,
kadınlar için 79'a çıkmış. Çalışmak için ülke dı-
şına göç eden İtalyanların sayısı azalmış. Bila-
kis İtalya diğer Akdeniz ülkelerinden, Afrika,
Asya ve Doğu Avrupa'dan göçmen işçi çeken bir
ülkeye dönüşmüş. Kadınların çalışma hayatın-
daki ağırlığı artmış.
Artık ortalama 1, 3'ten fazla çocuk yapmaz
olmuşlar. Evlenmeler azalmış. Yalnız ana ve ço-
cak ya da yalnız baba ve çocuktan oluşan aile-
ler, toplam ailelerin yuzde 7'sine ulaşmış. Bu ara-
da hemen herkes ev (yüzde 72) ve araba (her iki
İtalyandan biri) sahibi olmuş.
Bu nedenle son Körfez krizinin Italyanlan il-
gilendiren tek yönü de benzin fiyatları ile ölçü-
lüyor. Litresi 1.5 dolardan satılan benzinle, Av-
rupa'da yakıtın en pahalı olduğu ülkeye dönü-
şen İtalya'da arabasız kaimak korkusunun ya-
nında diğer tüm kaygılar aynntı sayılıyor.
hondra'dcaı
DianadurulduEDtP EMİL ÖYMEN
LONDRA — Prenses Diana
ne giyse cıkartsa, moda, çora-
bından şapkasma, saçından ete-
ğine kadar her şeyi. Pabucun-
dan bakısma kadar. Ne de olsa
endamlı. Değme mankenlere taş
çıkartırcasına.
Uzun boy. Ama öyle doma-
tes sınğı gibi değil. Her şeyi
oranlı. Gözler mavi. Zaten
kumralmış. Şimdi buğday başa-
ğil, Orta Avrupa'da yaşaması
gereken bir düşünür.
İngilizlerden düşünür çok es-
kiden çıkarmış. Adanın havası
suyu farklıymış o zamanlar.
Şimdi hepsi felsefe kitaplannda
somurtuk birer gravür. On yıl-
dır en büyük felsefe hocası ar-
tık Thatcher.
Prens Charles gibi düşünür-
lere, güçlü sosyal vicdanlılara
İngiltere adasında yer yok. Di-
Prens Charles ve Diana'nın uyuşması
mucizeydi. Charles, yaşamın anlamı üzerine
kafa yoran, çirkin kent estetiğine savaş açan
bir düşünürdü, Diana ise disko ve eğlence
merakhsı genç bir kadın. Üstelik arada 13 yaş
fark vardı. Ama Diana artık olgunlaşt
1
.
Uzun boy. Ama öyle domates sınğı değil.
Her şeyi oranlı. Gözler mavi. Zaten
kumralmış, şimdi buğday başağı. Prenses
Diana, hayatının 30. baharına, evliliğinin 10.
yılına girerken hâlâ genç kadınların modeli.
Evliliği herkesin dilinde. Ama işin gerçeğini
anlayan herhalde çok az.
ğı. Kadın modası "mevzun" ol-
makla eş anlamlı. Diana mev-
zun. Karbonhidratı az, lipidi,
şekeri az, bol havuçlu, sebzeli
bir mönüden geciyor. Manü, şe-
kerpare, kol böreği, makarna-
dan değil.
Prenses Diana, hayatının 30.
baharına, evliliğinin 10. yılına
girerken, hâlâ genç kadınların
modeli. Evliliği, herkeslerin di-
KUVEYT AMS1 — Geçen yıl Diana ve Charles Kuveyt'e gittiklerinde şeyhlerden biri, sedirde tek linde, ama işin gerçeğini anla-
başına oturan Diana ile resim çektirmek istemiş. Kalkıp gitmiş yanına ve pat diye de oturmuş, yan her halde çok az. Prens
resmini çektirmiş. Olacak iş değil, ama fotoğraflar şahit!.. " Charles çünkü, İngiltere'de de-
ana ise kaderini bu düşünüre
bağlamış durumda. Uzun süre
alışamadı. Aynlacaklar diye ha-
berler çıktıydı. Bir ay süreyle
çift, ayn adreslerde kaldılar.
Birbirlerine ters bakıyorlardı fo-
toğraflarda.
Diana hoppa, disko merakh-
sı, yanına sadece muhafızını
alıp orada burada arkadaşlany-
la yemek yeme krizi tutan, ba-
zen kimselere haber bile verme-
den saraydan kaçıp eski arka-
daşlannın evlerinde laklak ya-
pan, "hayatını yasamak iste-
yen" genç bir kadındı.
Charles, eciş bücüş binalany-
la görüntü kirlenmesi yaratan,
ondan sonra da geriye yaslanıp
böbürlenen mimarlara savaş
açan, çiçekleriyle konuşacak ka-
dar ince ruhlu, "Hayatın anla-
mı nedir" diye soran genç bir
adam. Ne zaman kral olacak?
Olsa ne olacak? Üzerinde güneş
batmayan imparatorluk değil
artık İngiltere. Krallar artık is-
kambil kâğıtlannda kaldı.
Bunlan düşüne düşüne Char-
les, kendi içine kapandıkça, Di-
ana açıldı. Charles, spor merak-
hsı, Diana insan merakhsı.
Charles polo sever, Diana sos-
yal hayatı. Uyuşmalan mucizey-
di. Diana aynlırsa, Amerikan
moda finnalan mankenlik yap-
sın diye kaç para vereceklerinin
hesabını bile yapmaya başlarmş-
lardı.
Diana baktı ki bir düşünür
ile evli, halini tavnnı değiştirdi.
İki de oğlan çocuk doğurdu.
Tahta varis de çıkü. O sorun da
kalmadı. Birbirlerine ters bakan
çiftin, şimdi dudaktan öpüşür
resimleri ^n ciddi^jazetelerde,
"Bir Kadın Yarattım" mü-
zikalindeki çiçekçi kız gibiydi
Diana.
Hoş, güzel, alımlı, ama ham.
Şimdi olgunlaştı. Bir düşünür
ile yasamak kolay değil. Hele
kendinden 13 yaş büyük bir dü-
şünürle. Evliliğindeki gerilim o
kadar büyüktü ki bir ara, Dia-
na kürdan kadar incelmişti.
Şimdi yüzünde huzur okunu-
yor. Durumunu kabullendi.
Kraliçe, tahttan oğlu için fera-
gat ettiğinde de yerini alacak.
Modası geçecek.
Bübao'dan
Aşınan sevgiliye elvedaMİNE G. SAULNIER
BİLBAO — Hoşçakal Bilbfo.
Aşınan bir sevgiyi, çok giyilmiş
bir gömleği çıkarır atar gibi ge-
ride bırakıyorum seni. Ne çok
manolya vardı sokaklannda.
Son zamanlarda kokulan iç ba-
yıltıyordu. Hep aynı yere çıkar
olmuştu sokaklann.
Hoşçakal Nervion nehri. Gü-
zelim sulanm kızıla boyayan çe-
lik fırınlannın ateşi hiç sönme-
sin. Atlas Okyanusu'ndan geçen
gemilere şavkısm daha bir yüz-
yıl. O gemilerin kimisi Turktür.
İber Yanmadası'nm okyanusa
açılan sarp kıyılanm aşıp Bilbao
lımamnUa s,uıuKİanıriar. Guney
Amerika'nın en uç burnu ve
dünya denizlerinin en güç done-
meci Cap Horn'u geçebilen ge-
miciler, tek kulaklarına bir altın
halka takarlarmış.
Bilbao'ya varan Türk, Rus,
Alman ve yetmiş iki ulustan de-
nizci ise El Corte sokağının iri
memeh", cömert yürekli orospu-
lannın oltasına takılırlar.
Bilbao'nun Davis kupası kı-
lıklı büyük burjuvaları o soka-
ğı bilmezler. Adını bile anmak
ayıptır "El Corte"nin, Fransız
şampanyalarının Cassis şurubu-
na kanştınldığı seçkin toplan-
tılarda.
Davis kupası kılıklı onlar,
Nervion nehrinin okyanusa açı-
lan geniş ağzındaki İspanyol şa-
tolannda otururlar. Bilbao ken-
ti, bu nehirle Avrupa'nın en bü-
yük doğal limarudır. Kızıl kum-
lu plajlarını, tuzlu okyanusun
karıştığı tatlı sular döver. O su-
lar ki, artık içinde hiçbir canh
yaşamamaktadır. O plajlar ki,
değil dalgalanna kendini bırak-
mak, kumlarında çıplak ayak
dolaşmak bile sağlığa sakın-
cahdır.
Çünkü söz konusu beyzade-
ler, kendilerini şatolarda yaşatan
kimyasal tezgâhlannı, petrol
antma tesislerini ve boya fabri-
kalannı o guzelim Nervion neh-
rinin başına kurmuşlardır ve o
tatlı sulara dakikada 52 metre-
küp zehir akıtmaktadırlar. Ner-
vion nehri, geçen yüzyıldan be-
ri bu safrayı okyanusa kusan bir
ZüriKten
Körfez'den gelenlerDOĞAN ABALIOĞLU
ZÜRİH — Körfez bunalımı
her yerde galiba aynı. Birilerini
bir şekilde etkiliyor.
İsviçre'de yıllann sıfır enflas-
yonu artık geçerli değil. Zürih-
in eylül endeksi yüzde 6,4. Ban-
kalarda para azlığı ipoteklerin
artmasına, bunlann kiralara
yansımasına, maaşlardaki iste-
ğin tırmanmasma, yani ülkemiz-
de yıllardır yaşadığımız kısır
döngünun içine düşmelerine ne-
den oldu.
Gerçi oranın çapı küçük, ama
ahşılmamış bu düzenin çarpık-
lığında bocalıyorlar. Hangi ko-
nuların denetimde olması, han-
gilerinin serbest piyasa ekono-
misine bırakılması görüşleri tar-
Parlamentonun çoksesliliği
ayn bir olgu. Sanki Bern'de top-
lananlar, hiçbir konuda anlaşa-
mamak için çeşitli, küçük-
büyük partilerden oluşmuş.
Acaba bizdeki gibi bunlar da
salt maaşları söz konusu edilin-
ce hep birlikte ayağa kalkarlar
mı? (Not: Isviçre'de evet-hayır,
oturan ve kalkanla saptanıyor.)
Krizin tek olumlu yönü: Şim-
diye kadarki kişi başına yıllık
gelir ortalamasmda dünya birin-
ciliğinin bir Kuveyt'e bir buraya
kaymasının noktalanması. Bay-
raİc artık belli bir süre kesin fe-
deratifçilerin...
Amerika Birleşik Devletleri-
nin ille jandarmalığını üstlendiği
Ortadoğu ve bizi yönetenlerin
(yöneten mi diyelim) ise onun da
onunde koşmasımn halkımızı ne
duruma getirdiği her gün gaze-
telerimızi suslüyor. Gene de bu
işi manşetlerden indtrmeme ça-
bası, akşamları TV'de boy gös-
termeler bir taktik gibime geü-
yor. Böylece iç politikaya girme-
yecek bir ortam oluşturuluyor.
Bu da depolitizasyonun dolaylı
türü değil mi?
Bizim derdimizin yanında Zü-
rihlilerinki şöyle: Borsadaki
düşmeler, oynayanlan huzursuz
ediyor. Gerçi gerekmedikçe sa-
tılmadığından veriler hep kâğıt
üzerinde kalıyor, ama yılbaşın-
dan bu yana eldeki değerlerin
yüzde 30 eksilmesini bilmek, bi-
reyin egosundaki zenginlik duy-
gulanm sarsıyor.
Şanssızlık ıçindeki şansı ise
otelciler yaşıyor. Avrupa'da
Arap Yarımadası'ndan en çok
gelinen yerler bugüne kadar
Londra ve Cenevre'dir denilir-
ken, bu kez Zürih de sayılmaya
başlandı.
kubur ağzından başka bır şey
değildir artık.
Ve Davis kupası Rılıkhlar ve
onlann torunlan, istiridye kabu-
ğunu andıran teraslanndan ken-
di yarattıklan bu iğrençliği sey-
rederler şaşkınlıkla. Onlara lüks
bir yaşam sağlamak için kuru-
lan tezgâhlar, sonunda kendile-
rini de içine alan bir pislik ka-
fesi olarak üstlerine kapan-
mıştu-.
Yüzbinlerce işçiyi çalıştıran
bu tesisler durdunılamaz. Her
yıl, onlarca insan nedeni belir-
lenemeyen hastakklardan ölür
Bilbao'da. Çevre zehirlenmesi,
zengin yoksul dinlemez. Arada
bır patronlar da kurban gıder cı-
valı sulara, kurşun yüklü hava-
ya. Astım ve karaciğer hastalık-
ları, Bask ülkesindeki ölümler-
de birinci sırayı almaktadır.
Bir yüzyıl sonra geriye, belki
de yalnızca El Corte kahr Bil-
bao'dan. O sokağın yamru yum-
ru insanlan dayanıklıdır. Okya-
nusun dağlara çıktığı rüzgârh bir
akşam vakti, cüce laternacı yi-
ne "Bilbao Rıhtımlan" şarkısı-
m çalacaktır o salaş tavernanın
önünde. Arada bir durup derin
derin öksürür, ama dayanır. Sa-
at tam onda, Sinyora Trini gelir
tavernaya. İri gövdesi ve süzgün
gözleriyle toy denizciler ara-
maktadır.
Tavernaya girmeden, laterna-
cının kutusu üstüne 100 peseta
koyar. Bu parayı koymazsa, o
gece işlerin kesat olacağına
inanmıştır. Trini adı; tsa, anası
Meryem ve babası Tann'yı özet-
leyen kutsal ittifak Trinidad'ın
kısaltılmışıdır.
Hoşçakal Bilbao. Bir daha hiç
görmeyeceğim seni. Hiç özleme-
yeceğim. Ama yine de daha bir
yüzyıl okyanusa şavkısm, yük-
sek çelik fınnlarınm alevi. O fı-
rınlarda dostlanm var. Ama se-
ninle işimiz bitti.
New York'tan
HızlışahlarNew York'ta merkezi meydanların ayrılmaz
bir parçası hızlı sokak satrancıdır. Karpov-
Kasparov maçı nedeniyle patlama yapan bu
oyun teke tek basketbola benzer. Bol
gürültülü, küfürlü, hızlı hamlelerde sinirlenip
hata yapan hem partiyi hem dolarlan
kaybeder.
ŞEBNEM ATtYAS
NEW YORK — Güneşli öğ-
leden sonralan, New York'ta
köşe başlanndaki küçük bas-
ketbol sahaları kadar satranç
masalannın başı da kalabalık-
tır.-42. Sokak'tan, Central
Park'a, Broadvvay'den Villa-
ge'e dek her yerde ustü hemen
hemen tümüyle grafıti ile kaplı
beton ya da tahta satranç ma-
salannda bir dolara en hızh
oynayan kazanır.
Oyunun derin biigisinden
çok önemli olan bol küfür, gü-
rültü, hız ve sinirlenip karşıhk-
h atışmaya tahammüllü ol-
maktır, dolayısıyla satranç
New York'ta teke tek basket-
bolun bir vechesi olarak göriı-
lebilir. En hızh satranç oyun-
culan da çoğunlukla evsizler-
dir.
New York'un eskilere daya-
nan satranç geleneği, 1907'den
ben ilk kez kente dönen dün-
ya satranç şampiyonası ile de-
ğişik bir havaya büründü. Bü-
tün açıkhava satranç masala-
nmn müdavimleri rap müziği
eşliğinde karşılıklı atışmalan-
na Karpov-Kasparov maçla-
rından hamlelerin analizini de
katmayı eksik etmiyorlar.
Zengin bölgelerdeki satranç
kuluplerinde dünya şampiyo-
nasındaki hamleler inceleni-
yor. Üzerinde çeşitli tartışma-
lar yapılıyor. Yapılan hamle-
den sonraki olasıbklar üzerine
konferanslar veriliyor.
Eski satranççılar her za-
manki gibi derin bir roman-
tizm ile ceviz masalı, kırmızı
deri koltuklu tipik satranç ku-
lüplerinin özlemini dile getiri-
yorlar. Game Room, Chess
City, Rusalinos Chess Station,
Time Square Chess, Checkers
Clup. Bu kulüpler çoğunluk-
la ga>Tİ menkul spekülasyonu
ile daha fazla gelir getiren sos-
yal yapüara dönüşmüş durum-
da. Örneğin özellikle 42. So-
kak'ta üzerindekiler şimdi
porno film ve canh gösteri
merkezleri olarak çok daha
fazla müşteri çekiyorlar.
New York tipi hızh satranç-
ta genellikle her oyuncunun
hamle için süresi beş dakika.
Açık hava satranç masalann-
da parkın en azılı uyuştunıcu
satıcıları ile hanım harumcık,
çoluklu çocukJu ev kadınlan-
nı, zengin bankerleri, filosof
evsizleri karşı karşıya oturmuş
hamle düşünürken görmek
mümkundür. Kimileri sürekli
kaybedenlerdendir. Bir cep
dolusu para ile gelip metelik-
siz aynhrlar ama ertesi gün ay-
nı şekilde yine bir cep dolusu
par» ile oradadırlar.
Sokak masalarındaki sat-
ranççılar yan Musevi yan Er-
meni olan ve Ermenistan'da-
ki olaylar nedeniyle uzun sü-
redir Ermenistan'a döneme-
yen Kasparov'u destekliyor.
Kasparov'un dünya şampi-
yonluğunun yanı sıra siyasi
görüşleri de sempati topluyor.