Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3 EYLÜL 1989 PAZAR YAZILARI CUMHURİYET/15 Biraz dondurnıa biraz da pizza Geceleyin burası bir başka âlem. Cam küreden falınıza bakanları ateş yutanlar, caz yapanlar, sokağa Rafael'in "Meryemi"ni tebeşirle çizenler, yanmış üç sivarayı üç kez salladıktan sonra ceketin de kaybedenler... ÜMİT ASLANBAY FLORANSA Floransa'yı, "Ronesans" denilince ilk akla gelen adlardan biri yapan "aileden" gelmesi bile engel olamamıştı. "Uffizi"deki büstiınun gözleri busbutün pörtlek, gerdanı kat kat idi. Üstelik yüzündeki ifade de biraz eblehti. Soyadı bile kurtaramamıştı Gasto Medici'yi o dönemde. "Sanat" insafsızca yontmuştu onu, olduğu gibi. Belli ki savunmasızdı şimdiki gibi, Uffîzi'deki köşesinde. "Uffizi", yani "Office", yani o zamarun "hükiimet binası" bu zamanın müzesi. Arno Nehri'nin en dar noktasındaki Vecchio Köprüsü ile Pitti Sarayı'na bağlanmış. Bu zorunlu geçiş noktası krallar için yapılmış. Sonra da bir güzel üstiı kapatılmış. Boylelikle krallann saraydan çıkıp, oldukça uzun bir koridordan geçerek "bakanlann" çalışmalanna istedikleri zaman katılmaları sağlanmış. Vecchıo'nun tarihi Etrüsklere kadar dayanıyor. Ama şimdiki köpru 1345'li. 1333'teki azgın sele dayanamayınca inşa edilmiş. Yine de Floransa'nın simgesi, yine ticaret merkezi! ttalyanlar el işi satıyorlar kaldırıralara attıkları yaygıların üstünde. Taklit deri eşya, saat, giyim deyince, eski sömürge ahalisi karaderiliİer hâkim durumda. Aynen bizim seyyar satıcılar gibi, "lakos'iann hakiki olduğunu kamtlamak için çakmak ateşine tutuyorlar, polis arabası görününce de malları toplayıp oradan uzaklaşır gibi yapıyorlar. Geceleyin burası bir başka âlem. Cam küreden falınıza bakanlar, ateş yutanlar, caz yapanlar, sokağa Rafael'in Meryemi'ni tebeşirle çizenler, yanmış üç sigarayı uç kez salladıktan sonra ceketinin yeninde kaybedenler... Hele san ışıkların gücünün yettiğince aydınlattığı sokaklara, herhangi bir kemer yuvarlağının oluşturduğu çerçeveden bakmca; her turist gibi fotoğraf makinesinin deklanşörüne basılır anca. Karanlık basınca, hep böyle Floransa. ltalyanların deyişi ile Firenze. Tabii biraz dondurma biraz da pizza.. Dante'nin mütevazı kilisesi şurada. Evi az ötede. Köşedeki fotokopicide, Michelangelo oturup birkaç taslak cizmiş olmalı mutlaka. Leonardo usta da geçmiştir buradan kimbilir kaç defa. Senyörler Meydanı'nın arkasındaki şu Philippe Petit, EYfel Kulesi'ne yaWaşıyor.lpin eSimi 16 derece. Gergin çeHk halatın ustünde yavaş yavaş kuçütuyor, soyadı gibi lokantaya ne demeli? Kimlere bannak oluyordu kimbilir, "Yeniden Doğuş"ta... Floransa'dan Londra'dan 3 eylül, 50 yıl önce de pazardı 5 0 yıl önce bu sabah saat 11.15'te başbakan, "Almanya ile savaş durumu başlamıştır" diyordu. Aynı günün akşamı, içinde 1700 yolcusuyla bir İngiliz gemisi, Almanlar tarafından torpillendi ve battı, 100 kişi öldü. lenerek, savaşta doğacak zarann kiracüar ve ev sahipleri tarafından LONDRA 50 yıl önce 3 ey ortaklaşa karşılanması yasalaştı. lulde yine bir pazar günüydü. Ve 3 eylül pazar... Sabah 9'da Günlerdir heyecan içindeydi her Ingiltere Hükümeti, Almanya'ya kes. Cuma günü Almanlar, Polon ültünatomu verdi. Polonya'dan çıya'ya girivermiş, sabahın 6'sında kın. Yanıt için U'e kadar süre. Varşova bombalanmıştı. Aynı Herkes radyosunun başmda, başgun, Londra'daki Almanya Büyü bakarun yapacağı acıklamayı bekkelçiliği bacalarından koyu du liyor. 11.15'te 46 milyon tngiliz, manlar yükseliyordu: Nasıl olsa Almanlarla yeniden savaşa tutusavaş başlayacak, Almanlar sınır şulduğunu öğrendi. Birkaç dakidışı edilecekti. Görevliler belgeleri ka içinde ilk sirenler çaldı, ama yakıyordu. Yine aynı gün karart yanhşlıkla. tlk hava savaşında ise ma başladı. tngüizler ilk kurbanlanru verdiler: Yanlış bir ihbar yüzünden savaş Çocuklar, yatalak ve kötürümuçaklan havalandı ve birbirini ler Londra'dan taşmmaya başlanvurdu. Sonuç: İki ölü. dı. 3 milyon kişi yerinden, evinden oluyordu böylece. Londra'da 20 Pazar günü, WhıstoB ChorcUfl, metro istasyonu "gelecek bir em kurulan koalisyon hükümetine re kadar" kapatıldı. Içleri, sığınak bakan oldu. Yıllardır "Hitler olarak kullanılmak üzere acele dü geliyor" demiş, kimseye dinletezenlenecekti. 20 bin kişinin seyre memişti. Saat 17'de Fransa da sadebildiği televizyon yayınlarının vaş ilan etti. Hindistan başta olda sonuydu o gün. Radyo da o mak uzere imparatorluk, aynca günden itibaren sadece sabah Avustralya ve Yeni Zelanda da sa7'den öğleye kadar ortak yayın ya vaşa girdiler. pacaktı, o kadar. Bir kamuoyu Saat 18. Kral, kekemeliğini yenyoklaması, sadece beş tngilizden meye çalışarak, radyodan halka birinin savaş beklediğini gösterihitap etti: "Tann'nın izniyle gaieyordu. be çaiacagız." Kralın nutkundan Oysa ertesi gün tngiltere, Al 15 milyon basılarak, evlere dağımanların Polonya'dan çekilmesi tılması Kararlaştınldı. ni istiyor ve bekliyordu. Başbakan Aynı akşam, içinde 1.700 yolcuCbamberiain, vakit kazanmaya suyla bir tngiliz yolcu gemisi, Alçalışıyor, bir savaşa girilecekse Ingiltere ve Fransa'nın biru'kte hare manlar tarafından torpillendi ve ket etmesini istiyordu. Ama Avam battı. 100 kişi öldü. trlanda Cumhuriyet Ordusu1 Kamarası ayağa kalkmıştı. Hükümetin 18 ile 41 yaş arası herkesi as nun 45 üyesi tutuklanıp cezaevikere çağırdığı yasa tasarısı o ak ne kondu. "lhtiyadi tedbir" olasam kabul edildi. Içişleri Bakanı, rak... siyasal nitelikli gösteri ve yürüyüş50 yıl aradan sonra lngiltere'de leri 6 aylığına yasakladı. tngiliz her gece, televizyonda ana haber kriket takımının Hindistan'la ya bülteninden sonra, 50 yıl önceki pılacağj milli karşılaşma iptal edil gunün haberleri 15 dakikalığına di. Kira Yasası'na bir madde ek veriliyor. EDİP EMtL ÖYMEN Püris'ten Floransa'da gündoğumu, günbatımı ve akşamlar. Köprü boyu dükkânlar. Ressamlar, seyyar satıcılar. Müzeler ve tarihi yapılar. Bu ortaçağ kenti hâlâ prestijini sürdüruyor. Floransa, tarihin tek bir dönemine ait olsa da Türkiye1 deki benzerleri ile karşüaştınlabilir mi, belki tartışma konusu olabilir. Ama "Akdeoizliyiz" diyerek ttalyanlarla bir benzerlik, bir yakınlık kurmak ya da ttalya'da bir yakın bulmak isteyenlere salık verilebilecek tek örnek Uffizi Müzesi. Orada, iki ana koridorun tavana yakın kısımlannda, Giovianno'nun "18. YiızyıMa Tarihi Portreler" koleksiyonu sergileniyor. Fatih Sultan Mehmet, Yıldınm Beyazıt'tan, Kösem ve Hürrem Sultanlara kadar bütün yakınlanmız dizilmişler. Bunun dışında bir "yakınlık" bulmak hayli zor. Hele koca Rönesans'ın koridorlar boyunca sergilendiği Pitti Müzesi'nde... Ip üstünde 700 metre İp cambazı Philippe Petit, "İnsan ve Yurttaşlık Hakları BildirgesV'nin kabul tarihi olan 25 Ağustos'un 200. yıldönümünde, Trocadero Alanı'ndan Eyfel Kulesi'ne ip üzerinde 700 metre kat etti. SABETAY VAROL PARİS İp cambazı Philippe Petit, geçen hafta sonu hayatının en uzun yolculuğunu gerçekleştirdi. Tam 700 metre. Yolculuk deyince ip üzerinde bir tür gezinti anlasılmalı. Upuzun bir yolculuk, çunkü cambazlık çok ciddi bir iş, şakaya gelmiyor. En ufak bir aksilikle, cambaz canından oluverir. Philippe Petit, günümüzün en meşhur ip cambazlanndan biri. Niyagara Şelalesi'ni bile ip üzerinde geçmiş. Manhattan'ın ünlü ikiz kuleleri arasına gerili ipi yürüyerek aşmış. Önümuzdeki yıl da Colorado'daki Büyük Kanyon'un, bu iş için özel yapılmış "yağsıı" çelik halatıyla, iki yakasını bir araya getirecek. Geçen haftaki başarısı, "İnsan ve Ynıttaşhk Haklan Bildirgesi"nin kabul tarihi olan 25 ağustosun 200. yıldönümünde, tam 700 metreyi ip üzerinde yüriimekti. Rasgele 700 metre değil. Gezinti, Trocadero Alanı'ndan başladı. Ufak bir aynntı: tnsan Hakları Bildirgesi bilindiği gibi iki tane. Yenisi "tnsan Hakları Evrensel Bildirgesi" adını taşıyor. 1948 yılında, ilk kez Paris'in Trocadero Alam'nda okunmuş. O tarihte adı geçen alan ve şimdi müze olarak kullanılan Chaillot Sarayı, Birleşmiş Milletler örgütünü geçici olarak banndınyordu. cambazın yolculuğunun bittiği yer de az ilginç değil. Gene bu yıl 100. yüdönümunü kutlayan Eyfel Kulesi, Chaillot Sarayı'm taşıyan yamacın sırtlan, hemen alttaki "Lena Köprüsü", Eyfel Kulesi'nin altındakı "Champs de Mars", yani Fransız Ordusu'nun Eyfel Kulesi yapılmadan önceki tarihteki eğitim sahası. Her taraf hıncahınç insan. Dürbünler, teleskoplar yerleştirilmiş. Fotoğraf makinelerinin objektifleri, zoomları, video kameralar hazır. Optik aletlerin üstünlüğü ve giysilerin sadeüği bir yana bırakılırsa, Paris bugün sanki bir 19. yüzyıl kenti. Tıpkı, yeni buluşlann halka tanıtıldığı, insanların, sanayi devriminin etkisiyle, tüm yenilikler karşısında gözlerinin alabildiğine kamaştığı o unutulmaz günleri. Zaten ip cambazlığı da devrini tamamlamış bir gösteri tarzı değil mi? Aynı anlayışın ürünü sirkçilik de yavaş yavaş eski ağırlığım yitiriyor. Ve bir saati aşan beklemeden sonra nihayet, az önce değindiğimiz sirklerdeki müziğı ammsatan cızırtılı eskipüsku cazbant sesi, orada toplanan seyirci kitlesine sırat köprusü yolculuğunun başlayacağını haber verdi. Video kameralar, dürbünler, zoomlar Trocadero Meydanı'na doğruldu. Eyfel Kulesi'nin birinci katında, Paris Belediye Başkanı Jacques Chirac ve diğer ayrıcalıklı davetliler bekliyor. İlk birkaç on metreyi tam bir kuş hafifliğiyle katetti. Dengesini bulmak için yolun geri kalan bölümünde kullanacağı uzun cambaz sırığıru iki eliyle halter kaldınr gibi kavradı. Seyirci meraklı, ürkek. O sırada okyanustan bu tarafa, Seine Nehri yatağı boyunca esen rüzgâr hızlanıverdi. Göklerdeki bulutlar karardı. Eyvah, ya şiddetli bir rüzgâr çıksa, ya yağmur başlasa, zavallı 27 yaşındaki cambaz 700 metrelik gergin çelik halatın üstünde ne yapar? Korkup vazgeçse de nasıl geri döner? Seyircinin zihnini bu sorulann işgal ettiği yüzlerden okunuyor. Bir de düşup ölse ne olur? Bu duşüş, bir ademoğlunun yaşamını tehhkeye atmasını seyretmek üzere buralara koşanların bundan sonrası için tüm rüyalannı huzursuz etmez mi ki? Ama Philippe Petit, yavaş yavaş küçülüyor. Soyadı Fransızca "kıiçük" demek zaten. Gözden uzaklaştıkça, yünırken ayaklarını halata sapasağlam bastığım çıplak gözle bile fark ediyoruz. Bu yüzden kaygı bulutları dağılıyor, aynı anda güneş açıyor, rüzgârlar duruluyor. Üstelik "1789 tnsan ve Yurttaşlık Haklan Bildirgesi"nin tıpkısı bir örneği cambazın elinde. Eyfel'e yaklaşırken ipin eğimi 16 derece oluyor. Ama uzakta ufak bir nokta gibi duran cambaz yoluna devam ediyor. Varşova'dan Ibkyo'dan Mesih, 'seçilmiş halka karşı Polonya Başpiskoposu, cumartesi günü, iki yüz bin Hıristiyanın katıldığı ayinde Yahudileri tam anlamıyla 'haşladı'. Konuşmanın ardından, Dayanışma'mn yayın organı "Gazeta"da vaaza karşı çıkan bir yazı yayımlandı. Pazartesi günü gazeteye binlerce eleştiri telefonu yağdı. HADİ ULUENGİN VARŞOVA Dinlerin sloganlannda aldatma payı da vardır. Bütun tek tannlı inançlar hoşgörüsuzluğu de kapsarlar. Mutlak doğrulan olan dindarlar, kendilerine ait olmayanı reddederler. Söz konusu dışlamanın dereceleri, tarihi zamanlara, toplumlara ve öteki dinlerle olan rekabet ortamtna göre değişir. Birbirlerine hürmetkârlık konusunda bağnaz dindarların ötekilerine verebileceği ders yoktur. Yahudiler, Hıristiyanlar, Muslümanlar, tarihin belirli kesitlerinde birbirlerine karşı sonsuz hoşgörüsüz davranmışlardır. Özellikle Hıristiyanlık, yansıtmak istediği imaja rağmen, pirü pak değildir. Düzenlediği katliamların haddi hesabı yoktur. Güney Amerika medeniyetlerinin, Doğu ve Orta Avnıpa Yahudilerinin, Endülüs Müslümanlarırun kanları, Incil'in sayfalarından hiç çıkmayacak lekelerdir. Perşembe öğleden sonra, Ogres Saski Parkı'ında üç cüppeli adam gordüm. Yan yana ve dostane geziniyorlardı. Bir başta imam yürüyordu. Ortada haham vardı. Diğer tarafındaki Katolik papazıyla konuşuyordu. Vatikan'a bağlı "İnsan ve Din" orgütünün düzenlediği, tkinci Dünya Savaşı'nın ellinci yıh anma törenleri çerçevesinde tertiplenmiş ve her inançtan ruhbanların katıldığı kongrenin delegeleriydiler. Ben, parktaki üçlü sohbeti biraz yadırgadım. Yadırgamam, bilhassa, papazın uluorta haham ile dolaşmakta beis görmemesinden kaynaklandı. Zira Hıristiyanlar ile Yahudiler arasındaki ilişkilerin her zaman pek nahoş olmuş olduğu Polonya'da, şimdi de Tevrat ile tncil açıkça harp ediyorlar. Musa ve Isa oğullarının münasebetleri son derece gergin. Kutsal kitaplann rekabeti had safhada. Yeni bunalım, Hitler'in milyonlarca Museviyi katlettiği Auschwitz kampından kaynaklanıyor. Mesih dinini her pahasına yaymayı iş edinmiş "Karmel" tarikatı rahibeleri, Auschwitz'de yeni bir manastır kurmaya kararlılar. Dunyadaki bütün Yahudi cemaatleri ise bunu bir skandal olarak niteliyorlar. Manastır inşasım, gaz odalarında can vermiş din kardeşlerine karşı saygısızlık addediyorlar. Auschwitz'e istavroz dikilmesinin, Polonya'da her zaman var olmuş olan Yahudi düşmanhğının hortlaması anlamına geldiğini soyluyorlar. Katolikler ise, Polonyalı Kıristiyanların kendi ülkelerinde istedikleri her şeyi yapmakta serbest oiduklarını vurguluyorlar. Musevilerı haddini bilmezlikle suçluyorlar. Imam ne yaparsa, cemaat de uyar Bundan yaklaşık 1 ay önce 60 yaşını aşmış, sağ iktidann başı Uno, bir geyşayla ilişkisi olduğu için istifa etti. Bugün Tokyo'nun en lüks semti Ginza'da, geyşalı restoranlann önü, kellifelli işadamı görüntüsü veren kişilerle dolu. IŞIK KANSU TOKYO Amiral Yamamoto yaşamında iki kez yenik düşmiiştu. Biri 2. Dunya Savaşı'nda, biri de evlilik yaşamında. Yamamoto1 nun şansına bakın ki, ikisine de isteyerek girişmemişti. Ikinci Dunya Savaşı'nda Japonya'nın yer almasına sonuna kadar karşı çıkmış, ancak o donemdeki devlet yönetimi istediği için Japonya'nın son samuraylanndan (soylu Japon savaşçısı) biri olarak savaşı kazanmak amacıyla canla başla çalışmıştı. Yamamoto isteyerek bir evlilik yapmamıştı. Aslında Amiral Yamamoto bir geyşayı seviyordu. Ama sosyal konumu açısmdan bir geyşayla evlenmesi olanaksızdı. Bir soylu ailenin kızı ile evlendi, bir de çocuğu oldu. Evlendiği eşinin, soylu kanından geldiği için midir bilinmez, burnu pek büyüktü. Sevemediler bir turlu birbirlerini. Ama Yamamoto, sevdiği geyşasını hiç mi hiç bırakmadı. Geyşa, Yamamoto oldukten sonra set'alet içinde bir süre daha yaşadı. Şimdi Yamamoto'nun bu acıklı, ancak soylu tutumunu sokaktaki Japon mumla arıyor ve bunu resmen dile getiriyor: Nerede o eski soylu yöneticiler. Tüm Tokyotulann bir araya geldiği tek yer olan metrodan bir kesit: Açık pencereden giren rüzgâr, metronun içindeki Japon Playbov dergısinin rengârenk posterini dalgalandınyor. Posterin hemen altında oturan 1718 yaşlarındaki genç, elindeki comics'in (çizgi roman) adeta içine dalmıj. Çizgi roman deyip geçmeyin. Bizim bildığimiz Te\as, Tom Miks, Kızıl Maske filan gibi değil. Resmen pornografik çizgi roman. Bir takım insanlar ait alta, ust uste. Gencin karşısındaki yaşlı Japon, ulkenin onde gelen gazetelerinden Asahi Shimbun'un sabah sayısını okuyor. Asahi Shimbun'un bir sütununda Japon hukümetindeki gene seks skandalı, diğer bir sütununda 27 yaşında bir sapığın üç küçuk kız çocuğunu nasıl oldurduğune ilişkin haberler... Düşunun, bir yılda tüm Japonya'da en fazla on öldurme olayı oluyor. Boyle bir ülkede, bir sapığın üç küçük kızı oldürmesi kamuoyunu ayağa kaldırmaz mı? Tum TV kanalları, gazeteler 27 yaşındaki Tsutomu Miyazaki'nin ikisi dort, biri beş yaşında uç kız çocuğunu kaçınp nasıl oldurduğune ilişkin haberleri aynntılı bir biçimde verivorlar. Gelışmiş ulkenin sapığı da bir başka oluyor. Miyazaki, oldurduğu çocukların cesetlerini video bandına almış. Bu, cinsel sapığııı oykusu. Gelelim yeni seks skandalına... Bizdeki deyıme gore, kırkından sonra azanı teneşir paklar. Japonya'da ise istifa paklıyor. Bundan yaklaşık bir ay önce 60 yaşını aşmış, sağ iktidann başbakaru Uno, bir geyşayla ilişkisi olduğu için istifa etti. Uno'nun istifası üzerine Kaifu başkanlığmda yeni bir kabine oluştu. Kaifu hükumetinin ilkesi "temiz politika" oldu. Ah, yok mu şu gazeteciler, Turkiye*de olduğu gibi Japonya'da da karıştırdılar ortalığı yine. Shukan Shinco dergisi, Kaifu hükümetinde kabine sekreteri (bir tur hukümet sözcusu) olarak görev yapan Bakan Tokuo Yamashita'mn üç yıl bir hostes ile olan ilişkisini haberleştirdi. Yamashita bugün tam tamına 69 yaşında. Sevgilisi de 21. Aralarındaki ilişki başladığında Yamashita daha gençmiş, 66 yaşındaymış. Shukan Shincho dergisi ilişkiyi yazmakla kalmadı, Yamashitanın ağustos başlarında sevgilisine "sus payı" olarak uç milyon yen (yaklaşık 50 milyon lira) verdiğini yazdı. Yamashita bunun üzerine hemen bir açıklama yaptı ve "temiz politika" sloganıyla yola çıkan Kaifu hükumetini zor durumda bıraktığı için kamuoyundan özür diledi. Yamashita, 50 milyon lirayı da sevgilisine sus payı olarak değil de, bir arkadaşından, sevgilisinin ekonomik zorluk içinde olduğunu duyduğu için verdiğini ileri sürdu. Yamashita görevinden istifa etti. Yerine yine aynı kabinede çevre bakanı olarak görev yapan kadın bakan Mayumi Moriyama atandı. Böylece Kaifu hükümeti bir kadın yüzünden meydana gelen boşluğu bir başka kadınla doldurmayı başarmış oldu. Bayan Moriyama da Japon siyaset tarihine ilk bayan hükümet sozcüsü olarak adını yazdırdı. İmam ne yaparsa cemaat de ona uyar" orneği, birçok yaşlı çapkını Tokyo'nun en lüks semti Ginza'nın ara sokaklarında görmek olası. Gece geç saatlerde, Ginza'nın geyşalı restoranlarının onu kerlifelli, işadamı göruntusü veren kişilerle dolu. Restoran ve barlann kapısında, önce, kafaları dumanlı, hafifçe sallanan yaşı geçkin adamlar beliriyor. Arkalarından kimonolu, şıpıdık tokyolu geyşalar çıkı>orlar. Kapıda geleneksel bir toren yaşamyor. Geyşa hafifçe gulümseyip "Yine bekleriz" diyor ve bilinen Japon selamını saygıyla veriyor. Göbekli yaşlıca adam da geyşanın selamını aynı biçimde alıyor. O da saygılı. Geyşa içeriye giriyor, adam vanındaki arkadaşına donup bir kahkaha patlatıyor. Herhalde, "nasıldım ama" diyor. Japonya, çok katı geleneksel bir toplunıdan, kısa zamanda Amerikanlaşmaya, kendi deyimleriyle "uluslararasılasma"ya (internationalization) doğru gidiyor. Ne pahasına?.. vam ederken, geçen haziran ayında Dünya Yahudi Kongresi ile Vatikan arasında yapılan "centilmenlik anlaşması" ile iki din arasındaki gerginlik biraz yatışmışa benziyordu. Söz konusu anlaşma, "Karmel" Manastın inşasım ikinci bir karara kadar erteliyordu. Ne var ki, New Yorklu yedi Yahudi, geçen hafta Auschvvitz'de gösteri düzenleyerek, manastır projesinden tamamen vazgeçilmesini talep ettiler. Cumartesi gunu ise, kilisenin karşı saldınsıyla ipın ucu tamamen koptu. Polonya Başpiskoposu Monsenyör Joseph Gtemp, Lehistan'm manevi hamisi "Kara Bâkire" arusına Cestorava1 da düzenlenen ve iki yüz bin dindarın katıldığı ayinde, Yahudileri tam anlamıyla haşladı. Musevilerin her zaman hoşgörusuz davrandığını, eğer daha önce Polonyada olduysa, bunun, Yahudilerin Tallinn'de alışvenş, ötekilerine tepeden bakmasından kaynaklandığını söyledi. Musa oğullannın, artık kendilerini "seÇflmiş halk" olarak görmemelerıni istedi. Yahudileri, dünya basın tekelini ellerinde tutmak ve boylelikle de Polonya'ya karşı karalama kampanyası yUrütmekle suçladı. Bu zehir zemberek konuşmanın ardından, pazartesi günü hiç beklenmedik bir gelişme oldu. "Dayanışma"nın yeni yayın organı "Gazeta", başpiskoposun vaazına karşı çıktı. Makaleye imzasını atan Kynstof Sliwinski. yazısına, "Monsenyörün sözlerioden acı ve iizüntiı duyduk" cümlesiyle başladı. Katolik kilisesi ile çok yakın ilişki içinde olan "Davanışraa"nın böylesine eleştirel bir tutum alması pek çok hayret uyandırdı. Nitekim, pazartesi günu boyunca, "Gazeta"ya binlerce telefon yağdı. Telefon edenlerin ezici çoğunluğu, "Gazeta"nın monsenyörü eleştirmesine şiddetle karşı çıktılar. Glemp'in haklı olduğunu belirttiler. Yahudilerin Polonya'da kendi isteklerini dikte ettirmeye hakları olmadığını soylediler. Yani, tarih boyunca hep "antisemit" kalmış, Musevi katliamlan duzenlemiş, komünist iktidann ilk on yılında parti içinde hep "Siyonisl komplolar" keşfetmiş olan Polonyalılar, eski önyargılanndan vazgeçmediklerini ispatladılar. Hoşgörülulüğün çok derin kökleri olduğu yeniden ortaya çıktı. jkkânlarda akşam saat 7'ye kadar süruyor. İç kentin hareketliliği saat 20.00'de sona eriyor. Baltık ta gri bir liıııaıı kenti YAVUZ BAYDAR se'nin ruhu geziniyor. Surlarla çevrili, taş kulelerle göğe uzanan, gorkemden çok gizemi tercih eden eski Tallinn; bir bolümu savaşlara, bir bölumü ilerleme tutkusuna boyun eğen Avrupa kentleri arasında olmama gibi bir şansa sahip. Burada son dünya savaşının ya da Sovyet mimarisinin izlerini pek bulamıyorsunuz. Tallinn, ya da eski adıyla Reval, Kuzey Avrupa'nın en iyi korunmuş surları ile çevrili. Suriarda 20 kadar burç ve 67 kadar kapı var. İyice yıpranmış olan burçların hema Aleksander Ortodoks katedralinin de yer aldığı tepeye Oberstadt adı veriliyormuş. Yeni kent ise, bu iki kcsimi uç yandan kuşatıyor. 19 ve 20. yüzyıl mimarisi, bu dış bolümde egemen. Çirkinlik ve bakımsızlık da burada başlıyor. Herhangi bir Batı Avrupa kentinin varoşlarında olduğu gibi, estetik bu kesime çok uzak. Yapıların bir kısmı adeta yıkılma anının gelmesini bekliyor; sıvaların çoğu dokulmüş; bahçeleri yabani otlar bunımüş; hurdalaşmaya terk edilmiş otolar, engelara yayılan tezgâhlarda, iriu' ufaklı dükkânlarda akşam saat 7'ye kadar sürüyor. Yayalar ağırlıkta. Çok fazla otomobilin olmayışı, eski Tallinn'in belki de en büyük şansı. Çevre kirlenmesi Varşova gibi kentlerde olduğu kadar etkilemiyor yapılan. İç kentin hareketliliği, saat 20*den sonra tersine dönüyor. Eski Tallinn, gece karanlığında, zayıf sokak ışıkları altındaki bomboş sokaklanyla ürkunç bir masal kentine donuşuyor. Bu saatler, sadece yabancılar için değil, Tallinn sakinleri için bile tehlikeli. Kuytu köşelerde 510 kişiden oluşan gençler, çeteler halinde, "kurban" bekliyor. Belki bunun en büyuk nedenlerinden biri, gençlerin buiuşabileceği yerlerin kafe, bar ve kulüplerin varla yok arasında olması. Kentte büyük bir lokanta sıkıntısı da var. Akşam yemeği için sabahtan yer ayırtmak zorundasınız. Aksi takdirde yer bulamıyorsunuz. Lokantaların kapılan kilitli. Çoğuna "giinlük kıyafetle" girmek olanaksız. Yemek ve içki mönusu, derin ekonomik bunalımın bir uzantısı olarak, iki ya da uç çeşitle sınırlı. Bu mekânların çoğunluğunda göze çarpan şık iç dekorasyon, arz sıkıntısıyla büyük bir çelişki oluşturuyor. Varlık, yokluğu; biçim içeriği sanki gizlemek istiyor. Sosyal birlikteliğe gereksinim duyan Tallinn sakinleri, yokluğun gri ağırlığım, var olanı bolca tuketerek; kesintisiz biçimde sıcak bira ve sigara içerek gidermeye çalışıyor. Ihllinn'den 9 Kıtaplara rağmen, otekisini kabul etmemek ve otekisi üzerinde tahakküm kurmak, dini bağnazlıkların ortak paydasıdır. Hiç bir dinden hiçbir bağnaz, hoşgorü konusunda diğerlerine ders veremez. Hoşgörüler, dinler de dahil, mutlak doğruların olmadığı ortamda hükum suıcbilirler. Dinlerin mutlak doğrulan, ancak hoşgörüsuzAncak tartışma bu mealde de lükleri inşa edebilırler. TALLİNN Sovyetler Birlıği bireysel turizme yeni yeni ısınıyor. tnsanlann ko>xın surüleri gibi oradan oraya dolaştınldığı, resmi ideoloji yorüngesindeki bilgilerle gece gundüz kafalarm ütulendiği toplu geziler, belki yakında tek seçenek olmaktan çıkacak. Eğer kalma sorunu çozumlenirse. Tallinn'e hazırlıksız gelen bir turistin, işadamının ya da bir gazetecinin karşısına ilk elde otel sorunu çıkıyor. "Bu akşam için yeriniz var mı?" diye soran bir yabancıya Neptun'den gelmiş yaratık muamelesi yapılıyor. Oteller yaz kış tıka basa dolu. Kentin aynı zamanda iki gökdeleni olan Viru ve Olümpia otelleri çalışanlannın deyişiyle "yüzde 120 kapasiteyle işlivor." Biri Fin mimari urünu olan bu çirkin yapıların en büyük sorunu asansorler. 2530 kat için konmuş 45 asansöru, kimi zaman 1520 dakika beklemek zorunda kalıyorsunuz. Hotel Sport ise, kentin 10 km. kadar dışında. 1980 Moskova Olimpiyatlan için yapılmış. Bu yayvan yapıya, Ballık'ın sapsarı kumsallarla kaplı kıyısına paralel bir otoyoldan ulaşılıyor. Öteki yanda şirin korular, yemyeşil düzlukler uzanıyor. Tallinn, doğanın içine girmesine ızin veren, ancak tarihi kişiliğini öne çıkarmasını bilen bir kent. Parke taşlarıyla kaplı, kıvrım kıvrım sokaklarında, taş kemerler geçilerek girilen avlularında hâlâ ortaçağın kokuları, Han Tallinn'de varlık yokluğu, biçim içeriği sanki gizlemek istiyor. Sosyal birlikteliğe gereksinim duyan Tallinn sakinleri, yokluğun ağırlığım, kesintisiz biçimde sıcak bira ve sigara içerek gidermeye çalışıyorlar. men tümu, ortaçağdaki eskizlere uygun biçimde onanlmış. Tallinn, bir Hanse kenti. Hanse, 1416. yüzyıllarda yöredeki kentler birliğinin adı. Hemen her Hanse kenti gibi, korfeze bakan bir yamaç üzerine kurulmuş. Alman feodallerinin idari karargâhı ve katedral, en tepede. Öteki yapılar, önem sırası gozetilerek, kat kat deniz seviyesine doğru iniyor. 1700'lerden kalma saray, bugün hükümet binası olarak kullanılıyor. 1600'lerde yapılan lsveç kışlaları, surların hemen dışındaki parkların yanında yukseliyor. Hanse döneminde iç kentin ait kesimine unterstadt, 1400'krden kalbeli yollarda kirli su birikintileıi, buralarda oynayan çocuklar... Bakımsızlık, iç kente doğru yayılıyor. Onarılmaya muhtaç çok sayıda yapı var burada. Yaşlı bir kitapçıyla konuşuyorum: "Akşamlan elimde bir kotu makine yağıyla dolaşıyorum" diyor. "Eski kentin evlerinin kapılannın gacır gucur sesler çıkarmasından bıklım. Oturduklan yapılann değcrinin çoğu kişi farkında değil. Tamamen boşvermişler. Ben de dolaşıp tek tek kapılan >ağlı>orum." Bu daracık sokaklar tarihin bu çekırdeği gündüzleri insanlarla dolup taşıyor. Alışveriş kaldırım