22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 HABERLER 22 EYLÜL 1985 Akşveriş Kııskın FASİH StNAN G İ R N E Her akşam 20.30'da, önce evdeki küçükJeri yirmi mi otuz mu, gibisinden çözümü güç boşluklara iten; daha sonra büyükleri de, incir çekirdeği doldurmaz haberleriyle sabır sınırlannın dışuıa süren TRT, sıra Hava Raporu'na gelince, geçici de olsa bir ilginçlik kazanır. Genellikle kuzeyde kalan bölgeleri ilgilendiren. lçinde bulunduğumuz aylarda sık sık duyacağımız, "Yükseklerdeki serin hava" ya da "Kuzeyden gelen soğuk cephe*Men söz edilmektedir. Oysa güneyde, hele Kıbns'ta durum çok farkhdır. Meteoroloji haritasına baktıkça, ne tür bir cennette yaşamakta olduğunuzun bir kez daha farkına vanrsınız. Başkaları da farkındadır bu yöresel mutluluğun. "tstanbulinler" de (lanzimat döneminde moda olan, redingot'a benzer bir tür giysi iie kanştınlmamalıdır) leylekleri andıran telaşlı kümeler halinde, keselerindeki birikimlere göre kıştan önce son fırsat, sıcak ülkelere doğru göç etmeğe başlarlar. Seslerinin soylu tınısı ile bütün duyulabilir titreşimleri bastıran bu garip kuşlar Kıbns'a da gelir. Sabahlan kıyılarda, öğleden sonralan çarşı içinde, akşamlan meyhanelerde türlü namelerle şakıyan bu kuşlar, 510 gün çevrelerini neşeye boğup, bronzlaşan tenleri, akıl almaz yükleri ve taşıyabildikleri bütün ayncalılıklanyla gerisin geri uçar giderler. Ada'da kaldıklan süre içinde alışverişten ayırdıklan zamanlannı bronzlaşarak geçirdikJeri için aralannda, bu kuş türüne has bir Kıbns bilgisi oluştururlar. Kıbns'ın "arkaik" Türkçesini, kıhk kjyafetini, onarılması ertelenmiş evlerini cıvıldaşarak tartışırlar. Kıbnshnın çarşaf altında dahi, anayurttaki benzerlerinden daha çağdaş ve açık fikirli olduğunu; BRTnin perşembe akşamIan "Din'e Bakış" gibi programlar yerine, daha iç açıcı içeriklileri yaymlayabildiğini; kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerinde ezmek ya da ezilip büzülmek yerine, eşitlik ilkesine saygı göstererek, demokrasiye olan inançlannı eski bir alışkanlık olarak ortaya koyduklarmı; anayasalannda, yasak yayın ya da fikir suçu bulunmadığıru; darçevre tutuculuğuna rastlandığı halde, dinsel gericiliğin milliyetçilik kanı ile beslediği batağın yıllarca önce kuruiulduğunu; buradaki kişilerin daha az somurtup daha sık güldüğünü çoğunlukla ayırt ederneden geldikleri yerlere dönerlcr. Programlan çok yüklüdür: Yer kapmak, oda beğenmek, çarşıyı herkesten önce gezip, neyin nerde ve kaça satıldığı konusunda, en kısa zamanda akıllara durgunluk veren bir bilgi sahibi olmak, en iyisini ve en ucuzunu almak üstüne kendilerine rakip tanımamak. Pazarlık ederken, türlü diller dökmelerine rağmen bekledikleri indirimi sağlayamadıklannda, süslü tüylerinın altında yatan gerçek kişiliklerini, "Tuh yazıklar olsun, o kadar sehit verip sizleri kurtardığımıza" türünden incilerle ortaya vuran bu şımarık kuş türii, gerçekten de 1974 harekâtına asker yerine, eşleri ile birlikte kendilerinin katıldığı zehabını yaratacak kadar Kıbns'ı kurtardıklarına inanmaktadırlar. Alışverişin gerçek odağı, ucuz almaktan çok, ucuza almış gibi davranabilmeictedir. Otele dönüldüğünde, aynı nesneyi aynı fıyata alanlar başka türlü etkilenemez ki. "Ben ne kadar da daha ucuza aldım" oyunu ertesi gün dükkânlarda marazalann çıkmasına neden olmakta, yerli halk ise, bu ucuza alma yanşını ibretle izlemektedir. Paralar oncelikle alışverişe ayrıldığından, tur bedelinin kapsamadığı öğlen yemekleri için, akşam sofrasından arttınlmış üzümlere, kahvaltıda usulca çantalara atılan ekmek ve peynirler katık edilmektedir. Sürekli olarak, sıcakta insanın iştahasının kesildiğinden söz edilmesine karşm, dükkâncılann ikram ettigi çay, kahve ya da ayrana saldırılmakta, çantalardan gizlice çıkanlan Türkiye*den getirilme, hafıf bayatlamış bisküvi ya da krikkraklarla guruldayan mideler bastınlmakta, alışveriş ne pahasına olursa olsun devam ettirilmektedir. Akşam olduğunda şiş ayaklarla, cins cins paket ve plastik çantalarla otele dönülür. Ağırhklar odalara bırakılır. Ayna karşısında kendilerine çeki düzen veren Istanbulin'ler, bu kez yemek salonu kapısında denize karşı, pencere önünde bir masa kapmanın telaşı içinde, yemek saionunun açılmasını bekleyerek turlar atarlar. Otobüste, takside gölgeye düşen pencere önleri ayarlanırken, lokantada yeri biçimsiz bir masaya düşmenin âlemi yoktur. Onlar da tura herkesin ödediği kadar ödemiştir. Yemeğe geç kalıp, seçkin yerleri başkalanna kaptıracak değildirler. 'Yemekte bir jey içer miydiniz?' sorusunu soran garsona koyu Yeşilaycılar gibi sert ve kesin yanıtlar verilir. Bir bardak bira yerine, ertesi sabah ilk iş, bir paket çay alınacaktır. Dönüş gününe kadar tabak çanaktan, iğne ipliğe bütün açlıklar giderilir. Havaalarunda bavullar tartılmaya başladığında, yeni bir terane tutturulacaktır: "Pandan hanım bitirmiştir"; "Acaba biraz idare etseler olmaz mıdır"; "1520 kilocuk fazlalık koca uçak için nedir ki"; "Gelirken boş bavullarla gelindiğinde, onlar yetkililerden para istememiştir ki." Kos dinleyen ilgililerin tutumu "İstanbulin"leri kızdınr. AJışveriş >aparak adayı kalkındırmışlardır. Bir de taşımacıhk için para istemeleri de ne olmaktadır. Üstelik onlar, onları 1974'te kurtarmışlardır.. Kendi >rarattığı olaylarda manız bırakılmış bir eda takınan bu garip kuşlar, bir daha gelmeme yeminleri ederek, göğe doğru uçup kaybolurlar. Tiz çığlıkların ardında kalan sessizlik adayı artık bir melhem gibi sarmaktadır. Girne'den Romaııtizm öhııez ki... Laura Ashley'in renkleri pasteldir. Kumaşları, bahar çiçekleri ve güz yaprakları gibidir. Ama sıcaktır. Etekleri, robları, döpiyesleri, bluzları terzi makaslanyla kesilmemişlerdir de, Galler memleketinden gelmiş sevimli bir büyücünün sihirli değneğiyle şekillendirilmişlerdir. HADİ ULUENGİN B R Ü K S E L Ecel. Laura AsMey öldü. Üstelik hiç de romantik olmayan bir ölümle. Merdivenden ayağı kaydı, düştü ve öldü. Ecel! Giyimde ve iç dekorasyonda, biraz bulutlann üstünde, biraz gerçeğın ötesinde ve biraz masum bir oluş tarzmın simgesı durumundaki ünlü Ingiliz modacı ilk dükkânı 1954 yılında kansı Bemard Ashley ile birlikte Londra'da açmıştı. 1967'de, haraalem ama özgullü günün damgasını taşıyan kadın elbiselerini 6 sterlin gibi cüzi bir fiyatla piyasaya sürerek moda dünyasına adımıpı attı. Elbiseler, romantizmin şiiriyle süslenmişti. Sonra da şöhret ve servet geldi. Dünyanın dört bir yanına dağılmış iki yüzden fazla butik. Özel uçaklar ve malikaneler... Sonra da, giyimde kuşamda yeni romantizmin alametı farikası "Laura Ashley" etiketi. Ashley uzun süredir Belçikada yaşıyordu. ölüm haberini duyunca, salı günü kemerlerin altından kavisle yukan kıvnlan yokuştaki dükkâna gittim. Bir şey alacağımdan değil. öyle, hüzünlü olmayan bir cenaze törenindeki hüzünlü olmayan bir hısım gibi. Zaten dükkân da doluydu. Güney semtlerinin kadınlan, sanki Laura Ashley ölünce stoklar birden tükenecekmiş gibi telaşla alış veriş yapıyordu. Laura Ashley'in renkleri pasteldir. Kumaşlan bahar çiçekleri ve güz yapraklan gibidirler. Ama sıcaktırlar. Etekleri, robları, döpiyesleri, bluzlan terzi makasıyla kesmemiştir de, Galler memleketinden gelmiş sevimli bir büyücünün sihirli değneğiyle şekülendirmiştir. Yakalarda, kol ağızlannda, danteller, fırfırlar vardır. Etekler bazan pilili iner, bazen belden aşağı topuklara kadar uzanır. Çiroz kızlar zayıflıklarını, tombul hanımlar şişmanlıklarını rahat gizler. Feleğin çemberinden geçmiş yıllann aşiftesi büyücünün elbisesini giymeye görsün, çiçeği burnunda kız oğlan kız olur. Kur yapılası gelir. Laura Ashley'in evler için yaptığı iç dekorasyonlar da sihirüdir. Kör kör parmağım gözüne girmeyen, ama rahat ve dinginlik veren kanepelerden birine oturulduğunda, illa şörnine hayali kurulur. Odun ateşinin kekremsi kokusu geniz yakar. Küçük kristal bardak larda Sherry içilesi gelir. Sıradan olmayan mutluluk yayılır. Purcell dinlemek istenir. Laura Ashley, Viktorya döneminden esinlendiği romantizmi yeniden evrenselleştirdi. Giyimde kuşamda, evde sokakta şiir arayan bir dünyaya şiir getirdi. Biraz bulutlann üstünde, biraz gerçeğin ötesinde ve biraz masum bir oluş tarzını geniş kitlelerin beğenisine sundu. Moda alemindeki diğer meslektaşlanndan farklı olarak, alameti farikasını ateş pahasına satmadı. Pastel renkleri, bahar çiçeklerini, güz yapraklannı, kekremsi odun kokusunu demokratik kıldı. Romantizmin meşruluğunu perçinledi. Laura Ashley öldü. Romantizm, Laura Ashley'den de önce vardı. Romantizm, Laura Ashley'den sonra daha çok var. Yakalan ve kol ağızlan fırfırh elbiseler daha çok var. Romantizm yaşıyor, çünkü hiç ölmedi. Romantikler yaşıyorlar, çünkü hiç ölmediler. Laura Ashley'in yalnız merdivenden ayağı kaydı. BrükseFden Yabancı Gözüyle Macera Hayalleri SHUSHA/ The GuardianThe Times ve Vogüe ya2antran astHı Istanbul ! Ismi bile ikia hemen romantizm ve macera hayalleri geıiriyor. Doğu ve Batıya açılan kapı, tarihin efsaneleştiği, iki eski kıtanın uyumla birleştiği nokta. Venedik ve hfahan'a, yarattığı romantik ekoller açısından benzetilmesi olası. Avrupa'nın enerjisi ile Asya'nın gizeminin bütünleştiği yegâne metropol. Bu benim İstanbul'a ikinci gelişim. Uzun yıliar evvel İran'a giderken yeni evlenmış bir kadın olarak burada bir kaç gun geçirmiştim. Görür gdrmez İstanbul'a âşık oldum ve tekrar geleceğime dair kendi kendime soz verdim. Ama hayat sonsuz dönüş sozleri verer. gelip geçici aşklarla dolu. O yüzden bu isteğime ulaşmam uzun zaman aldı. Hilton'daki odamdan hatıralar geri dönuyor, zarif minareleri ve kıvnmlı kubbeleriyle muhteşem olan bu şehrin, odamdan görünüsü, siyah kadifenin üzerine serpiştirilmiş değerli taşlardan oluşan, çeşitli renklerle tamamianan bir ışık seli, ve arkada ışıltılı köprüsü ve kı>ı şeridiyle alımh Boğaziçi, asma köprü ise başka bir güzellik. Bir Sufi olarak Mevlevi Dervışleri Tekkesini ziyaret etmek istedim. Bir taksi ile tekkenin bulunduğu semte gidip oradan geçenlere yolu sordum. Ruhları kendine çeken sihirli bir mıknatıs olduğunu düşunduğüm bu yeri herkesin bileceğini zannediyorumdum. Fakat hiç kimse bilmiyordu. Sonunda bir dükkân sahibi bana yolu tarif etti. Dervişler Konya'ya geri dondüğünden tekkenin boş ve terkedilmiş bir görünumü vardı. Ama bahçeye ve yanındaki uzun aŞaçlarla gölgelenmiş, sonbaharın düşen ilk yapraklanyla dolu mezarlığa bir "Safa" huzuru çökmüştu. Londra'nın yoğun hayatında çok az fırsat bulduğum birkaç dakikalık bir dua ve düsünme payı için bir mezartaşının üzerine oturdum. Günlerim oradan oraya gezmekle geçti: Ayasofya, Sultanahmet Camii, Topkapı ve Dolmabahçe Saraylan ve tabii ki Kapalıçarşı; aitın ve gümüş takıların, antika eşyalann. modern işlemelerin pmarı. İstanbul'daki sıradan insanlann bende bıraktığı izlenimleri de aktarmak istiyorum. Özel hayatlan, misafirler tarafından devamlı bolünen insanlarda buiunmayan bir özelliğe sahipler. Hiç düşünmeksizin turıstlere ve yabancılara karşı nazik ve yardımsever davranıyorlar. Her dakikasından zevk aldığım. bir hafta çok çabuk geçti. Yine kendi kendime geri gelme sozu verdim. Yalinz bu sefer dileğim, Allah'ın bu ısteğımin gerçekleşmesini çabuk sağlaması. Beyrut bir aşktır CENGİZ ÇANDAR BEYRUT O yaz da çok sıcak, böyle rutubetliydi. İnsanın gömleği vücuduna yapışırdı. Alnı, kulak dipleri yapışkan bir ıslaklıktan kurtulmazdı. Gün ve gece, yine gerilim doluydu. O 1982 yazında Beyrut kapılarında bekleyen Israil ölüm makinasının kimi, ne^ zaman yutacağını bilememenin, ama o makinanın aralıksız çalıştığını bilmenin gerilimini duyardık. Sokaklar, geceleri yine ıssız, çöpler yine böylesine yığılı durur, şehir ekşi ekşi kokardı, Gecelerin sessizliğini topçu ve uçak bombardımamnın yarattığı deprem bozardı. Bir kocaman aileydik o zaman Beyrut'ta. Ortak kaderin ördüğü akrabalıkla. Hepimizi bu ayakta tutardı. O 1983 sonbahan öylesine ve böylesine rutubetli değildi, ama gerilimliydi. FKÖ ghmişti. Israil kapıda, Amerikan deniz piyadeleri içerdeydi. Sokaklar 1982 yazından da ıssız, geceler bombardımanların yarattığı ortak duyarlılığı aratacak kadar soğuk ve sevimsiz bir sessizlikteydi. Dönem muhbirlerin, şarlatanlann dönemiydi. İnsan ilişkileri zehirlenmişti. 1982'nin o kocaman ailesi çözülmüştü. Dostluklar küçülmüştü. tktidarda gerilim hüküm sürüyordu. O 1984 yaz sonu da böylesine rutubetli, yapış yapış mıydı? Hatırlarruyorum. Hatırladığım, Israil, şehrin kapılanndan uzaklaşnuş, Amerikalılar gitmiş, Lübnanlılar gerilimle baş basa kalmışlardı. Dostluklar daha da küçülmüştü. Bu 1985 yaz sonu rutubeti, o 1982 yazındaki kadar yaman. Dostluklar, birkaç kişinin kırk yılda bir, birbirlerini görüp konuşmaktan kaçınır, yorgun, usanmış söyleşilerine indirgenmiş. Gerilim daim. Ve zirvede. Lübnanblar ve Filistinliler, 1900'lerin ortalannda ya da son çeyreğinde doğaniar tarihin kendilerine danışmadan, daha önceleri başkalan için çizdiği, yann başkalan için çizeceği kader çizgisinin kahırlı yolunda yürüyorlar. Bundan kaçış yok. Peki, ben neden buradayım? Neden yıllardır burayla, insan ruhunu boğazlayan o tanımı imkânsız gerilimle randevuluyum? Belki de çok kişinin bümedikleri, hissetmedikleri, belki de hissedemeyecekleri burada öğrenildiği için. Burada yaşam ile ölüm parantezi öyle dardır ki, sırtın birine yaslanırken, diğeri ayak ucundadır. Her an!.. Ve o zaman, insanları birbirlerine kemirten o günlük hay huyun kişilik mücadeleleri, bunları arkalayan Freud kokan o "büyiik" felsefeler, kişioğlunun diğerine attığı günlük çimdikler değerim yitiriverir. Ihlaller, böğüre yenen dirsekler, kişinin içindeki o ince tele hoyratça vurulan fıskeler bile bağışlanır. Beyrut'ta sıkılan acımasız her kurşun, pervasız her top mermisi, kişi, arkasına dönüp baktığmda hayatına ve hayatına girenlere bağışlayıcı bir hoşgörü salvosu gibidir. Ölüm öylesine sevecen bir çekicüikle her lahza herkesin öyle yanı basındadır ki, sık sık dönüp hayata bakmak ve "Ey insanlar, her şeye rağmen.. Her şeye rağmen sizi sevdim ve seviyonım" dememek mümkün değildir. Çünkü insanlar hayattır. Tarihte böyle bir şehir oldu mu, bilmem. Bu şehir çağdaş bir masada. Masada buradan daha kolaydı her halde. Ne de olsa, toplu intihar iradesini gösterdi. Beyrut, intihar ederken yaşıyor, yaşarken intihar ediyor. Yavaş yavaş toplu intihar hiç görülmüş şey mi? Bu şehir, dünyanın en yalnız şehri. Yapayalnız. Yapayalnız. Dünyanın bütün şehirleri ona, mahallenin delisine bakar gibi, yarı alay, yarı tiksintiyle bakıyor. Mahallenin kötülüklerinı, şeytanmı taşıyarak, geri kalanlara iyi hali, sağlığı bırakan, geri kalanlann kendilerini tatlı tatlı aldatmalannın çileli kahramanlığını üstlenen mahallenin delisi gibi, Beyrut da yerytizünün tüm belalarma, lanetlerine bağrıru açmış, geri kalanlara günlük olağan yaşamın doğallığını ve rahatını sunmuştur. Terazinin bir kefesine Beyrut'un hüznii konduğu için, diğer kefesi diğerlerinin olağan hayat ritmi, yaz tatili hesapları, günlük ahşverişi ile dengelenir. Dünya burayı gözden çıkarmış. Beyrut admdaki haydut şehir terk edilmiçtir. Yapayalnız bırakılmıştır. Buradaki insanlar bir aradayken büe yapayalnızdırlar. Şehir yalnız, insanlar yalnız, ama iç içedirler. Dünyanın hiçbir başka şehrinde insanlar ve şehir bu kadar yoğun beraberliği yaşayamaz. Hiçbir yere benzemediği için bu şehir dünyadan kopmuş gibi. Yalnızlık, daha derin hiçbir yerde duyulamaz. Bu şehir dünyada yaprak kımıldasa etkilenecek kadar duyarlı. Burada bulunmak, yeryüzünde olan biten her şeyi geniş bir ekrandan se>Tetmek iüksüne sahip olmak. Bu şehirde yaşamak azap. Ve bu şehiden kopmak, boşluğa düşmek. Beyrut bir aşktır. Beyrut'tan BEYRUT MANZARASI Yazıya gerek var mü Yeni Kentler Keşfetmeli RAGEP DURAN LONDRA Önce onların kimler olduğunu anlatayım. Tatil ya da iş için, en fazla bir haftalığına Londra'ya uğrayan arkadaşlanm. Çoğu evlibarklı, işgüç sahibi, mesleklerinde başarılı insanlar. Istanbul'da, Pariste, Brüksel'de, New York'ta oturuyorlar. Kimi bilgisayar uzmanı, kimi doktor, kimi de gazeteci taifesinden, bazısıyla aynı okulda okumuşum, bazısıyla derneklerde beraber çahşmışım. Komşuluk ilişkileri içinde olduğum insanlar da var. Ortak yanlan Türkiye kökenli olmalan, büyük kentlerde yaşamaları. Buraya geldiklerinde dikkatlerini çeken şeyler, ya benim ilgimi hiç çekmemiş ya da ilk başta şöyle bir görüp unuttuğum şeyler. Tabii, hepsi de, esas olarak yaşadıklan kentle kıyaslıyorlar Londra'yı. Istanbullular kent trafiğinin, telefonların, otobüslerin duzgün işlemesine şaşkın, Parisliler, başkent halkını çok yardımsever buluyor. " F a k i r ama sevimli insanlar" neredeyse genel bir kalıp. Brüksel ya da daha küçük başkentlerden gelenlerse Londra'yı devasa ve bir renkli buluyor. Bizim Hadi, ne güzel bir yazı yazmıştı... Okuduktan sonra "Yahu ne muhteşem bir kentte yaşıyurmuşum da haberim yokmuş" diyecek oldum. Sonra, ilk kez Brüksel'e gittiğimde, kenti çok sevimli bulmuş olduğumu hatırladım. Hadi ki ruhu 35 yıldır Istanbul'da vücudu ise 15 yıldır Brüksel'dedir "yok canım sen de" demişti. Komşunun lavuğu meselesi. New Yorklu Türkler, bazı önemli değişikliklerle burayı Amerika'mn en gergin kentine Tjenzetiyorlar. Onlann değerlendirmesinde de halkm cana yakınlığı önde geliyor. Nereden gelirse gelsin, nerede yaşarsa yaşasın, arkadaşlarunın olumlu not verdiği iki özelhk taksiler ve iki katlı otobüsler. Austın marka siyah arabalann içine kurulup, ayak ayak üstüne atıp sigaranızı tellendirdiniz mi Amerikan fılmlerindeki milyarderler gibi hissedersiniz kendinizi. Koltuklann rahathğı ve alanın genişlıği huzur verir. Sonra sürücülerin efendüiği ve en küçük sokağın adını ve yerini bilmeleri de güven duymanızı sağlar Londra taksilerine. İki katlı otobüslerin de bence en kullanışlı yanı üst katta sigara içebilmektir. Bir de caddeye egemen bir görüse sahipsiniz. Saymaya kaJkacak olursam, caz kulüpleri, avantgarde ve klasik sergi salonları, tiyatrolan ve en önemlisi beş kıtadan gelen insanıyla Londra, mutlaka ilginç bir kent. Hele "100 yıl geride 10 yıl ileride" cümlesiyle tanımlanan geçmişgelecek ilişkisini, manzarasında, mimarisinde hatta kimyasında oluşturması Londra'yı aristokrat bir punk'a çevirir. Onlann geçici deger yargılarına, öznel beğenilerine saygı duymakla birlikte, Londra'nın ilginçliği ve güzelliği 12 ayda bitiyor gibime geliyor. Şimdi yeni kentler keşfetmek gerek... Londra'dan New York'tan Özgür Sanatçılar ŞEBNEM ATİVAS 'Karayeniden keşfedildiyalmz bu kez insanlaryeraltından geldiler.' NEW YORK Şehirlerin insanlar üzerindeki egemenlikleri gelişmişlik dereceleriyle doğru orantılı olsa gerek. Gelişmiş şehirler insanları ne acayip kılıklara sokuyor. New York bunun en çarpıcı örneklerinden. New York insanlara acımasızca hukmeden şehirlerin en debdebelisi. Devasa gökdelenlerin çevirdiği caddelere ya da metro ağının kuşattığı yeraltı tünellerine itilmiş insanlann şehre verebildikleri tek cevap teknolojinin sunduğu zengin olanaklara kaçış. Örneğin gürültünün yıpratıcılığını azalımak için antenli volkmenleri kulakiardan eksik etmemek, etraftaki sefaleti ve pisliği görmemek için gazete ya da bir kitaba yumulurcasına gömülmek, kirlenmesini önlemek ve spor için zaman kazanmak amacıyla iş kostümünü plastik bir kılıfta sürekli yanında taşımak, bu nedenle yırtık pırtık eşofmanlarla dolaşmak ve benzeri bir yığın garip kaçış yöntemleri, bu nedenle bir New Yorklu ile lowa kasabalarından başka bir Amerikalı'nın karşılaştıklarında farklı davranış alışkanlıklarından ötürü birbirlerini anlayabilmek için birlikte uzunca bir zaman geçirmeleri gerekiyor. Yeryüzünden ve yeryüzü nimetlerinden yoksun kalmış New Yorklulann en sık bir araya geldikleri yer metro. En azından her sabah ve her akşam tiklım tıkhm, itiş kakış volkmenleri, eşofmanları, plastik kostüm kılıfları ve kitaplan ile New Yorklular mmetroda bir araya geliyorlar. Belediyenin parasızlığı nedeniyle bakımdan uzun süredir yoksun olan metro, çıkardığı müthiş sese, sık sık yanarak aksamasına rağmen halen tek işe yarar toplu taşıma aracı. Metro 1904'te çalışmaya başlamış. Sistem şehrin her yerine insanları ulaştırabilecek biçimde düzenlenmiş. Şehrin tum gelişme potansiyeli nüfusun anormal artışı dışında hesaplanmış. Yeraltının keskin amonyak kokusundan başka metronun N'ew York'a özgü bir özelliği daha var. Hemen her gece yazıya çıkan şehrin bohem sanatkârlarınca boyanıyor olması. Vagonların üzeri rengarenk desenlerle bezenmiş imzalar, kin, nefre, aşk, sevgi, dehşet şozcükleri, imla işaretleri, dualar, insan, hayvan ya da yaratık desenîeri ile dolu. Belediye her yıl bir iki kere vagonları sarı ya da gri gibi 'resmi' renklere bo^maya kalkışıyorsa da 'Yeni Diinyanın özgür sanatkârlan' daha ertesi gece onları eski haline getiriyorlar. Yeraltının bu kendine özgü dünyasına daha fazla dayaiıamayan New Yorklular bir çözüm için belediyeye baskı yapıyorlar. Nitekim geçen hafta bundan 61 yıl önce metronun gördüğü rağbet nedeniyle seferlerine son vermek zorunda kalan feribot yeniden çalışmaya başladı. Ve bundan 61 yıl öncesinde "^rmediği rağbeti gördü. Fulton ferisi olarak bilinen feribot ilk kt l807'de Robert Fulton tarafından çalıştınlmaya başlamış. O zamanlar Brooklyn ile Manhattan arasmda işleyen bu buharlı gemilerin seferi 5 kuruşmuş. Şimdi aynı noktalar arası seferler bir dolar. Kopenhag'dan AIDS Paniği Gazetenin birinde, kocaman puntolarla bir başlık: "İşte polisin dokunmaya korktuğu fahişe... " FERRUH YILMAZ KOPENHAG Türkiye'nin <>ıcak ma\i yazından, Danimarka'nın donuk mavimsi gri sonbaharına 3 saatte geçivermek cok /or geldi. İyi kı yanıma içi tuylü montumu almışım, ne olur ne olmaz diyerek. Danimarka'dan ayrıldığım günlerde sıcak olan bir tarîışma. ha\alann soğuduğu şu gunkrde ı\ice alevlenmiş olarak hosgeldin diyordu. Havaaianındaki gazete bayiinin önune asılmıs gazetelerin iri puntolu manşetlerınde: Elierı\le \ ızünu gizlemeye çahsan bir kadın ve altında, "İşle, polisin dukunma>a korktuğu fahişe." Son zamanlarda Avrupa'yı \ç Amerika')j ka^ıp kavuran AIDS paniğinin ga/eielerdeki goruntiisu, "İşte yine Daniınarka'dasın" der gibiydi. Aynı aksamkı televi/yon haberlerinde polisin AlDS'li fahi>eye ve lahişenin tutuklu kaldığı hücredeki musluğa, elektrik liiigmelerinedokunmamakta nasıl inat ettiği uzun uzun anlatılırken, geçen ay Isveç'te meydana gelen bir olayı anımsadım. Trafik polisi, motosikletli bir genci durdurup aîkoi nıuayenesi yapmak istemiş, ama İsveçli genç "Yaklasmayın, ben AlüS'iijim. Dokunam ısırınm ha.." diye t'eryat edince ne polis, ne de başka.sı cesaret edip adama yaklasabılmiş. Polis de, adamın adresine postayla para cezası göndermekle yetinmek zorunda kaimıştı. Kısacası, Türkiye'de magazin basınırun ünlüler etrafında skandallar yaratmaya çalıştığı AIDS hastalığı, sokaktaki Danimarkalı için gerçek bir kâbusa dönüşmüş durumda. Önceleri sadece eşcinsel çevrelerde var olduğu sanılan AİDS hastaiığmın fahişeler, kan hastaları ve bazı heteroseksüeller arasında da yaygınlaşması, herkesin eşcinsellerle alay etmek için malzeme olarak kullandtğı AlDS'i, şimdi • lerde herkesin rüyalarına giren hastahğın başharfleri haline gelirdi. Her ne kadar birçok Danimarkalı AIDS korkusuyla uyuyamaz oimussa da, her ne kadar polis fahişeleri "aman AIDS geçer" korkusuyla tutuktamaktan çekinir olmuşsa da, Kopenhag gece yaşamı bu korkudan radikal bir şekilde etkilenmiş değil. Gece yasamının tek gecelik ilişkiler borsasında gözle gürünür bir düşüş göriılmüyor henüz. Ama yinede, kadın erkeğe sormadan edemiyor, "Sende eşcinsellik var mı?" ya da "Sen hiç fahiselerle de >a»ar mısın?" gibisinden. Bu gidişle, yakında tek gecelik ilişkiler için bile tam teşekküllü bir hastaneden "AlDS'li değildir" raporu sorulmaya bastanması pek şaşırtıc) olmayacak... Ağaçlanmızı koruyalım, arabaları kııUanıııavaliJiı ADEM SAĞLAM ZÜRİH Doğa kirliliği yıllardır Avrupa'nın en güncel sorunlarından biri olma özelliğini koruyor. Ağaçlann tam sağlıklı olmayışının nedenleri, çareleri kamuoyunda enine boyuna tartışılıp dılrur. Bu konuda en yaygın kanı, arabalann eksozlanndan çıkardıkları gazların, ağaçlara zarar vermesi. Ormandan geçen otoyollann kenarlarındaki ağaçlann sıhhatsiz oluşu, bu kanıyı biraz olsun doğruluyor. Lakin bu görüşü savunanlann çoğu, araba kullanmayanlar, hatta bu konuda büyük kampanyalar oluştunıyorlar: Doğa kirliliğine bir nebze yardımcı olsun diye, pazar günleri araba kullanılmasın diyorlar. Şimdi Zürih şehri çevre kirliliği uzmanları, belediye otobüsleri bedava olmak üzere, isteyen pazar günleri araba kullanmasın diye anons yaptı bile. Araba kullananlarsa olaya başka gözlükle bakıyorlar. Hiç araba geçmeyen yüksek tepelerdeki ağaçların da sağhksız olması neyle yonımlanır deyip alternatif oluşturuyorlar. Bunlann hepsi bir yana, şimdi Zürih kenti yol kenarlarındaki ağaçlara çeşitli renklerde bantlar geçirerek fişledi. Salt oto sürücülerinin dikkatini çekmek için, bu kadar eziyete katlandılar. Renklerine göre şöyle yorumlanıyor: Yeşil bant olan ağaç sıhhatli, sarı bant olan hastalıklı. turuncu bant olan ölmeye yüz tutmuş ve nihayet kırmızı bant olanları en şanssızı, ölmüşler. Zaten Zurih Park ve Bahçeler Müdürlüğü, yüda yetmiş bin yeni ağacı kent caddelerine dikiyor. Ağaçlann ormandaki yaşamlarıyla, şehirdeki yaşamları arasında bazı doğal farklıhklann olacağı kesin. Aynı soydan gelen iki ağaçtan birisinin Zürih kentinde diğerininse ormanda yaşamez. Bütün bunlara karşm, şehirde yetişen ağaçlar yasamlarını sürdürebilmek için, inanın ıstırap çekiyorlardır. Evlerin dibinde, yeterince guneş yok, uzerinde asfalt, yeraltı kabloları, gerekli gübre yeterince verilmeyince, kışın yollara serpilen tuz ve bütün bunlara bir de yollardaki arabalann çıkardıkları gazı da eklersek, bu ağaçlardan sağlıklı yaşam beklemek akıl kân değil. En sonunda Zürih Park ve Bahçeler Müdürlüğü ile çevre kirliliği uzmanları ortaklaşa bir komisyon oluşturup, Zürih kentindeki ağaçlan fişlediler. Fişleme Zürih'e gelen konuklann ve Zürihlilerin salt dikkatini çekmek için yapıldı. Fişlenen bu ağaçlar hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen meraklılar, banttaki telefon numaralarına başvurabilirler. Geçen hafta ağaçlar fişlenince, her gün gelip geçtiğim yolun üzerindeki ağaçlann durumu, iki gün bile geçmeden beni bile rahatsız etmeye başlamıştı. Buna karşın, bu olay üzerine, belleğimde bir şeyler oluşturmaya başlamıştım ki, iki gün önce, bir gece bütün ağaçlardaki bantlan birileri söküp atrruş. Polis şimdi hanl hanl suçlulan arıyor. Olayı akşam TV haberlerinde öğrendim. Anlayacağınız, şimdilik bantlan geri bağlamaktan vazgeçilmiş ki, ağaçlar özgürce eski yaşamlanna devam ediyorlar. Zürih'ten Kent içindeki ağaçlara zarar veren en önemli şeylerden biri, araçlarm egsoz dumanları. Ağaçlar fişlendikten sonra her gün gelip geçtiğim yolun üzerindeki ağaçlann durumu, beni bile rahatsız etmeye başlamıştı. Derken bir gece birileri çıktı, bütün bantlan kopardı. Şimdi polis bantlan kopartanları arıyor. dığını kabul edersek, hangisinin daha uzun ömürlü olacağı tartışma götürmez. Ormanda ağaç, serin, nemli ve doğal yaşamını surdürür. Aynı zamanda orada diğer yeşilliklerle içiçe yasar. Ağaçlann besini olan humus, orada çeşitli yapraklardan oluştuğu gibi, toprak kök 'salmasına yardımcı olur. Hava, yağmur suyu ve guneş ormandaki ağaçlann hastalıklı olmalarına izin rer
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle