22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHUPİYET/6 8 ARALIK 1985 Yabancı Gözüyle BrükseVden ^ıgaramı 'yahar mısuıızf ANN TABOROFF CBS Türkiye muhabiri Deniz Türkali'nin, Yalçın Pekşen'e "Duyduk Gördük'te söylediğinin aksine, erkeklerin sigaramı yakmasının ya da benim için kapı açmalannın arkasında kadını aşağılayıcı bir tavir yattığını sannuyorum. Aksine bu küçuk "iyilikleri" oldukça zarif buluyorum. Gündelik hayatın tcatılıklanna da yumuşak bir cila çektikleri kanısındayım. Bu tür hareketlerin "kadının himayeye muhtaç oldugunu" vurguladığını düşünmediğim gibi, rafine davranış biçimi içerdiği inancındayım da. Sorun bence, sigara yakmak, kapı açmaktan değil, Türkiye'de "özgür kadın" kavramırun var olmamasından kaynaklanıyor. Türk toplumu, kadınlan, onu koruyarak şeref ve statü veren erkekten kocadan, babadan, amcadan, erkek evlattan bağımsız olarak düşünemiyor. Çünkü bu bakış açısı kadırun namusunu, kadının kendisine değil de bir başkasına, "erkegin varlığına" emanet ediyor. Bu sosyal baskı da elbette etkisini her a'şr.da lıib!>eııiriyoı. r Örne ' *ın Turkiye'de yalnız yaşa . yetişkin kadınların sayısı ne kadar az, eşlerinden aynldıktan sonra yalnız yaşamak yerine ebeveynlerinin evine dönen kadınlann sayısı ne kadar çok; erkeklerinden bağımsız geUrleri olsa dahi yalnız ve korumasız kalmaktan korktuklan için başarısız evliliklerini zorla sürdüren kadınlann sayısı ne kadar fazla. Turkiye'de kaderin en zor oyunu, bence "evde kalmış" olmak değil, "terk edilmiş" olmak. • Buna karşılık sınırlan hayli geniş özgürlükle donanmış Türk erkeklerinin, kansı ve kızını "yerleşmiş" sınırlann ötesinde özgürlüğe kavuşturmalan, eleştiri \e alay konusu olmak tehlikesi ile yuz yuze. Sistem, kadını erkeğe daha fazla bağımlı kılmak ve bunu iki taraf için de boğucu hale getirmekte hayli başarılı. • tşte bu yuzden, bence kim kımin sigarasını yaktığı değil, "czgiir insan" kavramırun gelişmemiş olması önemli. Anvers: Bîr içim su HADİ ULUENGİN BRÜKSEL " R u h u m " diye başlayan, "Senin selamete kavuşmandan bah(i>anm" diye devam eden ve "Gulüm, koklarım" diye biten aşk mektupları almak iyidir. Ne var ki. herkes boyle aşk mektupları alamaz. Bazılan, boylesine sevdalı sevgililer edinemedikleri için alamaz, bazıları da mektuplann gonderilebileceği adresleri olmadığı için alamaz. Sevdalı sevgilileri olup da mektuplann gonderilebileceği adresleri olmayanlar için Belçika radyosu aşk mektupları yayımlıyor. Her pazar sabahı, kısa dalga bağlantılı yayın yapan birinci kanal, seferdeki gemicilere, karadaki sevgililerinden mektuplar gönderiyor. "İki gün önce Concepcion'dan demir alması gereken SS Flandria'da gıiverte tayfası Rene'ye Martine'den mesaj: Yolunu dört gözle bekli>orum. Burada havalar yağtnurlu. Merak etme seni hiç aldatmayacagım. Dudaklanndan ısırınm. Senin Martine'nin" türunden •şk mektupları. Pazar sabahları Belçika radyosunun birinci kanalından yayımlanan ve uzak seferdeki gemicilere gönderilmiş aşk mektupları, sevdalı sevgilileri çağrıştırırsa da, liman çocuklarında liman hasretleri çağrıştırır. Liman fiasretlerini gidermenın yolu da pazar öğleden sonraları Anvers'e gıtmekten geçer. Anvers, Bruksel'e 45 kilometredir. Otomobille gitmek mümkunse de, trenle gitmek şayanı tercihür. Çunkü Anvers Garı, Avrupa'nın en güzel garlarından biridir ve tren istasvona girerken önce Yahudi mahallesi görulur, sonra da garın "artdeco" mimarisi... Anvers Garı'nda trenden inmesi ve Yahudi mahallesinden limana yurumesi iyidir. Rıhtıma uımek için illa Rubens'in evinin 6nunden geçmek gerekmese de, Anvers'e gelindiğinde rıhtıma inmek için Rubens'in evinin önunden geçilir ve rıhtıma öyle kavuşulur. Anvers, limandır ve Avrupa'nın ikinci büyük limanıdır. Doklar kilometrelerce uzanır. Doklarda kilometrelerce vinçler vardır ve Anvers Limanı'nın vinçleri "heyamolalı" şarkılar söyler. Anvers vinçleri her dilden, Felemenkçeden ve Hintçeden ve Eskimocadan şarkılar soyler ve •'heyamolalı" vinç şarkıları her dilde aynıdır. Rıhtımda, kahveler ve meyhaneler vardır. Mevhanelerde, uzak seferlerin uzak gemicileri sevdalı sevgililer ararlar ve sevdalı sevgililer bulamazlar ve sevdalı sevgililerin hasretiyle okyanuslar kadar bira içerler. Uzak seferlerin uzak gemicileri sonra yine okyanuslara donerler. Okyanuslara dönmeden once beş kuruşluk orospularla yatarlar. Bazen, beş kuruşluk orospulardan sevdalı sevgililer edinirler ve beş kuruşluk orospular, uzak seferlerin gemicilerine pazar sabahları aşk mektupları gönderecek kadar sevdalı sevgililer olurlar. Rıhtımda, vinçlerden, kahvelerden, meyhanelerden, beş kuruşluk orospulardan başka dövmeci dükkânları vardır. Dovmeci dükkânlarında, Concepcion'dan demır alan uzak seferlerin gemicileri, kollarına, göğuslerine deniz kızlarının tasvirlerini ve sevdalı sevgililerin isimlerini işlettirirler. Bir gecelik sarhoşlukların bir hayatlık ayıklıklarını işlettirirler. Denizli ufukların olmadığı Anvers limanı yadırgansa da, Anvers, Yahudi mahalleleri, vinçleri, kahveleri, meyhaneleri, beş kuruşluk orospuları, dovmeci dükkânları ve batıdan gelen deniz kokularıyla liman çocukları için birebırdir. Anvers'in teraslarından açıkhavalarda Kuzey Denizi gözukür. Concepcion'dan gelen gemiler, rıhtıma palamar atar ve güneyli denizlerin kokularını atar. Concepcion'dan ve Maçin'den gelen uzak seferlerin gemicileri, kollarına deniz kızlarının tasvirlerini işletir. Sevdalı sevgililer, liman şehirlerinden, '"Ruhurn" dive başlayan, "S«nin selamete kavuşmandan bahtiyarım" diye devam eden ve " G ü lum, koklanm" diye biten aşk mektupları gönderirler. Anvers limanı bir içim sudur. Madrid'den Pasionaria' şimdi 90 yaşında NtLGÜN CERRAHOĞLU MADRİD Victor Hugo, şiirlerinden birinde "Yaşayanlar, mücadele verenlerdir" der. 90 yaşını dolduran "La Pasionaria" da, Victor Hugo'nun tanımınca yaşayanlardan şüphesiz. Kimi için komunist mücadelenin, kimi için de "Kıa l Tehlike"nin en canlı simgesi olan Dolores tbarruri, ya da kitlelere mal olan adıyla " L a Pasionaria", her şeyden öte, sonuna dek davasına inananların simgesi. 90 yıllık yaşamının 38'ini sürgünde geçiren Ibarruri, geçmişe dönüp baktığında şunlan söylüyor şimdi: "fspanya'ya (1977'de sürgünden) döndüğümde, çok kişi bana 'artık bu ileri yaşınızda neden siyasi mücadeleden elinizi, ayağınızı çekip, biraz dinlenmeyi tercih etmiyorsunuz?' diye sormuştu. Bana bu tip sorular soranlara daima bunun olanaksızlığını anlattım. Tüm bir yaşam boyunca benim için büyük bir anlam taşımış bir ideal uğruna mücadele verdikten sonra, 'dinlenmeye çekilmeyi' nasıl düşünebilirdim? Daha önümuzde kat etmemiz gereken çok uzun bir yol vardı... Gençligimde Katolik inanca bağlılıgımı düşünerek, yaşlüığımda da 'doğru yola' dönüp. donmemek konusu nda ozlemlerim, istekierim olup olmadıgını soranlar da oldu. Bunlara verdiğim yanıt bilinen bir yanıtü: Geçmişe dönmek hiçbir zaman soz konusu olamazdı. Benim için gelecek sadece ilerisi için şekillendirdigimiz planlarda vardı... Aslında ben vaktiyle kendimi dine adamayı duşünmüş, sonra imanı bırakmıştım, öğretmen olmayı düşlemiş, ateşli bir devrimci olmuşlum. Mutluluk düşleri kurmuş. yaşamın en ağır darbelerini yemiştim. Zafere inanmışken, halkımın yanında muthiş yenilgikrle karşılaşmıştım. Fakat hiçbir zaman adalet uğruna verdiğimiz mücadelenin yolundan aynlmayı düşünmedim... Bu yüzyıl boyunca inanılmayacak ölçüde kanlı, acımasız, umut tüketen üç büyük savaş yaşadım. Milyonlarca öluye, yok edilen kentlere, kalıntılara, acılara tanık oldum... Şimdi bu yaşımda, en derin arzulanmın ne olduğunu sorarsanız, size tek yanıtım. tered~dütsüz 'barış' olacaktır. Askeri Moklann, nükleer silahlann yok edildiği, barış içinde yaşayan bir dünyayı görmek olacaktır..." Sürgün yıllannın Kahire, Paris, Moskova, Varşova, Bükreş, Belgrad, Roma, Cenevre, Pekin, Küba gibi kentlere götürdüğü, Stalin, Togliatti, Tito, Mao ve Fidel Castro'nun arkadaşı, Federico Garcia Lorca, Pablo Picasso, Rafael Alberti ve Pablo Neruda'nın dostu bir "yüzyıl tanığı"nın, yaşamının sonunda, geriye dönup de kendisiyle genel bir "hesaplaşma" yaptığında söyledikleri bunlar. Çamaşır yıkamak, çocuk yapmak ve ağlamak için doğmuş, bir maden işçisinin kızı ve bir diğer maden işçisinin kansı olarak yaşama başlayan Dolores fbarruri, iyi aile kızlannın yeni yeni hukuk fakültesi sıralannı keşfettikleri sırada, lspanyol işçi sınıfının sessizliğini kıracak güçte bir sese sahip olduğunu fark etmiş bir kadın. Bu yüzden İbarruri, sadece işçi sınıfına ait değil, lspanyol kadınlannın mücadelesinde de daima anımsanması gereken bir isim. lspanyol iç savaşının patlak vermesinin 50. yıldönümüne yaklaşırken kutlanan "Pasionaria"nın 90. yaş gunü, îspanya'da ozel bir duyguyla karşılanıyor. Madrid'in buyük spor sar^yında bugun başta şair Rafael Alberti olmak üzere, "La Pasionaira"nm dostları, lspanyol komünizminin bu en az eskiyen simgesine, şiirli, müzikli büyük bir şölen düzenliyorlar. Bu şölene, Angola'dan, Arjantin'e, Çin'den İtalya'ya dek dünyanın dört bir koşesinden ve Avrupa Parlamentosu'ndan "La Pasionaria"nın arkadaşları katılıyor. Saygın bir mücadeleye adanmış bir yaşamı kutsamak ve " d a h a nice yıllara" diyebilmek için. Evet, "La Pasionaria" daha nice yıllara... tBARRURlİÇSAVAŞ YILLARISDA Dolores tbarruri, bir simgeydi. L'zun yıllarım sürgünde geçirdi (üstte). tBARRURlBVGÜN Kahire, Paris, Moskova, Varşova, Bükreş, Belgrad, Roma, Pekin, Cenevre gibi kentlerde geçen uzun sürgün yılları sonrası, Dolores Fbarruri 90 yaşında (soldaj. NeuYork'tan Bir yazarın havgası: Kazablanka'yu ne yuptuar? TANJU AKERSON NEW YORK Gazetelere göre, Nevv York'ta bir numaralı mahkeme olayı, geçen eylülde başlayan ve hâlâ sürup gidep Mafya davalan. Kökleri Sicilya'ya uzanan üç davadan ikisi Mafya babalannın adlarını, öteki karanlık işlerin çevrildiği îtalyan usulü pide saıan dukkanların adını taşıyor. Colombo ve Gambino adlarındaki iki dava ile " P i z a " davası birbırine paralel yüriiyor. Nevv York'taki azılı uyuşturucu madde kaçakçısı örgütlerin yargüandığı bu davalar, Mafya'ya indirilen en ağır darbe gorüntüsü alıında bayağı ilgi görmekte... Ama 72 yaşındaki yazar Murray Burnett'e göre en önemli mahkeme bu değil... En önemli mahkeme, kendisi ile ünlu film şirketi Wamer Bross arasındaki dava... Çünku kendisinden başka kimsenin savunamayacağı "Kazablanka" filminin kahramanlarını \Varner Bross'un katletmeye devam etmesini ancak mahkeme engelleyebilecek... "Kazablanka'nın kahramanlarını ben yarattım. Onları kimsenin degiştirmeye hakkı yok. Oysa Warner Bross kahramanlanrnı ona buna, televizvona falan satıyor. Farklı kisiliklere bürunmelerine yol açıyor. Bunu mahkeme yoluyla mutlaka önleyecegim" diyor... Beyaz saçlı, gozlüklü, sımsıkı bağlanmış kravatının iki yanından gömlek yakaları havaya kalkmış Murray Burnett'in burosunun duvarlarında hâlâ "Kazablanka" filminin afışi asılı.. Önde Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman, arkasında Paul Henried. Claude Rains ve Sydney Greenstreet sıralanıyorlar. Yazar Murray Burnett renkleri hiç solmayan afişin önünde konuşuyor... 1940 yılının sıcak yaz günleri... Manhattan'ın batı yakasında 54. Caddede bir apartman dairesinde o zamanlar lisede oğretmenlik yapan Murray Burnett, Hitler'in Avrupa'ya attığı ilk eli gören bir genc olarak ilk tiyatro oyununu yazıyor. Adı "Herkes Rick'in Yerine Gider..." Olay İkinci Dünya Savaşı'nda Kazablanka'da geçiyor. Oyundaki aşk öykusünün altında, dünyanın her yerindeki iyi erkek ve kadınlan faşizmin ilerleyişine karşı uyarmak ve tavır almaya çağırmak amacı yatıyor.. Broadvvay yapımcılan başta oyunu beğeniyorlar, sonra bir nedenden sahneye koymaktan vazgeçiyorlar... Oyunu o zaman için 20 bin dolar gibi büyük paralar odeyerek VV'arner Bross şirketi alıyor ve iki yıl içinde Hollyvvood'un efsanevi filmi "Kazablanka" ortaya çıkıyor. Oysa Murray Burnett, Kazablanka'yı yasamında hiç görmemiş... Hiçbir zaman da gitmek istememiş. Nedenine geünce. Kazablanka'nın içinde gerçekten Rick'in Ban diye bir yer olduğnnu du>muş... Kotü soz etmıjler. Gidip görduğunde yarattığı Kazablanka gorüntüsünün yıkılmasından korkmuş. Burnett, yıllar sonra açıklıyor o zamanlar Broadvvay'in, oyununu neden geri çevirdiğinı... Sonradan filmde Ingrid Bergman'ın canlandıracağı kadın kahraman Ilse'nin, Kazablanka'dan çıkış vizesi almak için eski sevgilisi Rick (Humphrev Bogart) ile yattığı izlenimi doğuyormuş oyunda... O dönemin Broadvvay ahlak kurallarına ters düşmüş. Murray Burnett bir gerçeği daha açıklıyor. Kazablanka'nın unlü şarkısı "As Time Goes By"ı ilk kez 1930 başında lise öğrencisiyken bir Broadvvay temsilinde duymuş. Ama "Kazablanka" filminde piyanist Sam tarafından calınana kadar kimsenin ilgisini çekmemiş. Murray Burnett, "Rick yaşıyor... Ona nasıl iftira edilebilir. Nasıl olduğundan farklı gosterilebilir? Gerçek bir kahraman o..." diye dert yanıyor ve "Kazablanka'nın devamını yazdığım" soylüyor. 1944 yılmda Rick, eski sevgilisinin kocası ile birlikte Kazablanka Havaalanı'ndan uçağa binip kaçmalarını sağladıktan sonra ne yaptı?... Savaş sonrası Rick, Lizbon'a yerleşiyor ve orada da bir bar açıyor. Kazablanka'daki Claude Rains'in canlandırdığı Polis Müdurü Renaul da peşinden geliyor. Ama sevgilisi, yani Ingrid Bergman bir daha ortahkta görunmüyor. Murray Burnett, bunun nedenini şöyle açıklıyor: "Bakın, her şes degişir... Bitmiş bir aşk öyküsuydü. Tıpkı ilk kanm gibi... Onu bugun yıllar sonra görsem yeniden, şoyle bir bakar 'geçti her şey' derira... Rick'in durumu da böyle..." Londra'dan Barselona'ya gittik RAGIP DURAN LONDRABarselona'ya gittik... Yok öyle bildiğiniz gibi değil. Uçağa, vapura ya da otobüse binmeden yapılan bir yolculuk oldu. Hava hiç de Akdeniz havası değildi. ÇevTemizdeki insanlar da Ispanyolca konuşmuyorlardı. Ama Dali, Picasso ve Miro yanyanaydılar. Çılgınlığı aşkla simyalaştıran Salvador, kendisini Pablo ile kıyaslayan bir gazeteciye "Evet, o ressam. Ben de.... Evet o İspanyol, ben de... Evet o Katalonyalı, ben de... Hayır. o komunist, ben degilim" demişti. Miro orada olsaydı, herhalde "Hadi canım sen de... Bu saydıklann önemli mi ki o kadar? Benim öldügum gün, kırk yıllık siyah beyaz 'Le Monde' gazetesi, birinci sayfasında, ilk defa renk kullanacak" derdi. Barselona, birazca Ayvalık, çokca da Paris, palmiyelerle turunçgillerin evlendiği bu kentin tarihinde Anarko sendikacıların kanı var. Bugünse, Seat fabrikasındaki işçiler, çocuklarına, dedelerinin öykulerini destanlaştırıp anlatıyorlar, anarşi felsefe kutusunda mavidir de. Sokağa dökülünce aşkın kızıl biraderi olur, hele güneşin altında, sıcağı, kireçbeyazı ve 12 telli gitarla yenerJer iç savaşta boyunlannı eğmediler. Bugun de öyle, baskılar filan gibi. Silahlı bir dışavurumculuğa yüz vermiyorlar, ama gül ne kadar kırmızı ise, Katalonyalı o kadar gururlu. Thames Nehri'nin kayısındaki kültür merkezi South Bank'ta "Barselona kentine ve sanatına saygı 18881936" sergisine gittim de bir kenti yine de en iyi sanatçılannın temsil edebileceğini gördum. Franko, Allah kahretsin, hayattaydı o zaman. 10 yıl oluyor mu? îki üç gunlüğüne haşır neşir olduğum Barselona'da kafamda huzurlu bir şapka, yüreğimde uçarı bir sıcakhk hissettiğimi hatırladım. Bu kezse, tablolara, resimlere, fotoğraflara bakıp, 'Cobla' adı verilen Katalan orkestrasının muziğini dinle>ince, üzgun, gri, kare, eski ve benzeri bilumum sıfatlara müstahak Londra'yı tuşa getirdiğimi duydum. Tablolar kı, altında, Guernıca'nın yanı sıra, üç gün üç gece uğraştıktan sonra Brigitte Bardot'nun portresini yapan Picasso'nun, kâbus çizgilerini cehnnem kokulanyla donatan Dali'nin ve çocuk safhğını bilgece ateşleyen Miro'nun imzalan var, hiçbir şe> olmasa, böyle bir bolgeden, bir asırda boylesine ihtişamh üç usta ressam çıkmışsa, Katalonya'da mutlaka bir marifet var demektir. İstanbul'u Akdeniz kıyısına çeksek ya. Kentlerin kimliği kolay eskimez, ama yine serginin gelip de 1936'da takılıp kalması üzdü beni. Yoksa "gülümsemeyle isyan" dizelerinin ozanı Lluis Llach'ın sözlerini bilmesen de anlayacağın şarkısını dinlerdin. Llach ki, Barselona'da yiızbin kişilik stadı ağzına kadar doldurur, Katalonyalının gönul silahıdır. Kulakları yüreğe çeker. Barselona'ya saygıda kusur etmedım. Ama bir kent, sadece tablosuyla, yontusuyla, resmiyle bu kadar sevihr mi? Sergiyi, o taraflardan bir yerden gelen sevgili kadınla birlikte gezmişscn. her ^cy biraz daha mavile^r. Barselona gibi vaşamak gerek Bu gömlekle bu kravat iyi gider. Bu kazağın üstüne bu mont giyilir, Bu etek bu bluza çok yakışır. Bu pantolonla bu ceket çok hoş olur. Aps dünyanın en iyi kumaşlanyla, dünya kalite standartlannda, dünyanın modada önde gelen 11 ülkesine spor giyim üretir. Türkiye bu 11 ülkeden biridir. Aps bununla gurur duyar. Bonn'dan Orient Ekspres'te Noel Orient Ekspres Avrupalı için hâlâ tüsımlı bir ad. 1883 ile 1939 yılları arasında Parislsıanbul arasında işleyen bu efsaneleşmiş tren, hâlâ konfor, lüks ve macera simgesi. ULYA UÇER ~ aps gıyın, ıyı gıyının. • aps O s m a n b e y Samanyolu Sok.. 42/" O.manbc\Ktanbul l d I4h 65 22 14S 56 69 Iclc\: 26Ü.M Nırc ır • a p s Be\azit Marmara Çarşısı No: 1 Beyd^ıtİ,!anbul T.l 522 7S 99 •aps Bostanci Fabrika Sattş Mapiiisı İ<^;renko> kiUiağı Kadıkov otobana\ı bıtışığı Ankara a.slaltıİsunbul Tel. 361 12 53 161 14 ) GUZEL BİR MEKTUP HASSAS 6IR KALEM BONPs Noel iyice yaklaştı. Hıristiyan âlemi, bugun ikinci "advent'i kutluyor. Advent, Latincede vaklaşmak, gelmek anlamındaki "Advenire" sozcuğünden geliyor. İsa'nın doğduğu gun olarak kabul edilen 24 aralığın oncesindeki dort pazarı kapsayan doneme \erilen ad ve İsa'nın dünyaya gelişinın habercisi olarak kutlanıyor. Noel öncesi bu dönemin geleneksel kutlanışı her pazar bir mum daha ekleyerek, Noel'e kadar çam yapraklarından örülme buketi dört muma tamamlamak ve advent pazarlarında çaylı kahveli aile toplantılarında bir araya gelmek. Ama artık insanlar yüzyıllardır süre gelen bu iddiasız eğlencevle yetinemiyorlar. Noel döneminin gelişmiş endustri toplumlarında kutlanışı artık çok daha çe>itli. En belirli eğlence kuşkusuz tüketım: onun da bolluk toplumlarında binbir turü var. Şu gunlerde mağaza vitrinlerine sıralanan maddi tuketim malları dikkati çeker de, nedense aynı donemin eğlence tüketimi ve şenlikleri pek fark edilmez. Oysa Noel, tum oteki bayramlar gibi sırf dini bir tören olmaktan çoktan çıktı. Turizm ve eğlence endüstrisi, aralık ayında Noel vaklaşırken yoğunlaşan tatil gunlerinde insanlara yeni yeni şenlikler, eğlence türleri sunmak için sıkı bir rekabet içinde bulunuyor. Örneğin dini törelerle, aile toplantılarıyla pek arası olmayanlar için kış sporları ve kayak merkezlerine geziler! Dini butunler için de kesesine göre ünlü manastırlara, katedrallere kutsal günlerde geziler ya da doğrudan Vatikan'da bir Noel. Bu tur geziler, Almanyada harcıâlemden sayılıyor. Bir de parasını nereye harcayacağını bilemeyen "seçkinler" var. Onlar her yıl bir yenilikten otekine koşuyoı. Bü yılııı yeniliği, şimdilik çok kuçük bir grup için hazırlanan Orient Ekspress'te Noel hazırlığı oldu. Orient Ekspress, Avrupalı için hâlâ tılsımh bir ad. 1883 ile 1939 yılları arasında Paris İstanbul hattında işleyen bu efsaneleşmiş tren, hâlâ konfor, luks ve macera simgesi. Birçok romana ve filme konu olan Orient Ekspress, I939'dan beri seferden kalktı, ama hâlâ o kadar çekici ki. işini bilır bir Isviçreli iki >ıl once trenin hurdaya çıkarılan vagonlarını satın alıp restore etmiş, eski haline getirerek Paris İstanbul arasında adam başına 5 bin dolar karşılığı vılda birkaç sefer yapıyor. Paris İstanbul seferleri kışın yok. Ama İsviçreli firma. bu tılsımh addan sonuna kadar yararlanmak niyetiyle bu yılın advent pazarlarında yeniden sefere soktu. Adı yine Orient Ekspress, fakat bu kez Paris İstanbul arası değil Karaormanlar'daki karla kaplı pitoresk köyleri turluyor. Almanya'nın en unlu beş restoranıyla anlaşma yapılmış, sabahtan akşama dek antika sofra servisleriyle en leziz yıyecekler, kristal bardaklarda en seçkin içkiler sunuluyor. Orkestıa eşliğinde dans ediliyor. Ya da kumar oynanıyor. Gezıvi duzenleyen turizm firması, Orient Ek^press'in tarihi vagonlarını yüz>ıl başının dekorlarıyla suslerken, muşterilerinden de aynı ozeni ve aynı dekoru bekliyor. Yolculuğa katılanlar için kıvafet mecburiyeti konmuş, erkeklerde snıokın veya cekctatay. kadınlar icin de uzun kokteyl elbisesi. Avrupa'da para haıcamanın bir sanat olduğıı soylenir, para harcatmak da heıhalde daha buyuk bir sanat oKa gerek. 1«
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle