25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

13 TEMMUZ 2007 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR Mahkeme, TMSF’nin Medya Grubu şirketlerini devralmasına ilişkin yürütmeyi durdurdu ‘El koyma hukuka aykırı’ İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin yürütmenin durdurulması konusunda verdiği ret kararına yapılan itirazı değerlendiren İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, oybirliğiyle TMSF’nin devir alma işleminin hukuka aykırı olduğuna karar verdi. Kararda Merkez Grubu’nun yükümlülüklerini zamanında yerine getirdiğine dikkat çekilerek “5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 134. maddesinin d bendinin olaya uygulanmasına hukuken olanak bulunmamaktadır” denildi. Ekonomi Servisi İstanbul Bölge İdarie Mahkemesi, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF), Sabah gazetesi ve atv’nin de aralarında bulunduğu Medya Grubu şirketlerini temettü hariç ortaklık haklarıyla yönetim ve denetimini devralmasına ilişkin yürütmeyi durdurdu. Mahkeme kararında, Merkez Grubu’nun yükümlülüklerini zamanında yerine getirdiğine dikkat çekilerek TMSF’nin devir alma işleminin hukuka aykırı olduğu belirtildi. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, işadamı Turgay Ciner ile Park Yatırım Holding’in, Medya Grubu şirketlerinin devir alınmasına ilişkin işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açtığı davada, İstanbul 6. İdari Mahkemesi’nin yürütmenin durdurulması konusunda verdiği ret kararına yaptığı itirazı değerlendirdi. Bölge İdare Mahkemesi’nin oybirliğiyle aldığı kararda, TMSF’nin işleminin, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 11. maddesi ile 134. maddesine dayanılarak yapıldığı anımsatılarak Merkez Grubu’nun yükümlülüklerini zamanında yerine getirdiğine dikkat çekildi. Mahkeme kararında, Dinç Bilgin’in 16 Mart 2007 tarihli dilekçesiyle, Turgay Ciner ile imzalanan 12 Haziran 2002 tarihli protokol ile 8 Ağustos 2002 tarihli sözleşmeyi TMSF’ye sunduğu, TMSF’nin de Merkez Grubu ile 3 Mayıs 2005 tarihinde anlaşma yapılması sırasında var olan bu belgelerin “gizlendiğini’’, “yanıltma’’ yapıldığını, “Dinç Bilgin’in Merkez Grubu da dahil olmak üzere tüm medya sektöründe Turgay Ciner ile ortak olduğunun anlaşıldığını’’ gerekçe göstererek devir alma işlemini gerçekleştirdiği anlatıldı. Azgelişmişliğin Ahlakı (Ahlaksızlığı) na saygı, ortak iş yapma ve yaşama, laiklik, demokratiklik gibi değerler bu ahlakın esaslarını oluşturur. ??? Henüz gelişmelerini tamamlayamamış, azgelişmişlik sürecinde kapana kısılmış ülkelerde insanlar, feodal değerlerden kopmuş ama kentselendüstriyel değerleri yeterince benimseyememiştir. Feodal değerlerden koptukları için, ne vefa, ne sadakat, ne din, ne iman, ne ağa, hatta ne de aile ve aşiret artık önemlidir. Buna karşılık kentselendüstriyel düzenle yeterince bütünleşemediklerinden ne başkalarının hakları ve inançları, ne ortak yaşam, ne zamanın değeri, ne laiklik, ne demokratiklik, ne hukuk, ne de anayasa önemlidir. Feodal değerlerden kopmuş, kentselendüstriyel değerleri benimseyememiş kişilerin bir tek değeri vardır: Para! ??? Turgut Özal’ın “Ben Müslümanın zenginini severim, benim memurum işini bilir, anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz” sözleriyle teşvik ve istismar ettiği, Türkiye’ye yerleştirmeye çalıştığı ahlak düzeni işte budur. Bu ahlak düzeninde politikacılar ülke çıkarlarını değil ceplerini, entelektüeller fikir namusunu değil iç ve dış egemen güçlerle ilişkilerini, vatandaş da bu durumda vatanı ve milleti değil, (haklı olarak) geçimini düşünür. Bugünkü iktidar partisi AKP’nin, gelir dağılımını bozan, yandaşlarına çıkar sağlayan, emperyalistlerin emrinde yürütülen ekonomik ve mali politikalar izlemesine karşın, oy avcılığı yapmak için, seçmene sadaka kabilinden yaz ortasında kömür ve erzak dağıtmasının temelinde yatan öğe, bu ahlakın (ahlaksızlığın) siyasette istismarıdır. Ona destek veren entelektüellerin tutumu da aynı ahlak (ahlaksızlık) değerlerini yansıtmaktadır. İşte Türkiye’nin içten yönetilemeyişinin en önemli nedenlerinden biri bu toplumsal ahlak (ahlaksızlık) düzenidir. C 5 ‘AKSAMA YOK’ Kararda, Satel Sabah Televizyonu (atv) ve Bilgin Yayıncılık AŞ’nin daha önce lisans sözleşmeleri kapsamında Merkez Grubu’na kullandırılan mal, hak ve varlıklarının 6 aylık taksitlerle 10 yılda ödenmek üzere 433 milyon dolara Merkez Grubu’na devredilmesi konusunda grup ile TMSF arasında 3 Mayıs 2005 tarihinde bir anlaşma imzalandığı kaydedildi. Davacı tarafın da Bilgin’in sundu ğu protokol ve sözleşmenin hükümsüzlüğünün tespiti için İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’ne dava açtığı belirtilen kararda, davada söz konusu sözleşme ve protokolün, kendi adına asaleten, Dinç Bilgin adına vekâleten Önay Şevket Bilgin tarafından imzalanan 10 Aralık 2002 tarihli protokolle 3 Nisan 2003 tarihli teslim ve imha protokolüyle iptal edildiğine ilişkin belge sunulduğu ifade edildi. Sorunun 12 Haziran 2002 ve 8 Ağustos 2002 tarihlerinde imzalanan protokol ve inanç sözleşmesinde düğümlendiği belirtilen kararda, olayın çözümünün ise İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin dosyasının sonucuna göre belirleneceği anlatıldı. Kararda, şunlar kaydedildi: “Davalı idarenin İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin dava dosyasında verilecek kararı esas alarak işlem tesis etmesi gerekirken, bu husus göz ardı edilerek yargı kararı niteliğinde işlem tesisine gidilmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu aşamada 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 134. maddesinin d ben dinin olaya uygulanmasına hukuken olanak bulunmamaktadır. Diğer taraftan, Turgay Ciner’e ait Merkez Grubu şirketleri tarafından TMSF ile imzalanan 3 Mayıs 2005 tarihli anlaşmanın yükümlülüklerinin aksatıldığı veya yerine getirilmediği yönünde herhangi bir tespit dosyaya sunulamamakta olup, Turgay Ciner veya Ciner’e ait Merkez Grubu şirketleri tarafından Dinç Bilgin’e veya Bilgin şirketlerine kaynak aktarıldığı veya Dinç Bilgin ile Turgay Ciner ortaklığının devam ettiği kesin ve tereddüt doğurmayacak şekilde ortaya konmaksızın hukuki dayanaktan yoksun olarak tesis edilen dava konusu işlem bu yönüyle de hukuka aykırıdır ve uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararlara sebebiyet verebilecektir.’’ İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin yürütmenin durdurulmasına ilişkin istemin reddi konusundaki kararının kaldırılmasına, itirazın kabulüne hükmeden mahkeme, dava konusu işlemin teminat aranmaksızın ve dava sonuna kadar yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Yayımlanmayan haberin kaynağını arıyorlar Aykut KÜÇÜKKAYA İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörlüğü, “gazetecilik kuralları çerçevesinde açıklamadığımız haber kaynağımızı” tespit etmek için “soruşturma” başlattı. İÜ yönetiminin, gazetemizin yayımlamadığı haberin kaynağını bulmak için başlattığı soruşturma kapsamında “tanık olarak” ifademize başvurmak istemesi ise dikkat çekti. İÜ Rektörlüğü’nün “gazetecilik etik kurallarını hiçe saymamızı isteyen” yazısına kadar üç aylık süreç, özetle şöyle gelişti: 27 Mart 2007 tarihinde İÜ Rektörlük Binası’nda Rektör Prof. Dr. Mesut Parlak, rektör yardımcıları Prof. Dr. Şafak Ural ve Prof. Dr. İrfan Papila’yla birlikte iki öğretim üyesinin de hazır bulunduğu bir söyleşi yaptık.Rektörlük makamında yaptığımız bu söyleşi, bizzat Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ural tarafından teybe kaydedildi. Söz konusu söyleşide konu bir ara YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in, Rektör Parlak’a 25 Temmuz 2006 ta ? İÜ yönetimi, gazetemizin yayımlamadığı bir haberin kaynağını bulmak için başlattığı soruşturma kapsamında “tanık olarak” ifademize başvurmak istedi. ? Yaptığımız söyleşinin ardından tutanak tuttuğu resmi yazıyla anlaşılan İÜ Rektörlüğü, soruşturma sırasında gazetecilik etiğini hiçe saymamızı isteyen bir yazıyı tarafımıza gönderdi. rihinde gönderdiği resmi yazıya geldi. Yazıda, “Üniversiteniz Rektörlüğü’nün 31.03.2006 tarih ve 144427 sayılı yazısı ile anayasanın 9., 10. ve 137. maddelerinin ihlal edilerek Rektör Yardımcısı Prof. İrfan Papila’nın eşi Prof. Çiğdem Papila’nın 12 yıl ve 9 yıl önceki sicillerinin değiştirilmesinin yazılı olarak İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin o zamanki dekanına emredilerek sicillerinin düzeltildiği” iddiasının incelenmesi isteniyordu. APORU KİM VERDİ?’ Bu sırada aynı konuyla ilgili elime ulaşan bir belgeyi ‘R göstererek hem Rektör Parlak’a hem Rektör Yardımcısı Papila’ya, “böyle bir olayın etik olup olmadığı” sorusunu yönelttim. Bu soruma tatmin edici bir yanıt alamazken “sicil raporunun kim tarafından verildiği” sorusuna muhatap kaldım. İÜ yönetimine, “Gazetecilik kuralları çerçevesinde haber kaynağımı açıklayamam” yanıtını verdim. İÜ’nün üst düzey 5 yöneticisiyle yaptığım iki saati aşkın söyleşiyi Yazıişleri’yle paylaştım ve haberleştirmeme kararı aldık. Görüşmeden yaklaşık üç ay sonra soruşturmacı sıfatıyla İÜ Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tahsin Akalp’in imzasını taşıyan 20 Haziran 2007 tarihli “gizli” damgalı bir yazı aldım. Akalp’in yazısı şöyle: “Üniversitemiz Rektörlük makamında 27.03.2007 Salı günü yaptığınız görüşme sırasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çiğdem Papila’ya ait sicil raporunun sadece Dekanlık makamına ayrılmış kısmının doldurulmuş olduğu halde uhdenizde bulunduğu ve söz konusu sicil raporunun kim tarafından tarafınıza verildiği sorusuna haber kaynağınızı açıklayamayacağınız gerekçesiyle cevap vermediğiniz hakkında tutulan tutanak üzerine Devlet Memurları Sicil Yönetmeliği’nin 27. maddesi ile memurların sicilleriyle ilgili her türlü yazışma, evrak ve belgelerin sevkinde ve sicil raporlarının muhafazasında gizliliğe riayet edilmesi ve Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun 21. maddesi ile ilgiliden izin alınmadan üçüncü kişilere açıklanamayacağı hükmü gereğince, İÜ Rektörlüğü’nce Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin 17. maddesi gereğince ilgililer hakkında disiplin soruşturması açılmıştır.” DAVETİ REDDETTİK Söyleşinin ardından “tutanak” tutulduğu anlaşılırken Akalp’in yazısında soruşturma kapsamında “tanık sıfatıyla ifadenize müracaat etmek gereği doğduğu” ifadesine yer verildi. Böylece, yaklaşık üç buçuk aylık süreçte “ilgilileri (gazetecilik diliyle haber kaynağımızı) bulamayan” İÜ Rektörlüğü’nün atadığı soruşturmacı yetkili tarafından “haber kaynağımızı açıklamak üzere üniversiteye davet” edilmiş olduk. Bu daveti de gazetecilik kuralları çerçevesinde kabul etmedik. aha önce bu sütunda “Niçin dışardan yönetiliyoruz” diye sormuştum. İlk yazımda bu sorunun yanıtının “Çünkü içerden yönetilemiyoruz” olduğunu belirtmiştim. İkinci yazımda içerden yönetilememizin nedenlerinin, azgelişmişlik ve emperyalizm olduğunu söylemiştim. Azgelişmişliğimizin sonuçlarını ve biri Batı, öteki Arap emperyalizmi olarak iki emperyalizmin etkilerini irdelemeye çalışmıştım. Bugün üçüncü yazıyı yazıyorum. Bu yazıda azgelişmişliğin ahlakı, ya da daha doğru bir deyişle “ahlaksızlığı” üzerinde durmaya çalışacağım. ??? Toplumların ahlak düzenleri, içinde bulundukları üretim ilişkilerine göre biçimlenir. Örneğin dintarım nitelikli feodal toplumlardaki ahlak düzeni feodal ahlaktır. Kentsel endüstri toplumlarındaki ahlaka, kentselendüstriyel ahlak diyoruz. Feodal ahlak , toplumdaki yönetici sınıf olan toprak ağaları ve din adamları ile yönetilen sınıf olan köylüler arasındaki ilişkileri düzenler. Dintarım toplumlarındaki birlikte yaşama koşullarını belirler. Doğal olarak din kaynaklıdır. Kentselendüstriyel ahlak, yönetici sınıf olan sermayedarlar ile işçiler arasındaki ilişkileri düzenler. Kent toplumlarındaki birlikte yaşama koşullarını belirler. Din kökenli feodal ahlak kurallarının gelenek ve göreneklere ilişkin olanlarının bir bölümü korumakla birlikte, laik, demokratik, hukuk kurallarını belirleyen anayasalardan güç alır, medeni hukuk, ticaret hukuku, ceza hukuku ile desteklenir ve pekiştirilir. ??? Her ahlak sistemi kendi içinde tutarlıdır. Örneğin feodal ahlakta, dine, aileye, aşirete, ağaya bağlılık, vefa, sadakat, gibi kavramlar bu ahlakın temel direkleridir. Örneğin kentselendüstriyel ahlakta, başkalarının zamanına, haklarına ve inançları D ekongar?cumhuriyet.com.tr; www.kongar.org Türkiye özür bekliyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi Yorgo Yenimatas, Yunanistan Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen bir seminerde, Türkiye’yi bölünmüş olarak gösteren haritanın açılmasıyla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgiye göre, Dışişleri Bakanlığı’na çağrılan Büyükelçi Yenimatas’a, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Vekili Büyükelçi Haydar Berk tarafından olayla ilgili olarak Türkiye’nin tepkisi iletildi. Kaynaklar, aynı yöndeki bir girişimin Türkiye’nin Atina Büyükelçiliği’nce yapılmasının da öngörüldüğünü bildirdi. Gazetelerde yer alan haberlerde, Yunanistan Genelkurmay Başkanlığı tarafından 37 Temmuz günleri arasında Atina’da düzenlenen kriz yönetimi seminerinde, Prof. Mazis isimli bir katılımcının, daha önce ABD ve NATO savunma kolejlerinde kullanılan ve Türkiye’yi bölünmüş gösteren bir harita açarak Türkiye ile ilgili yorumlarda bulunduğu bildirilmişti. Bunun üzerine toplantıyı izleyen Türkiye’nin Atina Askeri Ataşesi Kurmay Albay Atilla Şirin’in haritaya sert tepki gösterdiği, ne Mazis’in konuşmasının ne de haritanın gerçekleri yansıttığını belirterek toplantı salonunu terk ettiği kaydedilmişti. ncelikle OYAKBANK’ın satışıyla bazı arkadaşlarımız konuyu yeniden gündeme getirdiler, OYAKBANK’ın satışını kendi tezlerini doğrulayan (bayram yaparcasına) kanıt olarak sundular ve şu görüşleri yinelediler: “Bak, gördünüz mü, işte ulusal sermaye dediğiniz OYAKBANK bile uluslararası sermaye oldu; ulusal sermaye yoktur, özellikle büyük sermayenin hepsi işbirlikçi karakterdedir, sanki ulusalmış gibi görünür, ama her an uluslararası, yabancı sermaye oluverir... TÜPRAŞ konusunda da bu böyleydi. ‘Satılacaksa ulusal sermaye alsın bari’ görüşünün yanlış olduğunu söyledik.. İşte şimdi de OYAKBANK’ın satışı bunu kanıtlıyor... Yarın da TÜPRAŞ satılır!” Bu görüşü savunanlar genellikle iktisatçı, siyasi tutumları da sosyalist. Aslında Başbakan Erdoğan da bu teze destek veriyor. Erdoğan, PETKİM’in satışı ile ilgili, sermayenin rengi, milleti olmaz, sermaye sermayedir diyerek, bir başka açıdan “sosyalist iktisatçılar”la birleşiyor... Bu konu aslında hiç de öyle karmaşık değil. “Ulusal sermaye” vardır, bazı iktisatçıların ileri sürdüğü gibi, sadece KOBİ’ler düzeyinde değil, en büyük sermaye düzeyinde de vardır! Kapitalizm çağında, kapitalist devletler ve ulusdevletler dönemi sürdüğü sürece de ulusal sermaye olacaktır! Yani sermayenin yüzergezerliği dışında, bir kısmı “kimliksizleşmesine” (mesela İsviçre bankalarındakiler) rağmen, mut Ö CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Ulusal Sermaye Var mı? Yani, “teorik” olarak baktığımızda, yerli sermaye uluslararası sermayeye dönüşmedi! Ülkemizdeki toplam “yerli (veya ulusal) sermaye”den bir azalma olmadı! O yerinde duruyor. ??? Bu saptamadan sonra, konunun diğer yönleri, toplumsal yanı, bankacılık yönü vb. tartışılabilir. Örneğin: Acaba hangisi değerli, OYAKBANK mı, yoksa 2.7 milyar dolarlık likit para mı? Şüphesiz, bir banka kurup onu OYAKBANK gibi bir büyüklüğe ulaştırmak kolay değil. OYAKBANK’ın içinde yoğun emek var. Olmasa zaten değeri düşük olurdu. OYAK’ı alan şirket, bu kurumu büyütebilir, daha değerli hale getirebilir veya Türkiye’de rekabet edemez, bankaya değer yitirtir, zarar eder. Buna karşılık OYAK Holding elindeki nakit 2.7 milyar doları, OYAKBANK’tan daha değerli başka yatırımlara dönüştürebilir! (Veya dönüştüremez, hatta batırır!) OYAK’çılar, bankalarını büyütmek, da laka bir “toplanmadağılmaoperasyon yeri” (ulusallık!) olmak zorundadır!.. ??? Sanırım sermaye tanımlamada çok basit bir “farklı anlama, tanımlama” söz konusu... Şüphesiz, “sermaye”nin onlarca çeşidi var... entelektüeli, yeşili, karası, kayıtlısı, sabiti, yüzergezeri, likiti, kazık çakmış olanı, kayıtsızı, örtülüsü, sosyali, yeraltılısı... Fakat basitçe ve en genel anlamıyla, “bir ekonomikticari faaliyetin gerçekleştirilmesinde kullanılabilecek, mübadele edilebilir her türlü değeri; parayı, malı mülkü, taşınabilir veya taşınmaz her şeyi sermaye” olarak tanımlamak mümkün. İşin ayrıntısı ve teorisi, iktisatçıların tekelindedir! Bu açıdan baktığımızda, nasıl OYAKBANK bir “sermaye” ise dönüştürüldüğü 2.7 milyar dolar da bir sermayedir! Birine belki “sabit” derseniz, diğeri de likit haldedir! O halde, OYAKBANK aslında bir mübadeleye konu oldu. OYAKBANK “uluslararası sermaye” olurken, karşılığı 2.7 milyar dolar ise “yerli” olarak yerinde duruyor! ha değerli hale getirmek konusunda bir perspektifleri ve güçleri olmadığını gördülerse, üstelik büyük rekabet karşısında bankalarının değer yitireceğini düşündülerse satmakla iyi ettiler bile denebilir! Zaten bütün sorun da burada: Biz meydan okuyucu değiliz! Aman şu malımız biraz değerlenmişken satalım, düşüncesindeyiz! İlaçta da bu durumu yaşadık. ??? Burada temel bir sorunumuz var; bizim para alışverişiyle uğraşan patronlar kesimi, öteden beri zayıf ve korkak... Geçmişte gördüğümüz gibi, bazı açıkgözler bankaları düzenbazlık aracı olarak kullandı ve kişisel zenginlik kaynağı olarak gördü. Oysa finans sektörü, en büyük güçtür! En iyi para kazanma, zenginleşme aracıdır, tabii ki doğru kullanmasını bilirsen! Yunan finans sektörü sadece Türkiye’de değil, Balkan ülkelerinde de hızla yayılıyor. İtalyan, Amerikan, Alman, Hollanda, Belçika, İsviçre... finans sektörüyle dünyaya durmadan yayılıyor. En büyük para, güç, iktidar bu sektörde! Bizler ise bu sektörden kaçıyoruz! Sorun burada! Bu sektörü büyük ölçüde yabancıların eline verdiniz mi, sorun başlıyor! Akbank yöneticileri, bu açıdan ülkenin, iktidarın dikkatini çekiyor durmadan! Peki, PETKİM ve diğer ulusal varlıklar?.. ‘Erdoğan kardeşimle 2003 yılında görüştü’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2003 yılının Mayıs ayında, kardeşi Hakan Uzan ile görüştüğünü iddia etti. Uzan, bir televizyon kanalında gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Başbakan Erdoğan’ın belden aşağı vurduğunu belirten Uzan, bütün mallarına el konmasına karşın “mağdur” rolü oynamadığını kaydetti. Kardeşi ile Erdoğan arasında bir toplantı gerçekleştiğini ileri süren Uzan, görüşmenin içeriğinin açıklanmasının istenmesi üzerine ise “Buradan Tayyip Erdoğan’a soruyorum. Mayıs 2003’te benim kardeşimi Tayyip Erdoğan Başbakanlık’taki makamına çağırdı. Ne konuştu açıklasın. Kimler vardı, ne söyledi açıklasın. Ben devamını açıklarım” diye konuştu. obursali?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear