Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
18 Yrd. Doç. Dr. Elif Hatun KILIÇBEYLİ Çukurova Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Türkiye ile Rusya arasında işbirliği üzerine düşünmek… C S TRATEJİ Cumhuriyet Strateji 4 Ağustos 2008 / 214 R usya’da stratejik kültür, kendi karakteristiğinde yüzyıllardır şekillenerek gelişmiştir. 17. yüzyılda jeopolitik arka planda kendi ‘Büyük Rusya’ ‘Velikaya Rassiya’ stratejisini ortaya koyan ve buna paralel dış politik uygulamalarını genişleten Rusya, farklı 3 yönde kendi sınırları ötesinde siyasal değişimleri yapabilmeye ve etkilemee yönelmiştir. Büyük Rusya’ ‘Velikaya Rassiya’ ideali, Batıda Baltık bölgesinden Karpat dağlarına kadar, güneyde Tuna nehrinden İran dağlarına kadar ve doğuda Volga kıyılarından Altay dağlarına kadar geniş bir coğrafik alanı hedeflemişti. Siyasi ve askeri yönetim gücüne sahip olan Çarlık Rusyası, belirlediği bu üç farklı bölgeye doğrudan askeri olarak müdahale edebileceğine ve kendi çıkarlarına uygun siyasal değişimi yapabileceğine inanmaktaydı.(1) Bu 3 farklı yöne aynı anda hem siyasi hem de askeri müdahaleyi yapabilme becerisine ise sadece Rusya sahipti. Rusya’nın bu açılımlarına karşılık, 1923 ten itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nde barışa yönelik stratejiler, dış politik gelişmelerde öncelikli olarak yer almıştır. Mustafa Kemal tarafından oluşturulan askeri stratejiler, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını korumak ve sınır ile ulus güvenliği için özellikle sorun olabilecek güney sınır bölgelerinde sınırdaş ülkelerle barış anlaşmaları yolu tercih edilmiştir. 1923’den bugüne ise kuzey, güney ve doğu sınırlarında herhangi bir sınırdaş ülke ile çatışma yaşanmamış; Kıbrıs ve Ege denizi gibi ulusal davalarda sıklıkla yaşanılan Yunanistan ile ufak çatışmalar ve anlaşmazlıklar başta NATO ve ABD’nin de dönem dönem aracı olması nedeniyle diplomatik yollarla çözülmüştür. 2003’den itibaren Türkiye hükümeti kendine özgü yollarla Türk Dış Politikasında farklılıklar yaratma yolunu seçerek, Avrasya A stratejik kültürü arayışı Avrasyacılık üzerine Rusya’da geçmişe dayanan çalışmalar bulunuyor. Bunlar bir dönem ders kitaplarında okutulan konular arasına da girmişti. Birçok Rus düşünür konu üzerine çalışmalar yapmış, sistematik teoriler dahi geliştirmişti. klasik ve uygulanagelen diplomasiden uzak tutum ve davranış içinde olmuşlardır. Hem Türkiye hem de Rusya, geleneksel olarak askeristratejik deneyim, beceri ve öngörü sahibi olan devletlerdir. İki devlet arasındaki ortaklıkların daha derinleşmesi ve Ortadoğu’yu içine alan Avrasyacılık hareketinde de daha yakın olarak ortak fikir oluşturmaları yönünde gelişmeler olduğu takdirde bölgede barış daha yakın olabilecektir. 1920 yılından başlayarak Sofya’da, sonra Prag’da yayınlanan dergilerle Avrasyacılık EntellektüalizmEntellektüalizma Yevrazitva ’inin temeli oluşturulmuştur. Bu çalışmalar daha sonra Paris’te ve Berlin’de yine aynı entelektüel grup tarafından hazırlanmış kitaplar, derlemeler ve almanaklar şeklindeki yayınlarla devam etmiştir. Bu ekolün esas görüşleri 1926 yılında Paris’te N. Trubetskoy’un derlediği ‘Avrasyacılık: Sistematik Tanımlama Denemesi –Yevrazistva: Opıt Sistematiçeskaya İzlojeniyabaşlıklı bir manifestoda yoğun olarak ifade edilmiştir. Merkezden uzaklaştıkça Rus kültürü Asya ve Avrupa kültürüne yakınlaşmakta ama onlarla ne özdeşleşmekte ne de kaynaşmaktadır. Bunu fen bilimci Avrasyacılar, laboratuar ortamında ortaya konan bir deneyde ‘kimyasal bir reaksiyon’ olarak nitelendirmişlerdir. Avrasyacılar, Avrupa uygarlığından onları ayıran ve pek çok farkı belirleyen Rusya’nın politik temelinin Moğollar tarafından atıldığına inanmaktadırlar. VRASYA TANIMI Putin İkinci Dünya Savaşı sonrasında SSCB’de Hruşçov döneminde ders kitaplarında da Avrasya tanımı bulunmaktaydı. Burada ideolojik açılımlar yerine sosyokültürel değerine yer verilmiştir. Çocuk ve gençler için hazırlanan serbest okuma kitapları ve/veya dergilerde ise ‘hümanizma’ya paralel olarak aynı coğrafyada yaşayan farklı kültür, din, dil, etnisitenin bir ‘Avrasya doğası’ olarak idealize edilmiştir. Bu dönemde Avrasyacılık, sosyokültürel gelişime küçük adımlarla devam etmiştir. Oysa ki başlangıcında Avrasya’dan Rusya İmparatorluğu’nun sınırları içinde bir kültürelpolitik kontinyum olarak bahsedilmeye başlanmıştır. Bu akımın ideologları arasında filolog ve dilbilimci N. Trubetskoy, müzik bilimci ve yayıncı P. Suvçinski, coğrafyacı ve ekonomist P. Savitski, hukukçular V. İlin ve N. Alekseyev, filozof G. Florovski, tarihçiler M. Şahmatov, G. Vernadski ve L. Karsavin yer almaktaydı. 1920 yılından başlayarak Sofya’da, sonra Prag’da, Paris’te ve Berlin’de bu kişiler tarafından hazırlanmış kitaplar, derlemeler ve almanaklar çıkmaya başlamıştır. Bu ekolün temel görüşleri 1926 yılında Paris’te N. Trubetskoy’un redaksiyonu altında yayımlanmış olan "Avrasyacılık. Sistematik tanımlama denemesi Yevrazistva.Opıt sistematiçeskava izlojeniya" başlıklı manifestoda en yoğun şekliyle ifade edilmiştir. Bilim adamlarının ilgilerinin merkezinde, "ayrı, özgün, bütünsel ve organik bir dünya oluşturan ve "ilahi bir irade" ile tarihte kendi özel yolundan gitmesi kararlaştırılmış olan RusyaAvrasya" yer almaktaydı. N. Trubetskoy şöyle yazıyordu: "Düşüncelerimizin tüm anlamı ve esprisi şurada ki, biz özel bir AvrasyaRus kültürünün ve onun özel öznesinin senfonik kişilik olarak varlığını kabul ve ilan ediyoruz". Bu kişilik ne Slav ne de Turanlı (aslında biyolojik ataları arasında her ikisi de mevcuttur) değil, kültüründe Slav, Türk ve Bizans ögeleri taşıyan Rustur. Merkezden uzaklaştıkça Rus kültürü Asya ve Avrupa kültürüne yakınlaşmakta ama onlarla özdeşleşmemektedir. Kültürel ve coğrafi bir bütün olarak Avrasya tarihinin belkemiğini, ana karayı Pasifik Okyanusu’ndan Karpatlar’a kadar kat eden Büyük Bozkır oluşturmaktadır. "Bozkıra hükmeden, Avrasya’nın politik ve kültürel birleştiricisi olmuştur". İlk defa Avrasya kültür dünyası bir bütün olarak Cengizhan’ın İmparatorluğu altında birleşti (daha sonra onun yerini önce Kazan Hanlığı ve ardından da Moskova Rus devleti aldı); üstelik "sancısız, yumuşak bir süreç içinde Rus devletinin sınırları Moğolistan İmparatorluğu’nun sınırlarıyla çakıştı". Avrasyacılar 1917 devrimini arınma ve Rus kültürünün "bozkır ruhunun" doğuşu olarak, yenilenmiş ve güçlü Avrasya’nın oluşum sürecinin başlangıç noktası olarak kabul ettiler. Bu hareketin taraftarları Slavofillerle bu noktada akrabalıklarını kabullenerek medeniyete ve Avrupa kültürüne karşı katı muhalefet içinde kaldılar: "... RomenGermen dünyası bizim en büyük düşmanımızdır... RomenGermenler sadece kendilerinin insan olduklarından o kadar emindiler ki, kendilerini ‘insanlık’, kendi kültürlerini ‘insanlık medeniyeti’ ve nihayet şovenizmlerini de