22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cumhuriyet Strateji 4 Ağustos 2008 / 214 Ayhan AYKANAT Araştırmacı Avrupa, ABD ve Rusya çıkarlarını sağlama almaya çalışıyor… C S TRATEJİ 11 makamlarının tanzim ettiği belgelerin geçerliliğinin kabulünde İngiltere ve AB Komisyonu, Ortaklık Antlaşması hükümlerinin Ada’nın fiili bölünmüşlüğü ile değerlendirilmesi gerektiği görüşünden yola çıkarak, Antlaşmanın Ada’nın bütün topluluğunun çıkarlarına adil bir biçimde hizmet edecek şekilde yorumlanması gerektiğini ileri sürmüş, ancak bir yandan da bu durumun KKTC’yi tanıma anlamına gelmediği de belirtilmiştir. Fiilen Ada’da varlığını sürdüren, kendine ait egemenlik sahası bulunan İngiltere, bu egemenlik alanını AB dışında tutmayı başarmış olarak Kıbrıs Adası’ndaki üç egemen yapıdan birinin en güçlü ortağı konumundadır. AB’nin politik ve ekonomik olmak üzere iki yönlü bölünmüşlüğünün en açık örneklerinden birisi, AB’nin siyasi kararlarının aksine İngiltere ve Almanya’nın KKTC’den ihracat yapma ısrarı olmuştur. AB genelinde KKTC ürünlerinin dolaşımı teorik olarak mümkün olsa da, pratikte karşılaşılan maliyet gibi unsurlar nedeniyle yaşanan ciddi sıkıntılar 1 Mayıs 2004 yılında yapılan Katılım Ortaklığı Anlaşması’nın ekinde yer alan "Yeşil Hat" tüzüğüyle aşılmak istenmiştir. KKTC topraklarında üretilen mal ve hizmetlerle, kişilerin dolaşımı düzenlenerek, ihraç ürünleri için KKTC Ticaret Odası’nın vereceği belgelerin geçerliliği kabul edilmiştir. Bu düzenlemeyle AB siyasi olarak tanımadığı bir devleti ticari faaliyetlerde otorite olarak kabul etmektedir. KKTC Ticaret Odası verileri ise bu uygulamanın KKTC ekonomisine ciddi katkılar sağlamadığını ortaya koyar. K ıbrıs Sorunu’na gerçekçi bir yaklaşım için öncelikle soruna konu olan Ada gerçeklerinin farklı yönlerini, tarihsel ön kabullerin dışında ortaya koymak gerekir. Kıbrıs sorununun tarihsel derinliği kuşkusuz çok önemlidir. Ancak süreç içerisinde ortaya çıkan hukuki ve siyasi değişkenler, sorunun bugününü anlamak açısından dikkate alınmalıdır. 1878–1960 tarihleri arasında İngiltere, Kıbrıs Adası üzerinde fiili ve hukuki olarak egemenliğini oluşturmuştu. 1960 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğünde oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyeti 1962 tarihinde Avrupa Topluluğu’na üyelik başvurusu yaptı. Enosis hayallerini gerçekleştirmekten vazgeçmeyen Rum toplumunun Türkler üzerinde baskı oluşturma gayreti, iki toplumun bir arada yaşamasını olanaksız hale getirmiş, 1963 tarihi itibarıyla Avrupa Topluluğu ile Kıbrıs Cumhuriyeti adına yapılan müzakerelerde Türk toplumuna yer verilmemiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti adına GKRY’nin uluslararası platformlarda tek yetkili otorite olarak kabul edilmesi BM Güvenlik Konseyi kararlarına dayandırılmış; Kıbrıs Türk toplumu, olmayan bir cumhuriyetin parçası olarak ve AB ile yürütülen müzakere sürecine dâhil edilmemiş olmasına rağmen, AB topraklarının bir parçasında yaşayan halk olarak kabul edilmiştir.(1) 1960 tarihli Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına rağmen, GKRYAB ilişkilerinde ‘doctrine of necessity' (gereksinim dokrini) kullanılarak Türk tarafının onayını gerektiren maddeleri yok sayıldı. (örnek: Attorney General v İbrahim 1964 davası). Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının 50. maddesinde ifade edilen Cumhurbaşkanlığı Muavinliği makamının olmadığından yola çıkılarak gereksinim doktrini uygulandı. Gelişerek devam eden AB ilişkilerinde 1973 tarihli Ortaklık Anlaşması da GKRY’yi iki aşamada gerçekleşecek olan Gümrük Birliğine yaklaştırarak, Kıbrıs’ı yeni sorunların sarmalına itmiştir. 1 Ocak 1988 tarihli protokol, Gümrük Birliği’nin iki aşamada tamamlanmasını öngörmektedir. Sanayi ürünleri ve tarımsal ürünlerin gümrük vergilerinin kademeli düşürülmesi, Birliğin ortak tarifesinin benimsenmesi, rekabet ve sübvansiyonlarla ilgili politikaların ve yasaların uyumlaştırılması hedeflendi. Gümrük Birliği’nin tamamlanması için gereken tamamlayıcı politikaların adaptasyon süreci Protokol’ün ikinci aşamasını oluşturmaktadır. 1979–1998 tarihleri arasında ekonomik ve teknik nitelikte imza edilen dört mali protokol, GKRY’ye ciddi ekonomik katkı sağladı. İlk ön mali protokol kapsamında GKRY 136 milyon ECU (Sonradan EURO olarak adlandırılan AB para birimi), dördüncü mali protokol kapsamında ise 74 milyon ECU AB yardımı almıştır. Ayrıca mali protokollerin dışında Avrupa Yatırım Bankası tarafından yine GKRY’deki bazı belediyelere de çeşitli alt yapı sorunlarının giderilmesinde kullanılmak üzere krediler vermiştir. Bu kredi ve bağışların Ada’nın tamamının yararına yönelik kullanılması şartlarına rağmen, kullanılmadığı iki taraf arasındaki gözle görülür sosyoekonomik gelişim farklılıklarından ve yatırımların yönlendirildiği alanlardan anlaşılmaktadır. AB açısından Kıbrıs yaklaşımı bir ana AB sürecinde Kıbrıs’ta Türk kesimi sürekli yok sayılmasına karşın Avrupa devletleri teorik de olsa çıkarlarını yedek korumalara almış durumda. Fransa’nın adada üs anlaşması imzalaması ve Akdeniz İçin Birlik projesi Kıbrıs’ın yeni stratejik durumunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin çıkarlarını korumak için TÜRKİYE’NİN VİZYONU yeni araçlar geliştirmesi gerekiyor. Kıbrıs Adası’nda bugün gelinen nokta açısından strateji üzerine kurulmuş ve bu da açık açık ortaya konulmuştur. 17 Ekim 1993 tarihinde AB Konseyi, GKRY’nin üyelik başvurusunu kabul edip komisyonda görüşülmesini kararlaştırdı. Komisyon, GKRY’nin egemenlik alanını Kıbrıs’ın bütünü olarak görerek Ada’nın geleceğinin Avrupa’ya ait olduğunu ifade eder. Bir siyasi anlayış olarak bu yaklaşım AB’nin Kıbrıs’ta GKRY’yi muhatap kabul ettiğini göstermektedir. Kıbrıs’ın yeni stratejik konumu AVRUPA PRAGMATİZMİ Öte yandan AB Komisyon kararları üye devletler açısından sadece ticari faaliyetler söz konusu olduğunda bağlayıcı olmamıştır. Ticari faaliyetlerde KKTC Talat Hıristofyas görüşmesinden... bakıldığında ise aslında yaşanan tüm gelişmelerin adeta bir oldu bittiye getirilmediği görülür. Türkiye 1996’da Gümrük Birliğine girebilmek için, 1999 yılında Helsinki’de, ve 2002’de de Kopenhag’da, GKRY’nin AB sürecinin ilerlemesine 3 kez ayrı ayrı onay vermiş, adeta göz yummuştur. GKRY’nin AB üyeliği sürecinde Türk hükümetlerinin çeşitli gerekçelerle kendi gelecek vizyonunu ortaya koymayan bir yaklaşım içinde oldukları çok açık. Ancak şu da unutulmamalı ki bugün gelinen noktada Rum Kesiminin Adanın tamamı adına AB üyeliği sürecini işletmesinde sorumluluğu olan Türk hükümetlerinin gelecekte yaşanacaklardan sorumlu tutulması tarihsel bir gerçeklik ve zorunluluktur. Asıl sorgulanması gereken kendi tezlerine yeteri duyarlılıkla yaklaşmayan halkların, hükümetlerin gelecek planı yapabilme yetisine sahip olup olmadıklarıdır. Akdeniz Birliği olarak ortaya çıkan yeni süreç, Doğu Avrupa Güvenlik Kuşağının merkezi konumundaki Doğu Akdeniz’i dolayısıyla da Kıbrıs’ı çok daha farklı bir stratejik konuma getirmiş bulunuyor. Fransa’da Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığına seçilmesinin hemen ardından yaptığı açıklama da bunu doğrulamaktadır. "Birlikte Avrupa ile Afrika arasında bir köprü olarak Akdeniz Birliğini kurmanın zamanı gelmiştir"(2) Kıbrıs Adası fiilen ve psikolojik olarak üçe bölünmüşken, Rusya’nın Kıbrıs’ta ki mülkiyet haklarının da hesaba katılmasıyla(3) aslında bölünmenin çok daha parçalı hale geldiğini söylemek mümkün. Diplomatik açıdan Türkiye’nin daha profesyonel bir bakış açısıyla acilen Kıbrıs’ta ki haklarını korumaya alacak yeni araçlar bulması gerekiyor. Dipnotlar: 1 Gözde Kılıç Yaşın, Çözüm Söylemi Etkisizleşiyor, Cumhuriyet Strateji, S.206, 9 Haziran 2008 2 Ian Fisher, On an Ancient Sea, Europe Dreams and Schemes, NewYork Times, 5 Ağustos 2007 3 Religion and Diplomacy, Nisan 2728 2001, No:4, Vol.47, Moskova
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear