22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cumhuriyet Strateji 11 Ağustos 2008 / 215 açarsanız, GKRY'ni adanın tek ve meşru yönetimi olarak tanırsanız, biz ne zaman, nasıl istersek, hangi koşullarda istersek ancak o koşullarda çözüme razı oluruz' değil midir? Annan Planı'na 'evet' demeniz yetmez, daha fazlasına razı olmalısınız, aksi takdirde kıstırıldığınız yerde havasızlıktan boğulursunuz demek değil midir? 'Çözümün bir parçası olmak', 'çözüm isteyen taraf olduğumuzu göstermek' adına, diplomatik manevralarla süreci bir adım daha ileri (!) taşıyabilmenin bizi nereye getirdiğini göremiyor muyuz? Sonuçta konu gelip iki kritik karara dayanıyor: Türkiye'nin AB süreci ve KKTC'nin varlık yokluk mücadelesi, Kıbrıslı soydaşlarımızın bu bedelle AB'ye girmesi. Başka bir deyişle, Türkiye Kıbrıs'ta Rumların istediği biçimde bir çözüm olmadan AB vizesi alamayacaktır. O halde ya gerçekten KKTC'nin varlık mücadelesini destekleyecek ve bunun gereklerini sızlanmadan, söylenmeden ve yıllardır 'yok' bir topluma efelenmeden yerine getirecektir ve AB'ye benim sınırım burasıdır, Kıbrıs benim vazgeçilmezimdir diyecek ya da KKTC kendi kararını versin deyip bu kararı saygıyla karşılayacaktır. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Fried... C S TRATEJİ 23 geçmişten ve gerçek dünyadan kopuk söylemleri sürekli gündemde tutanların önce ABD'nin dünyanın en ücra köşelerinde neden bulunduğunun, İngiltere'nin Kıbrıs'taki üslerini muhafaza için ne gibi diplomatik çabalar gösterdiğinin cevabını vermeleri gerekir. Küreselleşme denilen virüsün henüz Jeopolitiğin, jeostratejinin temel yaklaşımlarının sırtını yere getirmediğinin örneklerini görmemiz sağlanabilir. Demokrasinin, hukuk devletini içselleştirmenin, çağdaşlığın sadece AB ile mümkün olduğunu iddia etmenin aynı zamanda uygar dünyanın değerlerinin artık ulusal bir çerçeveye hapsedilemeyeceği gerçeği ile çelişebileceği kuşkusunun tartışılması mümkün olabilir. Nihayet, AB çılgınlığının bu koşullarda nelere mal olabileceğinin sağduyu ile sorgulanması fırsatı da yaratılmış olur. KKTC'li soydaşlarımız da; yıllardır mücadele etmenin yorgunluğundan, 'yok' sayılmanın, hapsolunmuşluğun tehevvüründen, AB'ye bir an önce girmenin, sadece geçici bir yanılsama ile tanınmanın pırıltısından sıyrılıp geleceği geçmişin sağlam, elle tutulur, gözle görülür verileri ile değerlendirebilirler. Ya da geçmiş size defalarca ders verdiği, örnekler gösterdiği halde, tarihin sizi affetmeyeceğini bile bile, 'çözüm' diye bir 'yok'luktan başka bir 'yok'luğa, bu defa geleceğinizi de bir belirsizliğe sürüklediğinizin ne yazık ki farkında olarak, tarihe 'referandum' ya da 'self – determinasyon' kavramlarının olumsuz örnekleri olarak geçeceğinizi, KKTC'deki yurttaşlarınız üzerinden AB'ye girmenin kahrını taşıyacağınızı bile bile bu 'çözüm'ü kabul edin. Anlamaya çalışırken kafamız mı karıştı? Belki de istenen budur! Brüksel, ‘Rumların istediği biçimde bir çözüm olmadan Türkiye’nin AB vizesi alamayacağını’ söylüyor. Artık, AB’ye girmek istediğimizi ancak bunun her şeye rağmen olmadığını söyleme cüreti gösterilmeli, onurlu bir davaya omuz vermenin huzuru hissedilmeli… ONURLU DAVAYA OMUZ Lütfen, bir kez olsun AB'ye, diplomasinin karmaşık söylemlerini bir yana bırakıp; KKTC'nin varlığını, devamını zedeleyecek herhangi bir gelişmeye asla razı olamayacağımızı, AB'ye girmek istediğinizi ancak bunun her şeye rağmen olmadığını, geçmiş 50 yılın görmezden gelinemeyeceğini, 35 yıldır Ada'daki ayrılığın tarafları, özellikle Rum tarafını nasıl konumlandırdığının Annan Planı oylamasında görüldüğünü açıkça söyleyin. AB'ye geç girme, hatta bu tutumlarını, duyarsızlıklarını sürdürdükleri takdirde girmeme pahasına da olsa bunu diyebilme cüretini gösterip, dik durabilmenin, onurlu bir davaya omuz vermenin huzurunu da hissedin. Bu tarihi ayakları üzerinde duruşun sonucu kimi 'çağdaş, dünyayı anlayan'ların söylediği gibi tabii ki AB sürecinin sekteye uğraması olacaktır. Ancak sırf bu nedenle demokrasimizin yeterince gelişmeyeceği, çağdaşlaşamayacağımız gibi temelsiz, duyarsız, Gözde Kılıç YAŞIN K üresel kapitalin piyasa düzeni neye dokunsa felç ediyor. Her şey piyasa kuraları tarafından mallaştırılıyor. Artık çiftçi, köylü yoktur, piyasa koşullarına uyması gereken tarım sektörü vardır. İşçiler ve aileleri yoktur, özelleştirilmesi gereken fabrikalar bulunmaktadır. Peki, küreselleşmenin "Yeni Dünya Düzeni" iddiasıyla yerkürede yoklukla mücadelede umutsuzluğa mahkum edilerek sessizleşmesi istenen milyarlarca insan ne yapmalıdır? Vahşi kapitalizmin küresel bütünleşmesine yine küresel birlikteliklerle, yani "alternatif küresel hareketle" karşı konulabilir. Hareketin başarısı, ulusların egemenlik ve bağımsızlıklarına sahip çıkmalarına bağlıdır. Durum, Mahmut Yılbaş’ın Müdafaai Hukuk Dergisi’nde yayımlanmış olan ve bütünlük oluşturmak üzere bir araya getirilmiş yazılarından oluşuyor. Türk Ulusunun varlığına kastedişlerle mücadele amacıyla yazılmış yazıların bir araya gelmesi belli bir döneme ilişkin gelişmelere toplu bir bakış sağlarken sermaye tarafından kullanılmasıdır. Çünkü devlet organları küreselleşme hareketini desteklerken gelecekteki devlete güçsüz bir modelde bina etmiş olmaktadır. Küreselleşmenin ekonomik boyutundan yola çıkarak hem yerelleşme boyutuyla alttan hem de kimi unutulmuş gelişmeleri de anımsatıyor. Yazar bölgeselleşeme ve globalleşme boyutuyla üstten aslında, Türkiye’nin karanlık bir sürecin içine oluşturulan baskılarla klasik modern devlet yapısının sürüklendiği iddiasıyla küresel aktörlerin dönüştürülmekte olduğu kitabın ana konusunu ulusdevletleri yok ederken siyasi, sivil ve oluşturuyor. Yerelleşme ile etnik kimliklerin ayrılıkçı askeri kurumları hangi gruplara dönüşmesinin yöntemlerle tetiklenmesinin aslında dünyadaki etkisizleştirdiğini, Yazar: Mahmut Yılbaş istikrarsızlığı arttıracağı ve demokrasi, egemenlik ve Müdafaai Hukuk Yayınları, parçalanmaların da birlikte olmanın bağımsızlık gibi 228 sayfa dinamizmini oluşturmaktan çok, kavramların içlerinin yok edici sonuçlara boşlatılmasının sonuçlarını yönelebileceğine dikkat çekiliyor. Devletleri kaleme alarak tek bir çözüm yolu küçülterek ve güçsüzleştirerek yetki ve gücü devlet olduğuna işaret ediyor: Ulus olarak üstü kuruluşlara devretmenin de karışık dünya kararlı bir mücadeleyi sürdürme yapısını idare edilemez ve küreselliğin sağlayacağı azmini göstermek... Türk ulusunun imkânları kullanılamaz hale getirebileceğine işaret geleceğini karanlığa sürükleyen ediliyor. Yılbaş, akıcı bir dille küreselleşmenin yıkıcı anlayışlara karşı yapılacak etkisini yaymakta kullandığı araçları ve bu mücadelede "başarılı" olmaktan kandırmacanın altında yatan tehlikeleri gözler önüne başka bir alternatifin sererken insanlığın aldığı yaraları, yine tersine bir bulunmadığını kabul etmek… eyleme girişecek insanın sarabileceğini anlatıyor. Yılbaş’a göre zamanımızın en korkunç paradoksu O’na göre toplumcu demokrasinin canlı tutulması ve devlet kurumlarının, kapitalin en geniş ve kapsamlı sosyal devlet anlayışı etrafında toplanılması emredici ve uygulayıcısı haline düşerek kaçınılmaz bir gerekliliktir. küreselleşmenin en etkin ve en aktif elemanı gibi DURUM
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear