Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 Mustafa ÖZBEK Türkiyem Topluluğu Sözcüsü "Türkiye nereye gidiyor?" İnsanlarımızın büyük çoğunluğu yaşadığımız şu günlerde bu soruyu daha sık sormaya başladı. Türkiye’nin en büyük sorunlarını bir kenara itip, millet olarak "siyasi iktidarın ve ona yakın çevrelerin oy kaygısıyla oluşturduğu" bir soruna, türbana odaklandık… İşsizlik, hayat pahalılığı, ekonomik dengelerin bozukluğu, sosyal yaşamdaki kaos, sanayideki tatsızlık, eğitim, sağlık gibi temel iç sorunlar ile birlikte Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeler karşısındaki dışlanmışlık, ABD ve AB’nin küstahlık boyutuna varan dayatmaları "türbanla prim yapmak isteyen çevrelerin gayretleriyle" bir kalemde silindi… Yağmacı iç ve dış çevrelerin "Bu karışıklıkta ne kaparsam kar" diye ellerini ovuşturdukları bir dönem… Kimilerine göre yükselme devri, kimilerine göre duraklama… Ama aslında kelimenin tam anlamıyla gerileme devrinin içine sürükleniyoruz… Anayasa Mahkemesi’nin üniversitelerde türbanı serbest bırakan düzenlemeyi iptal etmesi üzerine bazı çevreler yüksek mahkemeyi adeta topa tuttu… Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı alırken Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2 ve 4. maddelerini esas aldığı söyleniyor. Ne diyor bu maddeler… "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."(Madde 2) "Anayasanın 1’inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez." (Madde 4) Yani Yüksek Mahkeme üyelerinin kaygılarını giderecek dayanaklar, bizzat Anayasa’mızın hükümleri arasında ve hala yürürlükte… Anayasa Mahkemesi’ni seviyesiz ve küstah yorumlarıyla bir tartışmanın içine çekmek isteyen çevreler, yüksek mahkemenin üyelerini siyasi taraf imiş gibi görme alışkanlığından vazgeçemiyor… Devletin televizyonlarındaki "sahipsiz" koltuklara oturtulan ve küstahlığı hakaret düzeyine getiren yorumlarıyla "ciddi bir sorun" haline gelmeye başlayan bu çevreler, iktidara "yağcılık" yaparak kendilerine ve yakınlarına çıkar sağlama çabasındalar… Biz olaya biraz daha farklı yönden bakalım… "Türk milleti tarafından demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunan Türkiye Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç Bu yeminler kimin? Cumhuriyeti Anayasasını koruyacağıma; görevimi doğruluk, tarafsızlık ve hakka saygı duygusu içinde, sadece vicdanımın emrine uyarak yapacağıma, namusum ve şerefim üzerine and içerim." Bu yeminle göreve başlayan Anayasa Mahkemesi üyelerinin görevi, halen yürürlükte olan "Anayasa’yı korumak" değil mi? Evet… O halde Anayasa Mahkemesi üyelerini yeminin gereğini yerine getirdikleri için takdir etmek gerekir… Gelelim TBMM’ye… Bugünkü parlamentoda milletvekili olarak göreve başlayanlar, göreve başlarken "Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim" diyerek yemin etmediler mi? Evet… O zaman bu "kuru gürültünün" anlamı ne? Ortada iki farklı anayasa mı var? Namus ve şeref sözü verilerek korunması gereken madem bu Anayasa ise, Yüksek Mahkeme’nin bu Anayasaya sahip çıkarak verdiği karar neden şimdi ciğeri beş para etmez insanların diline malzeme yapılıyor? Neden sahip çıkılmıyor? Sahip çıkanlara neden saygı duyulmuyor? İktidar Partisi’nin kapatılmasına ilişkin dava için önemli bir "kriter" olacağı düşünülen bu karar üzerine hukuk bilgisinden yoksun çevreler, yorumlarıyla yüksek mahkemenin kararlarını bir "baskı unsuru" oluşturmak amacıyla terbiyesiz bir üslupla eleştirirken, kapatma davası hakkında verilecek kararı da etkilemeye çalışıyorlar… Sakarya İmam Hatip Lisesi'nde öğretmenlik yapan Fatma Karaduman ve Sevil Tandoğan, derslere türbanla girmek için AİHM'ye Türkiye aleyhine dava açtı. AİHM davayı reddetti. AİHM, davacıların, derslerde türbanlarını çıkartma zorunluluğunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din özgürlüğü ve ayrımcılıkla ilgili maddelerinin ihlali anlamına gelmediğini açıkladı. Mahkeme ayrıca davacıların başvurusunun din özgürlüğü ve ayrımcılıkla ilgili bölümlerini kabul etmedi. Kararı veren göbekten bağlı oldukları Avrupa olunca neden böyle süt dökmüş kedi gibi tırsıyorlar… Hani Anayasa Mahkemesi’ne dil uzatanlar nerde? Kararı AİHM verince sus pus otururlar… Türk Adaleti verince "müstemleke müfettişi" edasıyla hadlerini aşan demeçler verirler… Türkiye, Türklerindir. Bu ülkenin adalet sistemi, devlet yapısı, anayasası, eğitimi, ekonomisi, sağlığı Avrupa ve Amerika’nın çıkarlarına göre belirlenemez. Bütün bunlar Türkiye’nin ve Türklerin huzurunu ve refahını destekleyen bir anlayışla çağdaşlıkla buluşturulmalıdır. Bunu dış güçlerin (ABD, AB) çıkarlarıyla donatılmış icazetine göre yapmak yerine milli bağımsızlığımıza, birliğimize, bütünlüğümüze, huzurumuza, refahımıza C S TRATEJİ uygun bir anlayışla hayata geçirmek de iktidarların görevidir. İşin özü şudur: Türkiye’yi bir bataklık ortamından kurtarmak için milleti kucaklayan milli düşüncelere ve uygulamalara çok ihtiyaç duyulan bir dönemdeyiz… Bu dönemi de millet olarak el ele aşmamız gerekiyor. Anayasa Mahkemesi’nin görevi bugün yürürlükte olan Anayasa’yı korumaktır. Yüksek Mahkeme bu konuda üzerine düşeni yapmıştır. Şimdi hepimize düşen Anayasa Mahkemesi’ne ve üyelerine içeriden ve dışarıdan yapılan baskı ve saldırılara prim vermeden, yüksek mahkeme üyelerinin ülkemiz ve devletimiz için sağlıklı karar verebileceği bir ortamın sağlanmasına katkıda bulunmak ve usuletle ve suhuletle sonucu beklemektir. TUZLA’DAKİ SAVAŞI DURDURUN... Dünyadaki tüm bilimlerin odak noktasında bu kutsal yaratık, yani insan var… Psikoloji, sosyoloji, siyaset hepsinde insan unsuru önemli… Ama ekonomi bunların içinde daha ağır basıyor. Bilindiği gibi, ekonomi insanın refahı ve insanca yaşaması konusunda yol gösteren bir bilim… Üretim ve tüketim arasındaki dengeyi adil bir şekilde sağlamak ekonomi biliminin başlıca amacı… Ama bizim ülkemizde ekonomi biliminin iplerini elinde tutanlar özellikle üretim ve tüketim sürecinde insanlarımızı, üretenleri, tüketenleri yeterince koruyamıyorlar… Onların rahat ve huzur içinde, sağlıklı olarak üretime konsantre olmasını sağlayamıyorlar… Onların ücretlerini sosyal haklarını esirgiyorlar… Sosyal sorumluluklarını yerine getirmiyorlar… Üretenler, içinde bulundukları sosyal çevrede ‘insanca’ yaşamasına yetecek maddi ve manevi desteklerden mahrum… Gündelik yaşama karşı direnecek ekonomik donanımı, bilgisi ve gücü olmayan insanlar, çalıştıkları işlerde verimli olmakta zorlanıyorlar… Yaşam sıkıntısı tarafından bir gölge gibi takip edilen çalışanların büyük bölümü işyerlerinden kaynaklanan iş kazaları ve meslek hastalıkları gibi önemli sorunlarla karşılaşıyor. İş kazaları ve meslek hastalıkları önlenebilir nitelikte olmasına rağmen, bazı sektörlerde işverenler gözlerini bürüyen kar hırsı sebebiyle sorumluluklarını yerine getirmiyorlar... Siyasi iktidar da varını yoğunu "paraya endekslediği" için bunlara göz yumuyor... Tersanelerdeki ölümlerin göz göre göre devam etmesinin sebebi bu… Tuzla’daki tersanelerde son altı ay içinde 12 işçi hayatını kaybetti… Aşırı kar hırsı sebebiyle tercihlerini "ucuz işçilikten" yana yapıp, "insan hayatına" zerre kadar değer vermeyenlerin işlediği bu cinayetlere ne yazık ki "dur" diyen yok… Ucuz işçiliği, çalışanların başına bela eden "taşeronluk" sistemi Tuzla’da işlediği cinayetlere devam ediyor… Dok Gemi İş Sendikası Genel Başkanı Necip Nalbantoğlu, son 10 yılda ölümle sonuçlanan 61 iş kazasından 60’ının taşeron şirketlerde meydana geldiğini söylüyor. Tuzla’daki tersanelerde yaşanan ölüm vakaları üzerine Ulaştırma Bakanı "Tersanelerde Kazalar Oluyor Diye Tersanelerin Kapatılamayacağını" belirterek, Türkiye’nin Son 5 Yılda Gemi İnşaatında 23. sıradan 5. sıraya Yükseldiğini söylüyor. Ama Türkiye’nin iş kazalarında dünya şampiyonu olmasının ayıbından hiç bahsetmiyor… Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yapılan bir araştırmadan bazı vahim bölümleri başta Çalışma Bakanı olmak üzere hükümet yetkililerine hatırlatmakta fayda var…