22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Rumların işgali altındaki yıkılmış "Kıbrıs Cumhuriyeti" devletine yamalanması ve Türkiye’nin garantörlük hakkının ortadan kaldırılmasıdır. Annan C S TRATEJİ 15 "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak tanıdığı; Türkiye Rumlara limanlarını açtığı zaman, bunun kaçınılmaz hukuki ve siyasi sonucu, KKTC’ne ilişkin tanıma iradesinin geri alınması olacaktır. Bu durum en azından zımni olarak ortaya çıkacaktır. Kıbrıs’a ilişkin yeni stratejinin önemli bir yönü de Türkiye’nin KKTC’yi tanıma iradesini geri alması gibi içinden çıkılamaz bir sorunun yaratılmasına olanak vermemesidir. İki lider, sözde dıştan herhangi bir müdahale olmaksızın kendi aralarında anlaştığı zaman mesele bitmiş olacaktır. Böyle bir anlaşma için öngörülen formül Annan Planı’ndan oldukça farklıdır. Annan Planı’nda KKTC ve Rum yönetiminin taraf olacakları "bakir doğum" ile "Birleşik Kıbrıs devleti" oluşturulacaktı. Oysa Hristofyas'ın öngördüğü çözüm yönteminde farklı bir strateji söz konusudur. RumYunan ikilisine ve destekçileri emperyalist devletlere göre KKTC, BM Güvenlik Konseyi karalarında da belirtildiği gibi, meşru olmayan, yok kabul edilen bir "devlettir." İşte meşru olmayan böyle bir oluşum kendini ortadan kaldırarak uluslararası alanda meşru olarak tanınan "Kıbrıs Cumhuriyeti" devletine yamalanacaktır. Böyle bir durumda Türkiye’nin tanıma iradesini geri almasına gerek olmayacaktır. Kıbrıs Türk halkı kendi devletini kendi feshederek ortadan kaldırmış olacaktır. Böylece Hristofyas’ın açıkladığı gibi "Kıbrıslı Türklerin, Maronitlerin, Ermenilerin ve Latinlerin insan haklarını ve temel özgürlüklerini tesis edecek bir çözüm" sağlanacaktır. Böyle bir çözümde anayasal düzeyde eşitlik hakları sağlanmış olan Kıbrıs Türk halkı, azınlık statüsüne düşürülecek ve "egemenlikte ve bağımsızlıkta eşit kurucu ortaklık haklarını" kaybedecektir. Yani Türkler halk olmaktan çıkartılacak, azınlık yapılacaklardır. Böyle bir çözümün diğer bir sonucu da AB içinde Türkiye’nin garantörlüğüne gerek olmayacak ve Kıbrıs’ın askersizleştirilmesi adı altında Türk askerinin Ada’dan çekilmesi sağlanacaktır. AB’NİN YENİ STRATEJİSİ TürkiyeAB ilişkilerinde 17 Aralık 2004 Brüksel Zirve Kararı çok önemli bir tarihi dönemeçtir. Bu Karar’da, Türkiye’ye 3 Ekim 2005’de müzakerelerin Kıbrıs ön koşulunun yerine getirilmesi durumunda başlayabileceği sinyali verilmişti. Türkiye için getirilen koşul, "1963 TürkiyeAET (AB) Arasında Bir Ortaklık Yaratan Anlaşma"ya, aralarında "Kıbrıs Cumhuriyeti" adıyla AB’ye üye olan GKRY’nin de bulunduğu on yeni devletin "Ek Protokol" yoluyla dâhil edilmesidir. Böylece Brüksel Zirvesi’nde Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni dolaylı bir şekilde tanıma formülü karara bağlanmıştır. AB, bu kararı ile Kıbrıs’ın geleceğini belirleme iradesini ortaya koymuştur. Bu bakımdan karar, Türkiye’nin uluslararası Antlaşmalarla Kıbrıs’ın geleceğini belirleme hakkını aşındıran çok önemli bir adımdır. Bu adımla AB, Türkiye ile üyelik müzakereleri sürecinde Kıbrıs’ın geleceğinin şekillendirilmesi iradesini ortaya koymuş ve bunu Türkiye’ye kabul ettirmiştir. ABTürkiye ilişkilerinde Kıbrıs uyuşmazlığı bağlamında ikinci önemli gelişme 3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi’nin (MÇB) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nce kabul edilmesidir. AB Brüksel Kararı ile kabul ettirdiği iradesini MÇB ile teyit ettirmiş ve Kıbrıs’ın geleceğini belirlemede yeni koşullar ve ölçütler getirmiştir. Böylece bu kararlarla AB, Türkiye ile müzakere sürecine Kıbrıs siyasi sorununu dâhil etmiştir. MÇB ile müzakerelerde ilerleme kaydedilmesi, Ek Protokol yükümlülüklerinin eksiksiz yerine getirilmesi koşuluna bağlanmış ve yeni ek koşullar getirilmiştir. Bu koşullar arasında "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile ilişkilerin normalleştirilmesi, Kıbrıs’ta "çözümün" BM Kararlarına ve AB kuruluş ilkelerine uygun olarak sağlanması dikkat çekmektedir. Türkiye ile müzakerelerde ilerleme kaydetmenin koşulları arasında "Kıbrıs siyasi sorununun" Türk tezlerinin dışında kendi belirledikleri parametrelere uygun olarak çözümünün sağlanması karara bağlanmıştır. Bu kararla Kıbrıs meselesi AB müktesebatı haline getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, ulusal çıkarlar açısından bu kadar ağır ve müzakereleri sürdürülebilir olmaktan çıkaran kararı kabul ederek yerine getirilemeyecek bir yükümlülük altına girmiştir. RumYunan ikilisinin, günümüzde BM parametrelerine ve AB ilkelerine göre "Kıbrıs’ta çözüm talepleri"nin ve AB’nin, müzakerelerin sürdürülebilmesi için Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiği açıklamalarının dayandırıldığı temel gerekçe bu kararlardır. AB’nin 2006 Aralık Zirvesi’nde müzakerelerin askıya alınması ve açılacak başlıkların kapatılmaması kararının dayanakları bu unsurlardır. Kabul edilen AB kararları, Kıbrıs uyuşmazlığının "siyasi çözümünü" AB kuruluş ilkelerine ve bugüne kadar Türk hükümetlerinin kabul etmedikleri BM kararlarına göre sağlanmasını öngörmektedir. AB’ye göre bunu sağlayacak "çözüm formülü", ABTürkiye müzakerelerinin "Hükümetler arası Konferans KKTC’yi bizzat kendi halkına yok ettirmeyi amaçlayan bu stratejiye göre, Türk hükümetinin de AB karşısında eli rahatlayacaktır. Gözden kaçırılmaması gereken yaşamsal nokta ise AB’nin Türkiye hakkındaki olumsuz yaklaşımıdır… Modeli" ile yürütülmesidir. Bu Konferans Modeli’nde bir tarafta AB üyesi ülkeler diğer tarafta Türkiye oturacaktır. Müzakere sürecinde araç olarak kullanılması kabul edilen formül budur. Böylece Kıbrıs uyuşmazlığının "siyasi çözümü," belirlenen koşullar ve kıstaslar çerçevesinde ABTürkiye müzakere sürecinde Türkiye’ye yapılacak baskılar ve dayatmalarla sağlanmış olacaktır. Bu gerçek Türkiye ve KKTC için son derece önemli bir husustur. AB’nin, Türkiye’ye yükümlülük getiren kararları ve bu kararları kabul eden AKP Hükümetlerinin, "Kıbrıs sorununu" tavize dayalı politikalarla "çözme" stratejisi bir sonuç vermemiş ve duvara dayanılmıştır. Bugünkü koşullarda Türk hükümeti, Türk ulusuna rağmen ulusal Kıbrıs davasında daha fazla taviz veremeyecek bir noktaya gelmiştir ve Türkiye’nin AB süreci tıkanmıştır. Bu noktada AB, ABD, İngiltere ve BM, Kıbrıs konusunda bir strateji değişikliğine gitmiştir. Yeni stratejide dıştan açık baskılar ve müdahalelerle "çözüm" bulunması yerine "iç dinamiklerle çözüm" sağlanması planlanmaktadır. GKRY’deki Başkanlık seçimi süreci ve Hristofyas'ın iktidara gelmesi ile birlikte, uzun süredir hazırlıklarının yapıldığı anlaşılan bu strateji uygulamaya konmuştur. Yeni stratejinin amacı, "Kıbrıs’ın kendi iç dinamikleri" ile "Kıbrıs siyasi sorununun çözümlenmesidir." Yeni stratejinin de amacı, GKRY’nin bütün ada üzerindeki egemenliğini kabul ettirerek meşru "Kıbrıs Cumhuriyeti" hükümeti olarak Türkiye’nin tanınmasını sağlamaktır. "Kıbrıs siyasi sorununun çözümü," RumYunan ikilisinin, ABD’nin ve AB’nin gözünde tek formül ile mümkündür: "İşgale" son vermek ve GKRY’yi, Türkiye’nin "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak tanınmasını sağlamaktır. "Dıştan herhangi bir müdahale olmadan ve garantör devletler karışmadan" Ada’nın kendi iç dinamikleriyle yeni süreçte sorun çözülmelidir. Hristofyas’ın Rum yönetimi Başkanı olarak seçilmesiyle fiilen uygulamaya konan yeni stratejinin bir gereği olarak "Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı" Hiristofyas ile "Kıbrıslı Türklerin lideri" Talat arasında gerçekleştirilecek kapsamlı bir müzakere süreci ile "Kıbrıs sorunu" kolayca halledilecektir. Bu model ile bir yandan AKP Hükümeti, ulusal davada verdirilecek tavizlerle siyasi sorumluluktan kurtulacak, sorumluluk TalatCTP iktidarı ile Kıbrıs Türk halkına yüklenecek, bir yandan da Türkiye'nin KKTC'yi tanıma iradesini geri alması gibi son derece önemli bir hukuki ve siyasi pürüzle karşılaşılmayacaktır.(3) Çünkü GKRY’yi, ARZULANAN BARIŞ Yeni strateji ile varılacak bir uzlaşmanın KKTC devletine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne getireceği ağır bedeller iyi hesap edilmeli ve sonuç çok iyi değerlendirilmelidir. KKTC devlet ve hükümet yetkilileri ile Türk halkının görmesi gereken husus, Rum halkının Kıbrıs Türk halkını eşit ve kurucu ortak bir halk olarak görmek istemediğidir. Kıbrıs’taki gerçeklere uygun olmayan, Kıbrıs üzerindeki dengeleri dikkate almayan bir anlaşma, kalıcı bir "çözüm" getirmeyecek ve "arzulanan barışı" sağlayamayacaktır. Türk Hükümeti’nin de görmesi ve değerlendirmesi gereken husus, ulusal davaları ve ulusal çıkarları terk ederek AB üyeliğinin garanti edilemeyeceğidir. AB, Türkiye’yi tam üye ve eşit bir ortak olarak görmemektedir. Dipnotlar: 1 New York’ta BM Genel Sekreteri’nin gözetiminde yapılan görüşmelerde taraflar, 13 Şubat 2004 tarihinde "Çözüm Planı" temelinde 26 Şubat 2004 tarihinden itibaren kapsamlı bir çözüm anlaşması yönünde görüşmelere başlamayı ve ulaşılan anlaşmayı 1 Mayıs 2004 tarihinden önce her iki tarafta aynı zamanda referanduma sunmayı kabul ettiler. 2 Volkan Gazetesi, www.volkangazetesi.net, 22 Mart 2006. 3 Prof. Dr. Fusün Arsava konferanslarında bu konu ile ilgili derin hukuki analizler yapmaktadır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear