22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

önlemler" kapsamında Türk askerinin geri çekilmesidir. Öyle ki Türk askeri var olduğu sürece görüşmelerin sonuç getirmeyeceği açıkça söylenerek sadece sorunun "işgal" olarak tanımlanması propagandası yapılmış olmuyor, aynı zamanda dünya kamuoyuna çözümün ön şartının Türkiye’nin çekilmesi olduğu mesajı verilmiş olunuyor. Hatta bir adım ötesine geçilerek hem Rum liderler ağzından hem de Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni aracılığıyla Türkiye’nin Garantörlük hakkı sorgulanır kılınmak isteniyor. Açıkça çözümün AB tarafından garanti edilmesinin yeterli olacağı ve Garantörlük Anlaşmasına artık gerek kalmadığı beyanatlarında bulunuluyor. Nitekim 21 Mart görüşmeleri ertesinde oluşturulan çalışma gruplarından birisi de "Güvenlik ve Garantiler" konusunda çalışacak. Burada mutlaka gündeme getirilmesi gereken konuların başında EOKA geliyor. Kalıcı ve adil barışın garantisi, Ada’da katliamlara girişen EOKA(3) terör örgütü liderlerinin cezalandırılmasını da içeren "güven arttırıcı önlemler talep etmek" olmalıdır. Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Papadopulos, "19631974 arasında tek bir Türk bile öldürülmüş değildir" demişse de bu yıllar arasında 600 Türk öldürülmüş, 6001000 kişi de gazi ve malul olmuştu. Kayıpların sayısı 203. Yok edilen köylerin sayısı 103 köy, yerle bir edilen cami sayısı da 107 idi. EOKA’nın silahlı tedhişe geçişinin 50. yılı olması nedeniyle 2005 yılının "EOKA Kurtuluş Mücadelesi Anı ve Onur Yılı" ilan edilmesi ve 'DEFKALİON’ kod adlı dönemin Rum Başkanı Papadopulos’un da dahil olduğu 20 binin üzerinde EOKA’cıya onur madalyası verilmesi, barış görüşmelerine gölge düşürecek eylemlerdir. Rum Yönetimi’nde liderin değişmesi, zihniyeti değiştirmemiş ve şaşalı törenlerle Lokmacı Kapısının 3 Nisan’da açılmasından hemen iki gün önce yine EOKA için Hristofyas’ın da katıldığı anma törenleri düzenlenmişti. Bir arada yaşamaktan söz edildiği bir dönemde güven ve barış ortamının yaratılabilmesi için gerçeklerin Rum Yönetimince itiraf edilmesi, Türk halkından da özür dilenmesi gerekiyor. Mülkiyet, yerleşikler gibi konuların arasına yapılan katliamlar nedeniyle ödenmesi gereken tazminatların da eklenmesi gerekiyor. C S TRATEJİ Kıbrıs’ın uydudan görünümü... 7 1 Türk askeri çekilmeli, 2 Rumlar kuzeydeki evlerine ve taşınmaz mallarına geri dönmeli, 3 Türkiye'den gelen göçmeler geri gitmeli. Aslında Rumların ne istediğini anlamak için dört yıl öncesine bakmak yeterli olacaktır. Nitekim 24 Nisan 2004 referandumunda Rumlar da çoğunlukla "evet" demiş olsalardı bugün iki bölgeli, iki toplumlu, federasyona dayalı Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dördüncü kuruluş yılı da kutlanmış olacaktı. Kabaca belirtmek gerekirse Maraş, Güzelyurt, Türklere ait toprakların 682.56 kilometrekaresi Rumlara verilmiş, Rumlar kuzeydeki taşınmazlarına dönmüş, yerleşiklerin 45.000’i geri dönmüş, 40 bin Türk askerinin 34 bini daha Ekim 2006’da çekilmiş ve askersizleşme süreci de Rumların istediği gibi hala sürüyor olacaktı. Hatta plana göre Türk askerinin Ada'daki varlığının devamına gerek olup olmadığına dair üç yılda bir gerçekleştirilecek toplantının ikincisi önümüzdeki yıl yapılacaktı, tabi ilk toplantıda "gereksizliğine" ilişkin bir karar alınmamışsa. Ne var ki, Rumlar AKEL ’in de desteklediği bir çoğunlukla referandumda "hayır" diyerek gerçekte istediklerinin, gündeme getirdiklerinden ibaret olmadığını gösterdiler. Nitekim bugün de "Annan Planı" çerçevesinde bir çözüm istemediklerini beyan eden Rum yöneticiler, "Latinler ve Maruniler’e verilenden daha fazla hakkın Türklere verilmesinin söz konusu olmadığı" yönündeki açıklamalarıyla da Türklerin azınlık olduğuna ilişkin tezlerini 1960’dan bu yana sürdürdüklerini açıkça söylüyorlar. Buna göre iddiaların ve Rum istencinin temelini şunlar oluşturuyor: 1 Yüzde 20 nüfusa sahip azınlık Türkler, yüzde 80 nüfusa sahip Rum çoğunluk ile eşit politik haklara sahip değillerdir. 2 Kıbrıs'ta üniter bir devlet olmalı ve kim fazla oy alırsa devleti o idare etmelidir. O halde "iki eşit statüdeki devletin eşit politik hakları sahip halkları arasında Federal bir devlet kurulmalı", "Türkler bu devlette 70’e 30 oranında yer almalıdır" gibi temel Türk tezlerinin hiçbir şekilde ciddiye alınmayacağı da açık. Rum anlayışına göre; eğer Türk askeri Ada’ya çıkmamış olsaydı ve iki toplumun ayrı ayrı yaşamasını sağlayan ikinci bir devlet kurulmuş olmasaydı Ada’nın Rumlaştırılması amacına bugüne kadar çoktan ulaşılmış olacaktı. Günümüz koşullarında Rum Yönetimi’nin müzakeresini ve hesaplaşmasını yapmak istediği şey, yitirdiği bu topraklar ve Rum egemenliğini Ada’nın tamamına yaymaktaki gecikmesinden başka bir şey değil. Sonuçta Rumların esas istediği çözüm arayışları görünümü altında mevcut durumu koruyarak pozisyonlarını güçlendirmektir. Bugün "bölünmüşlük kesinleşiyor", "Kosova rüzgârı etkisi" gibi endişeler bertaraf edilmiş, en uygun zamana dek çözümsüzlüğü sürdürmek ya da hemen şimdi teslim almak fırsatı yaratılmıştır. Dipnotlar: 1 Bu başlık için bkz. Gözde Kılıç Yaşın, "Güneydeki Türk MallarıMülkler Rum Lehine Çözülüyor", Cumhuriyet Strateji, S. 201, s.21, 5.5.2008 2 Ata Atun, Güney Kıbrıs’taki Rum Yerleşikler, Arca Ajans, 2 Mart 2006 3 "Ethniki Organososis Kyprion Aganositon" (Kıbrıs Ulusal Mücadele Örgütü) 4 "İçişleri Bakanı: Maraşın İadesine İlişkin Çok Yönlü Plan Var Çözüm Olması Halinde Biz Hazırız", Simerini, 25 Mart 2008 5 Bu konudaki kapsamlı çalışmalar için bkz. Ata Atun, Kıbrıs Siyasetine Akademik Bakış, Cilt 5, SAMTAY Vakfı Yay. Lefkoşa, 2008 Rum tezinin, ‘taraf’ kabul edilmeyen Türkler ve Türkiye tarafından da kabul edildiği izlenimi yaratılıyor. Yerleşik deyince yalnızca Türkiye’den göçenler akla geliyor, Yunanistan’dan güneye yerleşenler unutuluyor. İşin en hazin tarafı ise eldeki kozların Türkiye tarafından da kullanılmaması… Vakfı’na ait olduğunu tespit eden kararı, Maraş’ın iadesi tartışmasını rafa kaldıran belgeleri de sağlamış oldu.(5) Vakfedilmiş bir malın "hiçbir şekilde devredilemez, satılamaz ve zaman aşımına uğrayamaz" nitelikte olduğu, 1878–1960 İngiliz Yönetimi ve 1960–1974 ortak Cumhuriyet döneminde yasal ve anayasal düzeyde tanınmış olması gerçeği, Maraş’ın statüsünün Rum tezleri doğrultusunda görüşülemeyeceğini kesinleştiriyor. Yeni dönemdeki görüşmelerde Maraş’ın statüsünün mutlaka yeni bulgular ışığında gündeme alınması ve yeni bir zeminde tartışılması sağlanmalıdır. Bugün, uzlaşı arayışı adı altında "atılan her bir adım"ın ve razı olunan görüşme zemininin esasen Rumların iddialarının kabul edildiği şeklinde bir görünüm sergilediği açık. Sorunun gerçek nedeninin sistemli biçimde başlatılan katliamlar olduğu ortaya konulmadıkça, "Kıbrıs Cumhuriyeti" üzerindeki Rum işgali son bulmadıkça ve Türklerden alınan anayasal haklar geri verilmedikçe görüşmelerin çerçevesini değiştirmek de mümkün olmayacak. Bu da adil ve eşitlikçi bir anlayışın oluşturulamadığı anlamına gelecektir. Rumların bunları kabul etmesi şu aşamada olası görünmüyor. Ancak Rum itirafının eksikliği, gerçekleri değiştirmediği gibi onların tezlerinin kabul edilmesi ya da Türklerin kendi tezlerinden vazgeçmesi zorunluluğu da doğuramaz. MARAŞ’IN STATÜSÜ Kapalı Maraş bölgesi, başından beri kapsamlı çözümlerin bir parçası olarak değerlendirilmişti. Papadopulos, 28 Şubat 2006 tarihinde Paris’te dönemin BM Genel Sekreteri Annan ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında Maraş’ın devrinin artık kapsamlı bir çözümün parçası olmadığını, "güven yaratıcı önlemler" statüsünde ele alınması konusunda taraflarca anlaşmaya varıldığı ifadelerini kullanmıştı. 25 Mart 2008’de ise Rum Yönetimi’nin Maraş’ın devrine hazırlandığı, bayındırlık, yeniden iskan ve güvenlik konuları dahil kapsamlı bir çalışma yapıldığı, Rum İçişleri Bakanı Neoklis Silikiotis tarafından açıklandı.(4) Hâlbuki aslında Rumların teslim almaya hazırlandığı Maraş, eski Maraş değil. Daha doğru ifadeyle Maraş’ın aidiyeti ve mülkiyeti konusunda ortaya çıkarılan belgeler, Maraş’ın iadesini gereksiz ve hatta imkânsız kılıyor. Gazi Magusa Kaza Mahkemesinin 271/2000 ve 272/2000 sayılı davalarında verdiği Maraş’ın yüzde 90’ının Lala Mustafa Paşa Vakfı ile Abdullah Paşa HERŞEY YOLUNDA MI? Öncelikli olarak yapılması gereken basın ve medyada sürekli işlenmesi suretiyle yaratılmak istenen "her şey yolunda" havasının gerçekçi olmadığının Türk halkına anlatılmasıdır. Rum Yönetimi’nin belirlediği çerçevede sürdürülecek görüşmelerin siyasal eşitliğin sağlandığı, egemenliğin paylaşıldığı iki toplumlu, iki bölgeli bir devlet çatısı altında birleşmeye götürmeyeceği artık anlaşılmalı ve Türk toplumunun haklarını koruyabilmek için Türk tezleri sulandırılmadan masada savunulmalıdır. Rum Yönetimi şu başlıklarla belirlenenleri talep ediyor gibi görünüyor:
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear