Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 ST R A T E J İ c Cumhuriyet Strateji 10 Kasım 2008/228 Arafat’ın boşluğu dolmuyor ‘Filistin davası’nın kurucusu Arafat’ın 4. ölüm yıldönümünde tartışmalar başka boyutlara varmış durumda. Arafat’ın ardından Filistin’de ortaya çıkan lidersizlik, bağımsız devlet mücadelesini iç mücadeleye yöneltmiş durumda… H. Miray VURMAY TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası mvurmay@tusam.net Ölümünün ardından Filistin yönetimi bölündü… Kennedy en, hiçbir şeyi olmayan, vatanı elinden alınmış bir göçmenim” demişti 1969'da El Seyyad Gazetesi’ne verdiği demeçte. Arap dünyasında fırtınalar kopartan, 1967’deki “Altı Gün Savaşı”nın üzerinden henüz iki yıl geçmişti ve Filistin artık farklı bir yönelim içerisindeydi. Ortadoğu’nun kaderini değiştiren bu savaşın ardından, Filistin Kurtuluş Örgütü yeniden yapılandırılmış ve başına da “o” geçmişti: Filistinlilerin tabiri ile “Ebu Ammar” ya da tüm dünyanın tanıdığı adıyla “Yaser Arafat”. Arafat, nereden bilebilirdi ki, henüz 40 yaşındayken kurduğu bu kısacık cümlenin bundan tam 35 yıl sonra son nefesini verdiğinde de geçerliliğini aynen koruyacağını. Hani derler ya günahıyla, sevabıyla 75 yıllık ömrünü Filistin’e adamış bir “dava adamı” olarak, yaşamının çok büyük bir bölümünü “hiçbir şeyi olmayan, vatanı elinden alınmış bir göçmen” olarak geçirdi Arafat. Ya işgal altında yaşadı ya da sürgünde. Öyle ki ömrünün son yıllarını “işgal içinde işgal” durumunda geçirdi. Arafat, Aralık 2001’den öldüğü Kasım 2004’e kadar İsrail işgali altındaki Batı Şeria’nın Ramallah şehrindeki karargâhı Mukata’da İsrail kuşatması altında “hapis” hayatı yaşadı. Yani, Arafat, bir değil tam iki kere işgal altındaydı. Hem devleti yoktu, hem de özgürlüğü. İsrail’in tecridi altında geçen 3 yılın sonunda karargahından ancak, ölüm döşeğinde bir hasta olarak çıkabildi Arafat. Bir askeri helikopterle Fransa’ya götürüldü tedavi için ve takvimler 11 Kasım 2004’ü gösterdiğinde Paris’ten ölüm haberi geldi Ebu Ammar’ın. 75 yıldır Filistin’in “B bağımsızlığını arayan gözleri bir daha açılmamak üzere kapandı. Ardında gerçekleştirilmeyi bekleyen koca bir “Filistin Rüyası”, devam ettirilmeyi bekleyen yorgun bir “Filistin Davası”, dağılmaya yüz tutmuş bir “Filistin Birliği” ve tabii ki onlarca soru bırakan Arafat’ın ölümünün üzerinden tam 4 yıl geçti. Aradan geçen 4 yılda Filistin’de çok sular aktı. Hatta akan sular öyle delicesine aktı ki Filistin’i tam ortadan ikiye böldü. Yaser Arafat’ın ismiyle cisimleşen “Filistin Davası” da hal böyle olunca farklı bir seyre yöneldi. Zira Arafat sonrasında bir türlü kendini toparlayamayan Filistin’de, bir değil iki ayrı Filistin vardı artık. Üstüne üstlük birbirlerini darbeci, vatan haini, düşman hatta terörist ilan eden iki Filistin; El Fetih egemenliğindeki Batı Şeria ve Hamas egemenliğindeki Gazze. Zaman geldi bu bölünmüşlük Filistin’i ciddi anlamda çetrefilli bir iç savaşın eşiğine getirdi. Tetiği bu defa İsrail değil, bizzat Filistin’in kendisi doğrultmuştu, yine Filistin’e, Filistinlilere. Kısa süre içerisinde çatışmalar, tutuklamalar, şiddet içerikli protestolar, kundaklamalar, yağmalamalar, psikolojik operasyonlar vs. ile perçinlenen ayrıca bölgesel ve küresel politikaların menzilinde iyiden iyiye kızışan iç savaş, Arafat sonrası Filistin’e adeta damgasını vurmuş görünüyor. Dinsel ve siyasalekonomik iki süper gücün birlikteliği… ABDVatikan ilişkileri Prof. Dr. Necdet ADABAĞ SORUN LİDER EKSİKLİĞİ Peki nedir asıl mesele? Neyi paylaşamıyor El Fetih ile Hamas? Soruların cevapları da soruların kendisi kadar karmaşık elbette. Bölünmeyi en basit anlamda egemenlik/iktidar mücadelesi olarak nitelendiren de var, laikİslamcı ayrımına indirgeyen de, yılların getirdiği bir iç hesaplaşma şeklinde yorumlayanlar da, bir mafya çarpışması ya da uluslararası sistemin bir getirisi olarak Ortadoğu’daki yeni kamplaşmalardan biri olan “ılımlıradikal” kamplaşmasının Filistin’e yansıması olarak görenler de. Aslına bakılırsa bunların hepsi sorunun cevabı olabilecek nitelikte, mantıklı iddialar ancak önemli bir eksik var. Fotoğrafı eksiksiz olarak görebilmek için duruma salt siyasi değil, sosyolojik hatta sosyopsikolojik bağlamda da bakmak gerekiyor. Filistin’in bugünkü durumuna sosyopsikolojik anlamda bir mercek tutulduğunda da bu eksiğin lider eksikliği olduğu çok kolay bir şekilde görülebiliyor. Bugün ne Hamas’ta ne de El Fetih’te ne de diğer gruplarda Filistin Davası’nı sadece söylem bazında değil, gerçek anlamda sırtlayabilecek, Filistin’i bir bütün olarak ardından sürükleyebilecek, farklı yaklaşımlara rağmen bir arada, tek bir Filistinli kimliği çatısı altında tutabilecek vasfa ve karizmaya sahip, Arafat’ın yerini doldurabilecek bir siyasi kişilik yok. Evet, Arafat da büyük hatalar yaptı, oldukça sert eleştirilere hedef oldu, evliliği ve kişisel serveti her daim tartışmalara konu oldu hatta ömrünün son demlerinde adının yolsuzluk söylentilerine karışması nedeniyle Arafat’a karşı ciddi protesto gösterileri düzenlendi ama yine de Arafat “Arafat”tı Filistin halkı için. Sadece yıllarca liderliğini yaptığı El Fetih değil, kendisine en sert eleştirileri yönelten Hamas da, İslami Cihad da, Filistin Halk Kurtuluş Ordusu da Arafat denildiğinde kol kırılsa da yeni içerde bırakıyordu. Çünkü Arafat, karizmasıyla bir Filistin ikonuydu, her ne olursa olsun Arafat demek Filistin demekti. Arafat sadece El Fetih’in değil, tüm Filistin’in lideriydi. İşte bu yüzden bir “efsane” oldu Arafat. Yarın 4. ölüm yıldönümü Arafat’ın ve Filistin halkı yarın sadece Arafat’a değil Arafat’la birlikte toprağa gömülen ulusal birliğine de bağımsızlık hayallerine de ağlıyor olacak… Y nadabag@gmail.com alnız Türkiye’de değil, tüm dünyada aşırı din hayranlığı yüzyıllardır kabul görmüş laiklik anlayışını hiç yoktan tartışmaya açmıştır. Laik olan insanın dindar olamayacağı gibi çarpık bir savlamanın, insanları kamplara bölmek sevdasını içinde taşıdığı artık su yüzüne çıkmıştır. Biri dinsel (Vatikan), öteki siyasalekonomik (ABD) iki süper gücün birlikteliğinin bu konuda önem taşıdığı tartışma götürmez. Bu iki devletin ilişkilerinin tarihine bakmak istedik. Belki çok ayrıntılı bir araştırma sayılamaz bizimki ama daha derinliğine yapılacak çalışmalara yol gösterebilir, umarım. KATOLİK KENEDY’NİN TUTUMU John F. Kennedy başkanlık seçim kampanyasında şöyle diyordu: “Ben din işleriyle siyasanın kesinlikle birbirinden ayrıldığı bir Amerika’ya inanıyorum. Burada hiçbir Katolik din adamı, başkana (bu başkan Katolik de olsa) yapacakları konusunda telkinde bulunamaz… Hiçbir Kilise’ye ya da dinsel okula devlet bütçesinden kaynak aktarılamaz. Hiçbir resmi görevli devletin siyasasıyla ilgili olarak Papa’dan işaret alamaz… Ve hiçbir dinsel kuruluş dolaylı ya da dolaysız halka ya da kamu görevleriyle ilgili devletin bürokratlarına baskı yapamaz”.(1) Bu söylediklerinin kanıtı olarak Kongre’de Vatikan’a büyükelçi göndermek istemediğini belirterek sergilediğini söyleyen Kennedy, Vatikan’a yaptığı ziyarette alışıldığı gibi Papa’nın önünde diz çöküp yüzüğünü öpmemiş; sadece saygıyla eğilip elini sıkmıştır. Oysa Kennedy Katolik bir aileden gelmedir ve babası Roosevelt’in, Vatikan nezdinde “ilk diplomatik temsilcisidir”. Kennedy’in Vatikan’a fazla yaklaşmak istememesinin nedeni bir devlet adamı olarak din ve devlet işlerini birbirinden kesinkes ayırmak esası üzerine kurulu laik anlayışından kaynaklanır. Öte yandan Amerikan nüfusunun ancak yüzde 25’i Katolik’tir. Vatikan’a uzak durmak istediğini her vesileyle dile getirmek bağlamında Papa XXIII Giovanni’nin sekseninci doğum ve Papalığının üçüncü yıldönümü etkinliklerine temsilci göndermek konusundaki tutumunda da gizlidir. ABD’nin duyarlılıkla üstünde durduğu konu Vatikan’nın siyasal değil, dinsel bir Arafat