23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

süzgecinden geçmeden kendisine ulaşan mesaj ve direktifleri algılama ve icra kapasitesinden de mahrum olacaktır. Sağırlar diyalogu zaten bir süre sonra taraflar açısından "monologlar savaşı" halini alacaktır. Bu halde de, acil tedaviye ihtiyaç duyan iltihaplı yara da kangrene dönüşme aşamasına girmiş durumda. C S TRATEJİ 5 hadiseleriyle ilgili olarak bir araya gelmek istediğini açıklaması önemlidir. En azından etnikbölücü terörizmle mücadelede evvelden alınması gereken ama her nedense alınamayan (koordinasyon/ortak akıl eksikliği?) önlemler/uygulamalar konusunda devletin hassasiyetinin kamuoyuna aktarılmasının yöntemleri öncelik halini almış gibidir. Kaldı ki, bu iyi niyetli girişimin dahi geç olduğunu söylemek uzmanlık istemeyen bir konudur. TEŞHİS TEDAVİYİ ZORLAŞTIRIYOR Hastalıkların tedavisinde izlenecek yöntemle ilgili tıp fakültesi birinci sınıf öğrencilere öğretilen ve Hipokrat’a atfedilen ünlü bir deyiş var; primum non nocere (öncelikle zarar verme). Terörizmle mücadele gibi sofistike bir siyaset uygulama alanında şiddet ve yıkımı doğasında barındıran bir eyleme geçmeden evvel doğuracağı sonuçlar ve buna alternatif politikalar üretilmesi, siyasi sorumluların öncelikle ele almaları gereken bir konu. Sıklıkla Hipokrat Yemini’ne atıfla anılan ancak, Hipokrat’ın Epidemics isimli kitabında yer alan teşhis ve tedavi süreçleri net bir biçimde açıklanmaktadır: "Geçmişi ortaya koy, bugün için tedavi yönetimini belirle, geleceğe dair öngörüde bulun; ardından da tüm bu eylemleri hayata geçir. Hastalıklara gelince, iki şeyi kendine alışkanlık edin: yardım et ya da en azından daha fazla zarar verme". Hipokrat’ın bu tavsiyeleri bu gün için tıp dünyası kadar devlet yönetiminde de ortak aklın izleyeceği güzergahı belirtmesi bakımından önemlidir. Siyasi söylemin hangi kanaldan gelirse gelsin, öncelikle ele alacağı zorunlu konuyu, mevcut kritik seviyede, mücadele içindeki uygulayıcılara zarar vermesini DEVLET İÇİ İLETİŞİM Öte yandan, örneğin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, terör örgütüne Başbuğ karşı "güvenlik, ekonomi, sosyokültürel ve bilgi harekatı" alanlarında mücadeledeki faaliyetlerin "paralel ve eş zamanlı" yürütülmesine işaret ederek, "kavram kargaşası" ve "zihinlerin bulandırılma"sına dikkat çekmişti. Ancak öyle anlaşılmaktadır ki, bürokrasinin tespitlerinin siyasi iradenin en üst makamına aktarılmasında ve/veya siyasi iradenin kendisine iletilen stratejik bilgileri kullanmasındaki sıkıntı kronik bir haldedir. Bunun farklı yönlerden akılcı açıklamaları bulunabilir ancak, sonuçlarının ülkesel boyutta sorunlara yol açması ve çözüme gidilmesinde engelleyici roller taşıması önemlidir. Her şeyden önce, her ülkede terörle mücadelede rol alan silahlı kuvvetlerin, Başbuğ’un ifadesi ile "bilgi harekatı" olan ama konumuz itibariyle, daha doğru anlatımla "kamu diplomasisi" sahasında kendi Başbakanı ile ortak bir zemine sahip olmadığı görülmektedir. Bu halde de zirvenin kamuoyu önünde aracılar vasıtasıyla tartıştığı "yüksek politikalar"ın (!) mevcut mücadeleye zarar verir görünüme bürünmesi kaçınılmazdır. Yine Hipokrat’ın öğretisini esas alırsak, hali hazırdaki toplam siyasi iradenin etnikbölücü terörizm hakkından geçmişin altyapısına sahip olmaması halinde, mevcut durumu tespit ve teşhiste zorlukla karşı karşıya olduğu görülmektedir. Sayın Başbakan’ın son dönemdeki etnikbölücü teröre vurgusu, salt "Türkiye ve Kuzey Irak’taki teröristlerin imhası" seviyesine inmiş gibi algılanabilmektedir. Silahlı unsurların etkisiz hale getirilmesi mücadelenin yalnızca bir parçasıdır. Aralarında bir önem sıralaması yapmaksızın, mücadelenin çok daha karmaşık boyutlarının nasıl ele alınacağına dair kuvvetli işareti Sayın Başbakan’ın söylemlerinde bulmak neredeyse imkansızdır. Bürokrasi ile siyaset arasında yaşanan eşgüdüm eksikliği olarak yorumlanabilecek açıklamalara karşın, terörist sayısına ilişkin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Başbuğ’un aylar önce yaptığı açıklama akla geliyor. Başbakan Erdoğan ise bu sayı ve konuşlanmaları düzeltme konuşmasında yineledi. engellemek olmalıdır. Bu durum cephe hatlarını oluşturan bireylerin mücadeleye olan inançlarıyla doğrudan ilintilidir. Görünen o dur ki, bu hatları oluşturanlar, gerek siyasi gerekse de bürokratik yapıda olsunlar, mücadelenin doktrine edilmesi konusunda olumsuz bir psikolojik eşiktedirler. Nitekim, Sayın Başbakan’ın tam da seçim süreci öncesinde, Genelkurmay Başkanı’nın da katılımıyla medya patronlarıyla son dönemdeki terör Stratejinin genel hatları kaçınca Sayın Başbakan’ın terör örgütü üyelerine ait dile getirdiği rakamların başka bir yönden de okumasını yapmak mümkündür. Terör saldırılarının taktik ve mahiyet değiştirdiği bir dönemde, ilgili bürokratik yapıların sürekli olarak gelişmelerden siyasi sorumlu makamında oturan Başbakanı "bilgilendirdiği" muhakkaktır. Bu noktada da devamlı olarak, yazılı ve sözlü bu bilgilendirmelerde örneğin güncellenmiş sayılar ve konumlanmaların ve olası harekat planlamalarının da da ele alınması kaçınılmazdır. Örneğin Sayın Başbakan’ın ilk önce kamuoyuna açıkladığı "Kuzey Irak’ta 500 terörist bulunduğu" yönündeki ifadesini ele alalım. Sayın Başbakan’ın kendisine iletilen rakamlardan ve planlamalardan hatırladığı, muhtemeldir ki, "Kandil Dağı’ndaki terörist" sayısıdır. Yoğun mesai trafiğinde Başbakan’ın Kandil Dağı’ndaki terörist sayısını tüm Kuzey Irak’taki terörist sayısıyla karıştırmış olması, Türkiye’deki terörist sayısını da mevsimsel değişkenliği göz ardı ederek salt rakamsal düzeyde dile getirmesi muhtemeldir. Kamuoyunda ifade edildiği şekli ile, "Kandil Dağı’na olası bir askeri operasyon" gündemde iken "bilgilendirme"lerde akılda kalan "500 ve Kandil Dağı"dır. Kaldı ki, Sayın Başbakan’ın düzeltme yoluyla tekrardan ifade ettiği rakamlar, Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un Mart 2007’de Diyarbakır’da basına yaptığı açıklamada dikkat çektiği rakamlarla birebir örtüşmektedir. Dolayısıyla Sayın Başbakan’ın bürokrasi tarafından en azından kamuoyuna açıklanan terörist sayıları ve konuşlanmaları konusunda doğru ve istikrarlı bir bilgilendirme sürecine tabii tutulduğunu düşünmemiz gerekir. Bu noktada bizi ilgilendiren bir husus da şöyle ortaya konabilir: Sayın Başbakan’a verilen bilgilerin ana noktasını Kandil Dağı’na yapılacak bir askeri operasyon oluşturmaktadır ve Başbakan’ın zihin dünyası böylesi bir operasyonun doğuracağı iç ve dış siyasi gelişmelerle meşguldür. Kandil Dağı’na belirli bir askeri kuvvetle yapılacak sınırlı süreli bir askeri operasyon hem Türkiye hem ABD hem de bölgesel oyuncuları belirli bir süre baskı altından kurtarabilecek iyi bir alternatif gibi gözükebilir. Bu durumda Sayın Başbakan bir zihin oyununa kurban gitmiştir ve siyasi sorumlu olarak medya önünde vahim bir hata yapmıştır. Ancak bu halde dahi, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Sayın Başbakan, bürokrasinin kendisine sunduğu stratejinin genel hatlarını kaçırmış gözükmektedir. Siyasi mevkiler bu tür hataları tölare edecek bir sorumluluktan muaftır. ÇOK BAŞLI AHTAPOT Özellikle PKK terörünün çok başlı, çok kollu bir ahtopot gibi, neredeyse tüm dünyayı içine alacak çok boyutlu bir zihinsel ve maddi varlığa dönüştüğü bir sır değildir. Bu gelişimi anlamak ve sağlıklı tespitlerde bulunmak kısa vadeli palyatif çözümlerle mümkün değildir. Siyasi ve bürokratik yapının da bunu bireysel düzeyde bilmemesi düşünülemez; fakat sorun Türkiye’de bireysel zafiyetin ve hataların telafi edilmesini önleyecek kurumsal altyapının bulunmadığının bir kez daha ortaya konması açısından önemlidir. Bir devletin gücü, kişisel boyuttaki bu tür aksaklılıkları tölare edebilecek kurumsal gücün, ortak aklın ve sağduyunun kalitesiyle ilgili olmasıdır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear