Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
krizinden sonra yıl Babacan sonunda yüzde 70’e dayanan enflasyon oranının 2002 yılı sonunda Kemal Derviş politikaları olarak bilinen uygulamalar sonucunda yüzde 30’un altına çekildiğini görüyoruz. Bu politikaların devamı niteliğindeki AKP programı çerçevesinde enflasyon, 2003 yılı sonunda 18’lere, 2006 yılı sonunda ise yüzde 8’e indirilmiştir. Ancak 2005 yılında yüzde 8’in altına çekilen enflasyondaki yukarı hareket gözlerden kaçmamalıdır. Verilere bakıldığında enflasyon oranlarında belirgin bir düşüş gözükmesine karşın, satın alma gücü değişmeyen hatta çoğu zaman düşen halk için durum hiç de rakamlara yansıdığı gibi değildir. Bugün gelirin yüzde 60’ından fazlasını elde eden yüzde 20’lik en zengin kesim karşısında gelirden yüzde 5’ten az pay alan yüzde 20’lik en fakir kesim arasındaki uçurum çok daha derinleş(tiril)miştir. Bu derinleşmenin bir sebebi de dolaylı vergilerin sürekli olarak artırılmasına karşın doğrudan vergilerin toplanamamasıdır ki bu durum gelir dağılımını bozucu bir unsurdur. Toplanan vergilerin içinde dolaylı vergilerin payı yüzde 70 iken sadece yüzde 30’u doğrudan vergilerdir. Eğer enflasyon reel olarak düşseydi Türkiye’deki her dört kişiden birinin yoksulluk sınırının altında yaşamıyor olması gerekirdi. Enflasyonla mücadele politikalarında en büyük sorunun işsizliğin bir miktar yükselmesine seyirci kalmak olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak hem yüksek büyüme oranlarının yakalandığı hem de enflasyonun düşürüldüğü bir ortamda işsizliğin de büyüme oranına cevap olarak azalması gerekirdi. Buna karşın işsizlik oranı neredeyse sabitlendiği yüzde 10 noktasında, adeta uygulanan politikaların yanlışlığına dikkat çekmek ister gibi. C S TRATEJİ 17 borçlanmanın yerini ise "dış" borçlanma aldı. Türkiye'ye akmakta olan sıcak finansal sermaye girişleri sonucunda Türkiye şimdiye kadar görmediği bir döviz bolluğuna kavuştu. ABD Doları'nın reel fiyatı dönem boyunca neredeyse yarı yarıya geriledi." Görülüyor ki, AKP hükümeti ekonomik başarılar olarak sıraladığı rakamların tuzağına düşmekte, olası krizler konusunda çok güvendiği sıcak paranın azizliğine uğramaktadır. Böylesine pervasızca satışa çıkarılan kuruluşların ve uygulanan IMF programlarının bedelini ise ancak bir sonraki dönemde ödeyebilecektir. Şimdi bile halka dağıttığı kömürün parasını 2008 bütçesine yükleyerek bir sonraki hükümete borç bırakılmaktadır. Keşke bırakılan sadece borç olsa. IMF’ye bağımlılık esasına dayalı bir politikanın sürdürülmesi yolunda da tavizler veren AKP için tek çıkış noktası halkın yanında olmak olacaktır ki AKP’nin son dönemde bu yolda ilerlediği gözlerden kaçmamaktadır. Ancak seçim öncesinde yolsuzlukların üzerine gideceği mesajını veren AKP iktidarı döneminde başta enerji alanında olmak üzere pek çok ihale yolsuzluğuna ismi karışan vekilin seçilemediği takdirde yargı ile başının dertte olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bir diğer ilginç nokta parti programlarındaki ekonomi vaatleri. Tüm partiler IMF ile ilişkileri kesme vaadinde bulunurken AKP’nin programında yer alan "IMF destekli program, ekonomiye içte ve dışta güven kazandırmak için yeni bir modelle sürdürülecek" ifadesi dikkat çekiyor. AKP IMF ile ilişkileri kesme niyetinde olmadığının ve yeni standby anlaşmaları yapabileceğinin işaretini veriyor. Partinin hazırladığı yeni önlem paketinde belirtilen "kayıt dışı ekonomiyle mücadele" politikası ise sorunun yeni anlaşıldığını gösteriyor. Hedefler arasında enflasyonun sürekli olarak düştüğünü belirtmelerine rağmen hala hissedilmeyen düşük enflasyonun sağlanması ilk sıraya yerleşirken vergi denetiminin sağlanması maddesi göze çarpıyor. Gerçek şu ki hükümet uyguladığı vergi muafiyeti ve indirimleri konusunda, tekrar iktidara geldikleri takdirde, aynı hataları yapmayacaklarmış. Bundan beş sene önce de sorun olan vergi tabanının genişletilmesi, kayıt dışı istihdama yönelik tedbirlerin alınması hususunda herhangi bir politika üretmeyen hükümetin bu sorunlara kayıtsız kaldığı ortada. En azından sorunlar ve bunların çözümüne yönelik politikalar belirlenip uygulama aşamasına geçilseydi önümüzdeki dönemde de politikalar meyvesini verirdi. Ancak şimdi daha yeni karar verilen bir politikanın uygulanma şansının olup olmadığı bile bilinmezken pek de mümkün bir önlem paketi gibi durmuyor. Bu da AKP’nin 4,5 yıllık ekonomi politikasını değiştirme niyetinin olmadığını, Sayın Yeldan’ın söylediği gibi AKP’nin hüküm etme işlevini IMF’ye terk edeceğini gösteriyor. Vergilerin yüzde 70’i dolaylı, yüzde 30’u doğrudan alınanlardan oluşuyor. Enflasyon reel olarak düşseydi Türkiye’deki her dört kişiden birinin yoksulluk sınırının altında yaşamıyor olması gerekirdi. İşsizlik oranının yüzde 10 noktasında sabitlenmesi uygulanan politikaların yanlışlığının kanıtı. karşın çok uluslu şirketlerin elinde oyuncak olan pek çok stratejik sektörümüz özelleştirilmiş, enerjide, iletişimde ve ulaşımda bir zamanların lider güçlerinin kalbi durma noktasına gelmiştir. AKP’nin ekonomi alanında başarılı olduğunu kabul edenlerin bile ortak görüşü paylaştığı bir konu var ki o da borçlanmadaki artış. Hazine Müsteşarlığı’nın hazırladığı Kamu Borç Yönetimi Raporu’na göre 2007 yılı Ocak ayı itibariyle merkezi yönetim toplam borç stoku 352,5 milyar YTL yani yaklaşık 250 milyar dolar. 2002 yılında bu rakam 180 milyar YTL yani 135 milyar dolar idi. Son 5 yılda ödediğimiz 260 milyar YTL borç faizi de cabası. Hazine Müsteşarlığı’nın verileri böyle… Prof. Dr. Osman Altuğ’un verdiği veriler ise daha çarpıcı: "Türkiye'nin borç yükü sürekli artıyor. GSMH'nın şişirilmesinden dolayı borçlar düşüyormuş gibi görünse de Türkiye'nin son dört yılda toplam borcu yüzde 46.50 oranında arttı. 18 Kasım 2002'de 349,9 milyar YTL olan iç ve dış borç stoku, 4 yıl içerisinde ürkütücü bir şekilde artarak 544,2 milyar YTL'ye çıktı. Yani, AKP'nin dördüncü yılında doğan her bebek 7 bin 367 YTL borçla doğuyor." AKP’nin ekonomi karnesini daha iyi okuyabilmek için bir de Prof. Dr. Erinç Yeldan’a kulak vermek gerekiyor: "AKP yönetimi, aslında IMF'nin hemen 2001 krizi sonrasında çizmiş olduğu makroekonomik programa harfiyen uyarak Türkiye'yi dış dünyaya yüksek reel faiz sunan bir spekülasyon cenneti olarak pazarladı. Reel faizler küresel piyasalarda yüzde 3–4 düzeyine gerilemiş iken, Türkiye uluslararası finans sermayesine yüzde 10'un üzerinde reel faizler ve dolar bazında yüzde 30'lara varan reel getiri olanakları sunmaya devam etti. Bunun neticesinde Türkiye'nin dış borçları hızla artırıldı. Türkiye'nin dış borç stoku AKP iktidarı döneminde 130 milyar düzeyinden 207 milyara çıktı. Yani AKP, 4,5 sene içerisinde Türkiye'nin bütün Cumhuriyet tarihi boyunca biriktirmiş olduğu dış borcun yarısı kadar net yeni borçlanma yükü getirdi. Dolayısıyla, merkezi yönetimin bütçe açığının yerini cari işlemler açığı; "iç" BÜYÜMENİN KAYNAĞI Büyüme oranlarının gerçek dışı yüksekliğinin bir diğer sebebi de büyümenin sıcak para, dış ticaret açığı ve cari açığa dayalı olmasıdır ki Türkiye’de ödemeler dengesi bugün ciddi oranda bozulmuştur. 2002 yılından bu yana büyük bir hızla artan cari açık ile dış ticaret açığı yüksek büyümenin nereden pompalandığını da ortaya koymaktadır. Bugün 30 milyar doları aşan cari açık ve 50 milyar doları aşan dış ticaret açığı AKP’nin 4,5 yıllık iktidarlık sürecinde belki de en çok eleştirilen makroekonomik veri olmuştur. Çünkü GSMH 2 kat artmış gözükmesine karşın cari açık 20 kat artmıştır. Düşük reel döviz kuru yoluyla beslenen ithalata yetişemeyen ihracat yeterli seviyeye ulaşamadığından cari açıktaki artış tehlikeli boyutlara gelmiştir. Sürekli olarak yüksek büyümeden söz eden buna karşılık sıcak para unsurunun büyük bir risk olduğunu gören hükümet yetkilileri özelleştirme yoluyla da bu tehlikeye destek olmaktadır. Çünkü yatırım ya da istihdam katkısı bulunmayan özelleştirmelerin Türkiye ekonomisine uzun vadede yarar sağlamayacağı hatta kısa vadede de değerinin altında satılmak suretiyle beklenen faydayı gösteremeyeceği açıktır. Buna Dipnot: 1 AKP 2002 yılı Kasım ayında iktidara geldiğinden, 2002 verilerinin AKP ile ilişkilendirilmesi yanlış olacaktır.