23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 Ali KÜLEBİ TUSAM Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanvekili akulebi@tusam.net Yoksulluk ve çatışmalar bitmiyor… C S TRATEJİ kalkınamadığı gibi sürekli olarak iç çatışmalara sahne oluyor. Petrolün yanı sıra son derece stratejik değerlere sahip olan uranyum, bakır, kurşun, demir, antimon ve elmasa da bolca sahip olan ve tarımsal üretim açısından zengin bir ülke profili çizen Sudan’ın bu zenginliklerin bir anlamda başına bela olduğunu da söylemek yanlış olmaz. Hal böyle olunca da dünyanın endüstri devleri gözlerini Sudan’a dikmiş durumda. Özellikle 1970’lerde Afrika Kıtası’nı ABD ve Rusya’ya terk etmiş olan Çin, son yıllarda hızlı bir dönüş yaparak Kara Kıta’ya ve içinde Sudan’ın da bulunduğu Doğu Afrika’ya yatırımlar yapmaya, demiryolları inşa etmeye ve madenleri satın almaya başladı. Bugün 700 kadar Çin firmasının burada ciddi yatırımları ve işletmeleri var. Geçmişte Habeşistan ile Eritre arasında yaşanan savaşta taraflara bir milyar dolarlık silah satan Çin, şimdi de Sudan’a yoğun bir şekilde silah satıyor. Batılı ülkelerin de Sudan’ın zenginliklerinden pay kapmak uğruna duymazdan, görmezden geldikleri Darfur krizinde yaşanan insanlık daramı sonucunda 300 bin insan katledilmiş, 1 milyon insan işkence görüp, tecavüze uğramış, yaralanmış, 2,5 milyon insan da göçe zorlanmış durumda. Deyim yerinde ise Sudan’da, Darfur’da tam anlamıyla bir "İnsanlık Felaketi" yaşanmış ve ne yazık ki halen de yaşanmakta. Ülkenin zenginliklerinin paylaşılmasını amaçlayan, 10 binlerce kişinin ölümüne neden olan ve 20 yıla yakın bir süre devam eden Sudan İç Savaşı’nın sona ermesinin hemen ardından başlayan Darfur krizinin ki ikinci bir iç savaş olarak nitelendirilebilir neden uluslararası camia tarafından 4 yıl görmezden gelindiğini anlamak olası değil. Ancak muhtemelen Afrika’nın zenginliklerinde gözü olan büyük güçlerin, gelişmelerden "ne gibi bir pay kaparız" düşüncesi yani etik dışı bir pragmatizmleri ve açıkça ortaya koydukları art niyetleri olduğu muhakkak. Özellikle Pekin’in Hartum hükümetiyle sıcak ilişkileri, Avrupalıların Sudan’daki ekonomik çıkarları ve ABD’nin de Sudan hükümetini terör karşıtı mücadelesinde sağlam bir müttefik olarak görmesi bu olayları görmemezlikten gelmelerini sağladı. George Bush’un ABD çıkarlarına uygun düşecek bir şekilde teröre karşı duran Sudan hükümetini kayıtsız şekilde desteklemesi de çıkarları uğruna yarattığı geleneksel yanlışlıklar dizisinin bir başka ve egoistçe örneği. Çünkü bu uğurda bütün Doğu Afrika’ya sıçrayabilecek bir ateş yakılmış, Somali’den Habeşistan’a bütün çevre zarar görmüş ve 9 milyon insan açlığa, sefalete mahkum edilmiş durumda. Olayların başlamasından ve hatta "atı alanın Darfur’u geçmesinden" sonra BM olaylara el koymak zorunda kaldı. Ancak BM ve Batı’nın geç kalmasından başka Sudan hükümetinin BM ve çeşitli yardım kuruluşlarının Darfur’daki çalışmalarını engellemekte ısrar etmesi de Darfur’daki krizi derinleştirdi. Çatışmaların Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne de geniş ölçüde sıçraması ihtimali ise krizin boyutlarını daha da vahimleştiriyor. Bu nedenle Çad Devlet Başkanı İdris Debi ile Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir arasında görüşmeler yapılması için son günlerde diplomasinin gözde havarilerinden biri haline gelen Suudi Arabistan ağırlığını koymuş durumda. D ünyanın en çok sömürülmüş kıtası olan Afrika sonu gelmeyecek gibi görünen çaresizlik batağından bir türlü kurtulamıyor. Böylesine bir kıtada yaşayan insanlar ise şüphesiz ki dünyanın en şanssız insanları ve daha da acısı bu, onların artık değişmeyecek kaderi haline gelmiş durumda. Geçmişte ellerindeki zenginlikler incik boncuk karşılığında alınan Afrikalılar bu yetmezmiş gibi bir de köle olarak çalışmaya mahkum edildiler. Bugün de sözde demokrat(ik), insan haklarına saygılı Batı tarafından birbirlerine düşürülerek üzerlerindeki sömürü mekanizması sürdürülüyor. Doğal kaynakları göreceli olarak daha az olduğu için daha az sömürülen Afrika halkları da bir başka mekanizmayla Batı toplumları tarafından ezilip, fakir kalmaya zorlanıyor. Endüstri ülkelerinin çiftçilerine sağladıkları milyonlarca dolarlık sübvansiyonlarla yüksek üretim teknolojileri, ucuz ekipman, gübre ve yem elde eden Batılı çiftçiler, ürettikleri tarım ürünleriyle kendi toplumlarını doyurdukları gibi, ihtiyaç fazlalarını da üçüncü dünya ülkelerine satıyorlar. Bu satışlardan, kendilerine zorla kabul ettirilen düşük ithal vergisi tarifeleriyle de en çok zararı Afrikalı çiftçiler görüyor. Başka bir deyişle, Batılı çiftçiler ile Afrikalı çiftçiler arasında ağır bir haksız rekabet ortamı oluştuğunu söyleyebiliriz. Hatta öyle ki bugün Afrika ülkelerinde Almanya’dan gelen süt tozu; Çin’den gelen domates salçası; Hollanda’dan gelen tavuk eti, soğan; ABD’den gelen mısır, soya fasulyesi ve pamuk, yerli ürünlerin yerini almış durumda. Üstüne üstlük Afrikalı çiftçinin maliyetleri, ithal edilen bu mamullerden iki kat daha fazla. Batılı ülkelerin Afrika’nın açlık çeken insanlarına "gıda yardımı" olarak dağıttıkları ürünler, milyarlarca dolar sübvansiyonlu kendi çiftçilerinden aldıkları ürünler. Bu ürünleri yerel üreticiden almayı ve hiç olmazsa yıllardır sömürdükleri bu toplumları doğrudan bir başka şekilde desteklemeyi hatırlarına bile getirmek istemiyorlar. Hatta zaman zaman Amerikalılar, insanlık gösterisi adına açlık çeken Afrika ülkelerine ellerindeki ihtiyaç fazlası tarım ürünlerini "yardım" olarak gönderdiklerinde bu ülkelerin çiftçisine bir kat daha zarar veriyorlar. Çünkü bedava verdikleri ürünler bir süre sonra pazarlarda ucuz fiyattan satılmaya başlıyor ve bu da yerli çiftçilerin zararına zarar Afrika’nın ‘kara’ bahtı Sömürünün tarihinin yazıldığı topraklar olan Afrika, ilk kapitalistler tarafından insan ticareti yönüyle kullanıldı. Günümüzde Kara kıtadaki yoksulluk bir türlü önlenemiyor. ABD ve Avrupa, bir yandan Afrika’dan gelen tarım ürünlerine gümrük duvarlarını yükseltirken, bir yandan da kendi üreticilerine sağladıkları sübvansiyonlarla haksız rekabet sağlıyorlar. katıyor. Kara Kıta’nın çiftçilere gelince, onların sübvansiyonla desteklenerek, kendi ürünlerini Batı ülkelerine satmaları gümrük duvarları nedeniyle adeta olanaksız. Geçtiğimiz Temmuz ayında Dünya Ticaret Örgütü’nün Cenevre’de yapılan toplantısında gelişmekte olan ülkeler, özellikle ABD’ye, haksız rekabete yol açan sübvansiyondan vazgeçmesini ve iç pazarını dış ülkelerden tarımsal ürün ithaline izin verecek şekilde dışa açmasını önerdiklerinde, Amerikalılar toplantıyı sona erdirdiler. Bugünlerde OECD ülkelerinin, Afrika ülkelerine bir yılda yaptığı tarımsal yardımla eşdeğer sübvansiyonu sadece bir günde kendi çiftçilerine verdikleri söylentisi, Kara Kıta’nın giderek artan trajedisinin bir başka yüzünü ortaya koyuyor. YÜZ KARASI DARFUR Yukarıda söz konusu edilen trajedinin öteki ve belki de en acı yüzü ise Afrika’nın doğusunda, Darfur’da çok daha şiddetli bir şekilde sürüyor. Sudan’ın doğu bölgesi olan Darfur’da bulunan petrol nedeniyle Sudan yönetimi ile buradaki Afrikalı yerli halk arasında 1990’ların sonunda şiddetli çatışmalar baş gösterdi. Bu çatışmalar 2003’den sonra giderek yoğunlaşmaya ve sertleşmeye başladı. Sudan hükümetinin bölgeye yatırım yapmasını isteyen Darfur’lular, hükümet tarafından örgütlenen ve sayıları 15 bin civarında olduğu söylenen Arap Cancavid milislerince yıllarca katledildiler. Bir çok Afrika ülkesi gibi uzun süre İngiltere’nin sömürgesi olan Sudan, 1956’da bağımsızlığını kazandı. Ancak yine birçok kıta ülkesinde olduğu üzere Sudan, son derece zengin doğal kaynaklara sahip olmasına karşın hala ekonomik açıdan ÇÖZÜM GECİKMEMELİ İnsanlık adına Darfur trajedisine son vermek için bir an önce kalıcı ve kararlı çözümler üretilmesi gerekli. Bu bağlamda her şeyden önce insanların can ve mal güvenliği sağlanmalı, barış ortamı oluşturulmalıdır. Ayrıca ibret olması açısından Darfur’daki iç savaştan...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear