Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
14 Anar SOMUNCUOĞLU TUSAM RusyaUkrayna Araştırmaları Masası asomuncuoglu@tusam.net İktidar değişimi öncesinde ABDRusya ilişkileri… C S TRATEJİ During and After Bush, Carnegie Endowment, Washington D.C., 2007, s. 20.) Ne var ki, Bush’tan sonra "ABD dış politikasının yenilenmesi" için yapılması gerekenler konusunda ne siyasi çevrelerde ne de uzman çevresinde bir görüş birliği bulunmuyor. Uluslararası ilişkiler disiplinindeki realistler olsun liberaller olsun, farklı sebeplerden de olsa, "Bush doktrininin" bir fiyaskoyla sonuçlandığı kanısındadır. Diğer taraftan bazı değerlendirmelere göre İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında ABD gücünün temel amaçları konusunda bu kadar derin bir ayrılık olmamıştı. Örnek olarak ise Irak meselesi üzerindeki Bush ve Kongre’deki Demokratlar arasındaki mücadele gösteriliyor. Bununla birlikte ABD’nin "küresel sorumluluklarının" bulunduğu fikrini iki tarafın da paylaştığı ifade ediliyor. (Ch.A.Kupchan ve P.L. Trubowitz, "Grand Strategy for a Divided America", Foreign Affairs, C.86, S.4, 2007.) Diğer bir ifadeyle, ABD’nin küresel liderliğini ve Batı’nın üstünlüğünü sürdürecek bir dünyanın şekillendirilmesi konusunda bir tartışma yoktur. Tartışılan, bu amaca ne şekilde ulaşılması gerektiği konusudur. Bu bağlamda aktif olarak tartışılan konulardan birisi de "demokrasinin özendirilmesidir". Realistler demokratik değerlerden önce güvenlik çıkarlarının ön planda tutulması gerektiğini düşünürken, birçok liberal yazar Bush döneminde demokratikleştirmenin yanlış kullanılmasından ve özellikle çok taraflı işbirliğinin reddedilmesinden yakınıyor. Ancak iki taraf da Bush döneminde uygulanan "rejim değişikliği" politikasının başarısızlıkla sonuçlandığı ve Bush’un politikası sonucunda bir ideal olarak demokrasinin itibarını kaybettiği kanısındadır. E skisi gibi belki küresel çapta değil ancak Avrasya kıtasının dört bir yanında ABD’ye meydan okuyan Rusya’da, "kurtarıcı" Vladimir Putin’in işbaşında kalması için tasarlanan formülün önemli bileşenleri nihayet açıklığa kavuştu. Neredeyse emekliye ayrılmaya hazırlanan ve geniş halk kesimleri arasında pek tanınmayan bir şahsı başbakanlığa getiren Putin, adeta 2008 Mart’ındaki devlet başkanlık seçimlerinde destekleyeceği adayı işaret etmiş oldu. Ardından Putin, Aralık 2007 parlamento seçimlerine girmeye hazırlanan ve iktidar partisi konumunda olan Birleşik Rusya Partisi’nin listesinde birinci isim olmayı "ısrarlar" sonucunda kabul etti. "Putin’in Planı" ismi altında iddialı seçim kampanyasını yürüten Birleşik Rusya Partisi’nin bu gelişmeden sonra daha da güçlendiği ve yeni parlamentoda baskın çoğunluğu ele geçireceği kesinleşti. Böylece uzun süredir Rusya kamuoyunu meşgul eden iktidar devri senaryolarından birisi ağırlık kazanmış oluyor: Putin’in başbakan olması ve Rusya’nın fiili devlet başkanı olmaya devam etmesi. Bir süre sonra ise Putin’in tekrar devlet başkanı olması da sıkça seslendirilen tahminler arasında. Gerçi bugün Rusya’da iktidarda bulunan gruptan herhangi bir kişinin mi yoksa Putin’in mi devlet başkanı olması konusu yeni dönemdeki Rus dış politikasını önemli ölçüde tesir edebilecek bir konu değildir. Büyük ‘küresel pazarlık’ Putin’in kendi başkanlığından sonra Rusya’ya öngördüğü sistem netleşmeye başladı. İktidarında Batı’dan gittikçe uzaklaşan Putin Rusyası ABD’de ‘Rusya’yı kim kaybetti’ tartışmalarıyla gündeme geliyor. Küresel politikalara ilişkin ABD’deki yöntem tartışması giderek ‘RUSYA’YI KİM KAYBETTİ?’ derinleşiyor. Soğuk Savaş sona ererken zafer kutlaması yapan liberalizmin karşısında bugün Çin ve Rusya gibi devletlerin temsil ettiği "üçüncü yol" gücünü BUSH’UN pekiştiriyor. Siyasi yapıları otoriter, ancak kapitalist FİYASKOSU Rusya’da hal böyleyken, dünyanın öbür tarafındaki ABD de seçim sürecine girmiş bulunuyor. İki dönemlik George W. Bush iktidarı sona doğru giderken ABD siyasi ve bilim çevrelerinde bundan sonraki dış politik yön konusunda hararetli tartışmalar yürütülüyor. Başkan aday adayları dış politika konusundaki fikirlerini konuşmalarında, tartışmalarında ve makalelerinde ifade ediyor. Dış politika uzman çevresi de kendi üstüne düşeni yapmaya çalışıyor. Bir fikre göre Bush döneminin sona ermesi, ardından kim gelirse gelsin, ABD dış politikası için yeni bir açılım ve saygınlığını geri kazanma imkânını yaratacaktır. (T.Carothers, U.S. Democracy Promotion Putin ve Bush... ekonomik yapılara sahip olan bu ülkelerin başarı göstermesinin küresel etki yaratmasından endişe duyuluyor. (Carothers, a.g.e., s. 12) Ne var ki, "Rusya’nın dönüşümü" şeklinde ifade edilen Rusya’nın demokratikleşmesi projesinin başarısızlığa uğraması aslında "kendi kendini doğrulayan kehanetten" başka bir şey değildir. Bu bağlamda ABD’de sorulan "Rusya’yı kim kaybetti" sorusu giderek cevabı belli olan bir soruya dönüşüyor. Bugün Batı ile bütünleşmeye ilgi duymayan, Kosova’dan Ortadoğu’ya kadar ABD’ye sorun çıkaran ve giderek otoriterleşen bir Rusya’nın ABD’nin yanlış politikasının büyük katkılarıyla ortaya çıktığı söylenebilir. Foreign Affairs dergisinin son sayısındaki makalesinde Nixon Merkezi’nin Başkanı Dimitri Simes, askeri olarak yenilmediği ve gönüllü olarak küresel rekabetten çekilen Rusya’ya karşı sanki işgal altındaki bir ülke olarak davranılmasının ABD açısından ne kadar zararlı sonuçlara yol açtığını ortaya koyuyor. Simes’a göre, Putin’in iktidara gelişi bile, "Yeltsin’in otoriter eğilimlerine Washington’un verdiği umursamaz desteğin doğal sonucudur". (D. Simes, "Losing Russia", Foreign Affairs, 2007, Sayı 6.) Gerçekten de ironik bir şekilde Putin’in bugünkü otoriterliğinin temelleri Batı tarafından "kötünün iyisi" olarak görüldüğünden desteklenen Yeltsin döneminde 1993 Anayasası ile atılmış, "milliyetçi" parlamentonun "demokrat" Yeltsin tarafından bombalanmasına göz yumulmuştu. Rusya’nın zenginliklerinin içeriden ve dışarıdan yağmalanması, sahneden çekilen eski bir süper güç için reva görülmüştü. Rusya, Batı’nın bir parçası olarak, yani yurtiçinde egemenliğe ve yurtdışında çıkarlara sahip olan bir güç olarak kabul edilmek istenmemişti.