Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
12 C S TRATEJİ Terörle mücadelede haklı yöntemler olmasına karşın, ABDİran sorunu, Türkiye yeni çıkmazlara Gözde KILIÇ YAŞIN TUSAM Balkan Araştırmaları Masası gyasin@tusam.net B aşbakan Tayip Erdoğan ile ABD Başkanı Bush’un Beyaz Saray’daki 5 Kasım tarihli görüşmesi, "zirveden ortak mücadele mesajı çıktı" şeklinde özetlendi. Şüphesiz ki içeride basın önünde yapılan açıklamadan çok daha fazlası konuşuldu ve elbette bir o kadar da konuşulmayan ve maskelenen düşünceler ve planlar vardı. Nitekim kaçırılan askerlerin serbest bırakılmasındaki zamanlama bu nedenle dikkat çekiciydi. "Rehin askerlerin, Irak’ın kuzeyindeki PKK bürolarının kapatılmasından bir gün sonra serbest bırakılması" vurgusu, sadece Bush yönetiminin Irak yetkilileri üzerinde baskı yaptığı mesajını değil aynı zamanda Barzani’nin PKK üzerinde etkili olabildiği mesajını da içeriyor. Bu nedenle, Bush’un yaptığı açıklamada, Türkiye ve Irak merkezi hükümetinin birlikte hareket edeceği ve ABD’nin de istihbarat paylaşımı yapacağını söylemesi "üçlü mekanizma"ya işaret ediyorsa da Irak’ın kuzeyindeki yönetimin de işin içine sokulmak isteneceği ve Türkiye’ye buradaki yönetimle görüşme telkini yapılacağı düşünülüyor. "Devletler devletlerle görüşür" prensibi nedeniyle daha önce reddedilen ve Irak’ın kuzeyindeki yapılanmaya meşruiyet kazandırma amacı taşıyan görüşme girişimlerine PKK’nın terörist faaliyetlerinin aracı kılınması herhalde Türk yetkililerinin tamamında rahatsızlık yaratacaktır. Asıl endişe verici ihtimal ise PKK’nın konuşulduğu toplantıda Bush’un İran meselesini bağlantılandırmış olmasıdır. ABD–İran denkleminde "etkisiz eleman" olarak kalmaktansa aktifleşmenin, Türkiye’nin sorunlarını misliyle katlayacağı konusunda da Türk yetkililerinin fikir birliğine vardığını düşünmek gerekir. Türkiye’nin akılcı bir yönetimle iki konunun sebep sonuç ilişkisine sokulması girişimlerini bertaraf etmesi gerekiyor. Terörizmle mücadele çağın ortak sorunu olduğuna göre "ortak mücadele"nin kapsamının da terör olmasını beklemek haklı bir siyaset olacaktır. Bugün Türkiye’nin öncelikli meselesi terörizm ve Türkiye’nin elinde gücünü TBMM’den haklılığını uluslararası hukuktan alan bir "Meşru Müdafaa Tezkeresi" var. Tezkere kararının hukuki haklılığının uluslararası Türkiye, son dönemde sınırlarına yapılan saldırılara karşı koyma hakkını tartışıyor. Konu Erdoğan’ın ABD Başkanı Bush ile görüşmelerinde de gündeme geldi. ABD, Irak’ın kuzeyindeki Kürt grupların muhatap kabul edilmesini ve Türkiye’nin İran konusunda aktif olmasını istiyor. kamuoyuna anlatılması başarılı bir operasyon kadar gerekli. Tezkerenin bir savaş değil operasyon kararı olduğu, Irak’ın bütününe ya da topraklarının bir parçasına değil PKK kamplarına yönelik olduğu, sivillerin değil teröristlerin hedef olduğu resmi ağızlardan açık bir şekilde ifade edildi. Yasal zeminini BM Anlaşmasında, BMGK kararlarında, Irak’la ikili anlaşmalarda ve Irak’ın uluslararası taahhütlerinde bulan tezkerenin kapsamı, gerekçesi, süresi çok açık. Buna göre, bir başka ülkenin topraklarında yuvalanmış terör örgütünün gerçekleştirdiği silahlı saldırılar nedeniyle Türkiye meşru müdafaa hukukunu harekete geçirerek kuvvet kullanma yolunu seçmiştir. Devletlerin terörizme karşı ülke dışında kuvvet kullanımı BM Anlaşması m.2/4 ve m. 51 ile birlikte düşünülür. Anlaşmanın 2/4.maddesi devletler arası ilişkilerde güç kullanımını bir araç olmaktan çıkaran çağdaş uluslararası hukuk düzeninin başat parçasıdır. Genel kabule göre m.2/4 mutlak bir kuvvet kullanma yasağı getirir. Aynı sözleşme m. 51 ile istisna getirmiş ve "silahlı saldırı" karşısında devletlerin meşru müdafaa halinde kuvvet kullanmasına izin vermiştir. Terörizmin "silahlı saldırı" niteliğinde görülüp görülmediği ise sorunun cevaplanması gereken ana damarını oluşturur. Düzensiz güçlerin saldırılarının BM Anlaşmasındaki meşru müdafaa kapsamında değerlendirildiği, ABD’nin Afganistan operasyonu ardından BMGK’nin aldığı 1363 sayılı kararla belgelenmiştir. Burada uçakların dahi "silah" olarak kullanılabileceğinin dolayısıyla "silahlı saldırı"nın düzenli ordu tarafından gerçekleştirilmesinin aranmayacağının altının çizilmesi gerekir. BMGK’nin 29 Eylül 2001 tarihinde aldığı 1373 sayılı kararın 3. paragrafında da her uluslararası terörizm eyleminin dünya barış ve güvenliğine tehdit oluşturduğu belirtilmiştir. Bu anlamda 11 Eylül saldırılarından daha hafif saldırıların da aynı kapsamda değerlendirileceği anlaşılmaktadır. O halde terörist faaliyetler açısından meşru müdafaa hakkının kullanılması BM Anlaşmasından ve Güvenlik Konseyi kararlarından doğan bir haktır. Türkiye’nin terörle mücadelesinde PKK’nın lojistik desteğinin kesilmesi ön planda olduğuna göre hedefin sadece PKK kampları olması sorunun çözümünde yeterli olmayacaktır. PKK’ya ve elebaşlarına açık destek veren, koruma altında tutan ve teslim etmeye yanaşmayan güçlerin durumu da açıklığa kavuşturulmalı. Uluslararası hukuk, teamül kurallarını oluştururken bu konuda da Türkiye’nin haklılığına destek vermiştir. Uluslararası Adalet Divanı’nın Nikaragua davasında bir ülkedeki silahlı gruplara yapılan yardımı güç kullanma kapsamında değerlendirmesi önemli bir argümandı. Aynı şekilde uluslararası toplum terörist Usame Bin Ladin’i barındıran Taliban yönetiminin 11 Eylül saldırılarından sorumlu olduğunu kabul ettiği için Taliban yönetimindeki Afganistan meşru müdafaa eyleminin muhatabı olmuştu. Öyleyse aynı sorumluluk PKK liderlerini teslim etmeye yanaşmayan Barzani için de doğmuştur ve Türkiye’nin meşru müdafaasının muhataplarından birisini oluşturmuştur. OPERASYONUN MEŞRUİYETİ Uluslararası hukuk açısından Türkiye’nin izleyeceği rota açıktır. Ortada ciddi bir tehdit var ve diplomasi yoluyla yapılacaklar bitmiş, artık müdahale son çaredir. Meşru müdafaa kuralının işletilmesinin koşulları silahlı saldırının gerçekleşmesiyle oluşmuştur. Türkiye’nin operasyonu bir hak kullanımıdır ve hukuka uygundur ancak meşruiyetini de sürdürmek zorundadır. Bundan sonra uluslararası hukukun şemsiyesi altında ve hukuk sınırları içerisinde kalmak için meşru müdafaa kurallarına operasyonunun saldırı eylemiyle orantılı olması ve meşru müdafaa amacını aşmaması kurallarına riayet etmek gerekecektir. Orantılı güç kullanımı konusu terörizmle mücadelede askeri güç kullanımının haklılığı sorunsalını gündeme getirir. Afganistan operasyonuna baktığımızda, meşru müdafaa hakkı kapsamında alınacak önlemlerin askeri güce dayalı olmayacağına ilişkin bir saptama bulunmadığı görülmektedir. Üstelik operasyonun devamında da BM tarafından güç kullanımı aleyhine bir görüş ya da kınama gerçekleşmemiştir.(1) Bu durumda askeri güç kullanımının orantılı güç kapsamında değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan terör eylemleri yasak olduğuna göre yani terörizme başvuranlar insani hukuk kurallarını ihlal ettiklerine göre artık savaş esiri muamelesi görme hakkına sahip değillerdir.(2) Madde 51’den doğan hakkın kullanılması çerçevesinde tehdidin ortadan Türk askeri birlikleri Irak sınırına sevkiyatı sürdürüyor...