23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Talat’a verilen desteğin yön değiştirdiği de bir gerçek. Bu süreçte Türkiye’nin iç politikaya yoğunlaştığını ve henüz yeni bir tavır geliştirmediğini söylemek mümkün. Ya da belki daha önce ortaya konulan ilkelerde bir değişiklik olmadığı; kalıcı, hakça, iki toplumun siyasal eşitliklerinin, egemenlik haklarının kabul edildiği, iki kesimli, iki toplumlu çözüm. Bu duruşun bütüncül bir yanı olduğu inkar edilemez. Bununla birlikte bu siyasi çerçevenin ‘Gümrük Birliği Antlaşmasını genişleten protokolü imzalarken bunun GKRY’yi tanıma anlamına gelmediği deklarasyonunu yayınlama’ sınırına kadar gelip dayandığını, de facto’nun diplomasinin önüne geçtiğinde stratejimizin ne olacağını belirlemek için fazla zamanımızın kalmadığını hatırlayarak tartışmalara geçelim. Kıbrıs’la ilgili tavırları, ‘ya taksim ya ölüm’den bu yana oradaki yurttaşlarımızın hassasiyetlerinden, 1963 – 1964’ten, 1967’den, ‘Barış Harekatı’ndan beslenenlerin biraz da ‘ulusal’ duyarlılıkla olan bitene ‘taviz’ penceresinden bakmalarını anlamak mümkün ve hatta zorunludur. Kıbrıs’ı ‘milli mesele’ yapan, siyasileri temkinli olmaya zorlayan da insanımızın bu bakış açısıdır. Türkiye’nin özellikle 1974’ten sonra izlediği politikayı ‘milli mesele’ ekseninde düşündüğümüzde belki Türkiye’den bakmanın bizi jeopolitik sarmalına mahkum edişi de anlaşılabilir. Tabii ki Kıbrıs’ın; AB sürecinin de bir parçası olmasını, umudun sayıya bürünüp % 65’lik ‘evet’le somutlaşmasını ve gelinen aşamada umudun umutsuzluğa dönüşmesini ikinci sıraya alırsak ya da bir başka söyleyişle ‘Halkını yitirmiş bir ulusal davanın yürütülemeyeceği idrak edemeyip, Kıbrıslı Türkleri, Kıbrıs politikasının merkezine koymazsak.’(2) Sonuç olarak, öyle anlaşılıyor ki kim ne söylerse söylesin Kıbrıs’ta çözüm için Türkiye’nin stratejisinde ilk aşama, ortaya konulacak çerçeveye ilişkindir. Türkiye’nin AB sürecinde KKTC politikası Talat ile Papadopulos görüşmesinin ardından, Rum Lider’in yaptığı, ‘Tek düşmanımız vardır: Türk Silahlı Kuvvetleri ve onun Ada’daki işgal ordusudur’ açıklaması, bir araya gelmenin göstermelik olduğunu ortaya koydu. dolayısıyla ortaya çıkan engellerin, KKTC’nin tanınması için Türkiye’nin gerektiği biçimde çaba sarf edip etmediğinin, Türkiye’nin 1974 sonrasında daha farklı bir politika izlemesi halinde şimdiye kadar çözümün (!) gerçekleşeceği gibi tartışmalar, yazının kapsamı açısından anlamlı değildir. Bununla birlikte bu ilintilerin, politik duruşların, zaman kazanmanın, diplomatik nüanslarla kazanım ya da tavizlerin, birlikte, hatta KKTC’nin Annan Planı çerçevesinde daha önce AB’ye girebilmesi çabalarının –siyasi tercihlere bağlı olarak stratejik öncelik öngörüleriyle ilgili olduğu varsayılırsa belki bundan sonraki sürecin başlangıcı tam da bu noktada önem kazanacaktır. Mevcut durum, her ne kadar ‘Rumlardan bir adım ilerideyiz’ diye değerlendirilse de nereye kadar sürdürebileceği tartışmalıdır. Ve bundan sonraki adımlar; AB süreci, izolasyonların kaldırılması, serbest ticaret, limanların açılması vb. ekseninde gidecekse –ki öyle görünüyor sonuçta hedeflenen şey de doğal olarak birleşik Kıbrıs, bir biçimde Kıbrıs Türkleri’nin GKRY ile birlikte AB’ye girebilmesi, dolayısıyla yurttaşlığa ilişkin kişisel gibi görünen ama aşağılayıcı, yıpratıcı, dayanılması zor sorunların ortadan kalkması, bu arada ortaya çıkacak fırsatlara veya gelişmelere göre, GKRY’nin müsaadesi ölçüsünde Türkiye’nin AB sürecinin adım adım ilerleyebilmesi biçiminde C S TRATEJİ 23 olacaktır. Öngörülebilir ve sürdürülebilir mi ? Türkiye’nin AB Müzakere sürecinde sorunsuz denebilecek başlıkların açılıp kapanmasının dışında önemli engellerin olduğunu –KKTC dışında iyimser bakanlar da dahil hepimiz biliyoruz. Kıbrıs’ta ‘çözüm, hemen şimdi’ ile umutlanmanın boşuna olduğunu, ‘evet’e karşın beklentilerin karşılanmayışını, daha da ötesi GKRY’nin siyasi üslubunda bile gizlenmeye gerek duyulmayan hasmane tavrını adeta defalarca aldığımız derslerin tekrarı diyorsak bu durum yeni baştan bir strateji belirlemek için tarihin verdiği bir şanstır belki de… O halde hazır 10 yıl gibi iyimser süreler ifade edilirken önümüzdeki seçenekleri yeni baştan tartışalım. Uygar ulusların onurlu bir üyesi olarak. Yazının başında belirtilen tavırlara ve sözlere muhatap olup ancak sert cevaplar verebilmek yeterince incitici değil mi ? Belki de sadece bu nedenlerle ‘yeni baştan KKTC ?’ 28 Haziran 2006’da Karadağ’ın bağımsızlığını hemen üyelikle taçlandıran BM 1963’ten bu yana varlık mücadelesi veren bir halkı görmezden gelmeyi daha ne kadar sürdürebilir? ‘Bu devlet yasal değildir’den, iki eşit toplumun varlığını kabule gelmedi mi? AB içerisinde yaygınlaşabilecek bağımsızlık fikrine GKRY nereye kadar direnebilir? GKRY Kuzey’in, Ada’nın etrafındaki petrolün peşini bırakır mı? Aynı zamanda jeopolitik kaygıları da giderecek bu çaba devlet politikası ile birlikte savunulabilir mi? KKTC’nin bu konuya ilişkin tavrı ne olacak? Ortak devlet mi? Bağımsız devlet mi? Bu uzun ve meşakkatli yeni başlangıç göze alınabilir mi? Ve nihayet bu tavrın Türkiye’nin AB süreci açısından ortaya çıkarabileceği sakıncalara karşı eylem planı ne olacaktır? Susan katlanır.. Dipnotlar: (1) (Vatan gazetesi, 30.08.2007, Haber: Duygu Leloğlu / BRÜKSEL) (2) Sevgili Kıbrıs’lı dostum Yılmaz SARPER’e teşekkürler. S T R A T E J İ Barış DOSTER K İ T A P L I Ğ I toplamaya çalışmasıdır… Herkes gücünü ve yeteneğini abartmadan ve küçük görmeden, somut bir çalışmaya yöneltmeli, ulusal bir örgütün yaratılmasında yer almalıdır. Bu yapılmazsa, ülke geleceğine karşı duyulan kaygı, sonuçsuz yakınmalar ve iç karartıcı sızlamaların ötesine geçmeyecektir" (s: 30) Aydoğan, girişilecek ulusal mücadelenin üstesinden gelmek için, halka ulaşmak ve onu yerinde örgütlemek gerektiğini ifade ediyor. Bu sayede yerel unsurlardan halk önderleri çıkacağını, bunların ulusal örgütün öncüleri haline geleceğini anlatıyor. Yerel örgütlerde bir araya gelen insanların, çıkarın söz konusu olmadığı bir eylem için buluştuklarından, yurt sevgisinin pekiştiği bir yakınlık ve dayanışma içinde davranacaklarını, kışkırtmalara, tertiplere, sızmalara karşı uyanık olacaklarını ve bu tür girişimleri önleyeceklerini vurguluyor. Yerel örgütleri, ulusal birliği sağlamanın ilk adımı olarak gören Aydoğan, bu örgütlerin halkı bilgilendirip, bilinçlendirmede birer okul işlevi göreceğine işaret ediyor. Ve bu örgütlerin ülke düzeyinde örgütlenip, yeterli sayı ve nitelikte halk önderini ortaya çıkarmasıyla da, halkı temsil eden, ulusal ölçekte örgütlü, gerçekten ulusalcı bir partinin altyapısının hazır olacağını belirtiyor. etin Aydoğan, hem siyasal duruşundaki berraklığı, hem de üretkenliğiyle ülkemizdeki Cumhuriyetçi, Atatürkçü, kılmak için tek seçenek, halkın birliğini sağlamak, kitleleri ulusalcı kesimlerin yakından izledikleri bir örgütlemektir. Dışa karşı mücadelede başarılı olmak için, yazar. Sadece araştırmakla kalmayıp, içte birliğin sağlanması gerekir. Ulusal birlik çerçevesinde örgütlü yapılar içinde de yıllarca mücadele eden, yurdun örgütlenen halk, yenilmez bir güç dört bir yanında söyleşilere, panellere oluşturur" (s: 17) diyen Aydoğan, ulusal katılan Aydoğan’ın "Bitmeyen Oyun" ve varlık söz konusu olduğu için, düşünce, ar: Metin Aydoğan Yaz "Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve konum ve anlayış ayrımlarının önemini rı ınla Umay Yay Türkiye" adlı çalışmaları başta olmak yitirdiğini ifade ediyor. Başarılı olmuş üzere her biri pek çok kez basılan ulusal örgütlerin hem ülkemiz tarihindeki, kitapları bulunuyor. Bu ilgiyi sürekli diri tutan Aydoğan da, hem de dünyadaki örneklerini anımsatan Aydoğan’a geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan kitabı "Ne Yapmalı?" göre; Türkiye’de örgütlerin sayısı ve çeşitliliği yüksek, ile hem bilgi veriyor, hem de çözüm öneriyor. ancak bunların toplumu etkileme gücü, sayı ve Öğrendiklerinin, deneyimlerinin, yaşadıklarının çeşitlilikleriyle uyumlu değil. Gidişatın süzgecinden geçirerek yazdığı kitabında Aydoğan, olumsuzluğunu görenler bugün için azınlıkta gençlerle yaptığı tartışmalara da, Cumhuriyet düşmanı olsalar bile sayıları hızla artıyor. Ülkenin "Brüksel ve Pentagon demokratları" hakkındaki geleceğinden kaygı duyanlar, yavaş yavaş bir düşüncelerine de, kendisiyle yapılan söyleşilere de yer araya geliyor. veriyor. Okurlarından özel bir önem vererek okumalarını Aydoğan, gidişe duyulan tepkinin, insanları rica ettiği ve kitaba adını veren "Ne Yapmalı?" adlı örgütlenmeye yöneltecek önemli bir güç makalesinde Aydoğan, Türk ulusunun yeni bir yok olma oluşturduğunun altını çizerek, ulusal birlik tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna dikkat çekerek, amacını sürekli önde tutan bir anlayışla il, yapılması gerekenleri sıralıyor. Siyasi, iktisadi, toplumsal, ilçe, belde ve köylere dek yayılan dernekler kültürel, diplomatik alanlardaki iç karartıcı saptamalardan kurulmasını öneriyor ve ekliyor: sonra, kurtuluş için tek seçeneğin, emperyalizmle "Bu örgütlerin var olan kitle örgütlerinden başkalığını savaşabilecek güçte bir ulusal örgütlenmeden geçtiğini ortaya koyan ayrım, belirli bir kesime değil ulusun tümüne belirtiyor. yönelmesi, her görüş ve inançtan insanı aynı çatı altında "Direnişi başarıya ulaştırarak ulusal egemenliği kalıcı M Ne Yapmalı? STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear