Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
22 Melis HAMAMCIOĞLU TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası Düşünme süresi geçiyor, çözüm yok, ayrılıklar sürüyor... C S TRATEJİ NEDEN HAYIR? Anayasa metninin yürürlüğe girebilmesi için tüm üye devletler tarafından onaylanması gerekiyor. Ne var ki, anımsanacağı üzere AB Anayasası, ilk önce 29 Mayıs 2005 tarihinde Fransa’da, daha sonra da 1 Haziran 2005 tarihinde Hollanda’da yapılan referandumlar sonrasında büyük bir darbe yedi. Fransa’nın AB’nin en güçlü kurucularından biri olması ve taslağın hazırlanmasında en çok emeği geçen ülke olması nedeniyle, Fransa halkının anayasayı reddetmesi AB’ye ve Fransız politikacılara yönelik toplumsal hoşnutsuzluğun somut bir göstergesi olarak görülmeli aslında. Bu bağlamda Fransa ve Hollanda referandumlarını birlikte değerlendirmek gerekirse, halkın anayasanın içeriğinden habersiz olduğu, bu iki halkın da bilinçli bir "hayır" oyu vermediği, daha çok mevcut hükümetlere ve AB sistemine karşı tepkilerini dile getirdikleri yargısına varabiliriz. Tepkiler, AB’nin geleceğine yönelik kaygılar, genişleme politikasına duyulan tepki Türkiye’nin birliğe olası üyeliği, çok fazla liberalleşmenin sosyal koruma sistemini çökerteceği düşüncesi, işsizlik kaygısı ve kendi ülkelerinin birlik içerisindeki egemenliklerini kaybedecek olma endişesi üzerinde odaklanmıştı ve bütün bu etkenler sonuçta referandumlardan "hayır" oyu çıkmasında tetikleyici rol oynadı. Parlamentonun yetkilerinin arttırılması ve Türkiye’nin birliğe olası üyeliği karşısında Türkiye’nin 70 milyon nüfusuyla parlamentoda en kalabalık grubu oluşturacağı gerçeği, Fransa’nın birlik içerisinde kendi sesini duyuramayacağı endişesini özellikle arttırdı. AB liderleri Fransa ve Hollanda referandumlarından çıkan "hayır" yanıtının yaratacağı olası "domino etkisi"nden korktukları için 16–17 Haziran 2005 tarihli zirvede bir yıllık bir "durup düşünme" süresine ihtiyaç duyduklarına karar verdiler. Bu süre içerisinde asıl amaç Avrupa vatandaşlarının güvenini tekrar kazanmak, onları AB Projesiyle tekrar yakınlaştırmak ve bir bakıma halkın sesine kulak vermekti. Liderler halkın korkusu ve bilgisizliğinin Birliği bu çıkmaz yola sürüklediğinin farkına varmışlardı. Avrupalılara, anayasanın içeriğiyle ilgili daha fazla bilgi edindikçe Anayasa Taslağı’na desteklerinin artacağını ve anayasanın güncel yaşamlarına sayısız artı getireceğini gösterme vakti gelip geçiyordu. Liderler de buna karşılık, Avrupa vatandaşlarının, Avrupa’nın geleceği yani kendi gelecekleri konusunda ekonomik ve sosyal nedenlerle karamsar olduğu, işsizlik, sosyal korumanın azalması, sağlık ve düzensiz refah dağılımı konularında kaygıları olduğu gerçeğini bütün çıplaklığıyla görmüş oldu. Gerçekten de Avrupa vatandaşları, AB liderlerinden her geçen gün bu yönde atılmış daha somut bir adım bekliyor. Yine de liderlerin bu bir yıllık "durup düşünme" süresi üzerinde aslında çok fazla durduğu ama pek fazla düşünmediğini görüyoruz. Yapılan planlar her ne kadar umut vaat ediyor gibi görünse de, aslında süslü cümlelerin arkasına sığınmaktan öteye geçemiyor. on günlerde dikkatler her ne kadar Ortadoğu’daki krize yönelmiş olsa da genişleyen AB’nin hantallaştığına ve işlerliğini yitirdiğine yönelik tartışmalar, AB gündemini hayli meşgul etmekte… AB’ye üye ülkeler arasındaki farklı görüşler günden güne artmakta ve birliğin üye sayısının arttırılmasının AB’yi ne yönde etkileyeceği konuyla ilgilenen herkesin merakını uyandırmakta. AB’nin genişlemesiyle yakın ilişkisi olan ve bir bakıma AB Projesinin kilit noktası haline gelen "Avrupa Birliği Anayasası"na yönelik gelişmeler, 2007 yılında, Almanya’nın dönem başkanlığını devralmasıyla tam anlamıyla hız kazanacak. Bilindiği üzere AB, 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan’ı birliğe dâhil ettikten sonra genişlemeyi 2009 yılına kadar durduracak. Böyle bir kararın alınmasının gerekçesi, genişlemenin gerçekleşebilmesi ve aynı zamanda AB’nin işlerliğini koruyabilmesi için bir dizi yapısal reform gerekiyor olması. Bu da ancak bir "Anayasa" ile olanaklı olabilecek. Genişlemenin gerçekleşebilmesi için önce mutlaka kurumların ve aksayan yapıların düzeltilmesi gerekiyor. Zaten aksayan yapılar üzerine bir de üye sayısı arttırılırsa, AB Projesi kuruluş amacı olan "ortak bir Avrupa sesi" düşüncesinden uzaklaşacak Avrupa Parlementosu ve vizyonunu büyük ölçüde yitirecek. Bu nedenle Anayasa sorunu, öncelikle çözülmesi gereken bir konu olarak ortaya çıkıyor. S AB’nin engeli anayasa AB’nin entegrasyonunu derinleştirmesi, uluslararası arenada daha etkin bir küresel güç olarak kendini göstermesi için kurumsal yapısını güçlendirmesi gerektiği yönündeki düşünceler biliniyor. Bu amaçla AB Anayasası ilk girişiminde hüsranla sonuçlanmıştı. ANAYASA’NIN ORTAYA ÇIKIŞI Aslında bu durum, AB’nin geçmişinde çok sık rastlanan bir sorun. 1990’lı yılların ortalarında AB liderleri, AB’nin genişleyebilmesi için birtakım kurumsal reformlara ihtiyaç olduğu görüşündeydiler. AB’nin 15 ülkeden 25 ülkeye çıkarılmasına yönelik planlar, AB’nin hantallaştığı, karar verme mekanizmasının yavaşladığı ve kurumlarının işlerliğini yitirdiğine yönelik eleştirileri de beraberinde getirdi. Bu nedenle AB üyesi devletler, birliğin geleceğini etkin genişlemeye izin verecek biçimde şekillendirme çabası içerisine girdiler. "Reform yapılmalıdır" fikri, ilk olarak 1991 Maastricht Antlaşması’yla ortaya atıldı. Bu antlaşmayla birtakım yenilikler yapılsa da alınan kararların tamamlanması, 1997 Amsterdam Antlaşması’na bırakıldı. Amsterdam Antlaşması’nda, AB’nin genişlemeden önce çözmesi gereken sorunlar açıklanırken, bu sorunları çözme aşamasında çok fazla başarıya ulaşılamayınca, 2000 yılındaki Nice Zirvesi’nde ikinci kurumsal reformlar paketi kabul edildi. Nihayetinde, 2001 yılındaki Laeken Zirvesi’yle bu konuda somut adımlar atılmasına karar verildi ve "Avrupa Birliği’nin Geleceğine İlişkin Deklarasyon" kabul edildi. Bu deklarasyonla birliğin, daha demokratik, daha şeffaf ve Avrupa vatandaşları için daha ulaşılabilir olmasına yönelik bir Anayasa hazırlanması yönünde karar alındı. "Anayasa" sözcüğünün ilk kez bu zirvede telaffuz edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Anayasa, AB’nin yapılarını şekillendiren ve kuruluşundan bu yana yaklaşık 50 yıl boyunca imzalanan çok sayıda antlaşmanın yerine geçiyor. Bu yöndeki çalışmalar, 2002 yılında, Fransa’nın dönem başkanlığında, başladı ve hemen ardından bir "Anayasa Taslağı" hazırlandı. Bu metin üzerinde uzlaşı, ancak 17–18 Haziran 2004 tarihli Brüksel Zirvesi’nde sağlandı. Anayasa Antlaşması, 29 Ekim 2004’te Birlik için sembolik bir önem taşıyan Roma’da, üye devletler tarafından imzalandı. Konu üzerine çok fazla görüş ayrılığı bulunan Birlik içerisinde Anayasa’nın içeriğine yönelik olarak; Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi içindeki oy ağırlıklarının paylaşımı, komisyonda temsilci sayısının azaltılması, parlamentonun yetkilerinin arttırılması ve oy verme sisteminin değişmesi konularında anlaşmazlıklar çıktı. Nitekim onay süreci, ancak metin üzerinde birtakım değişikliklerden yapıldıktan sonra başladı.