26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Fatih KORAŞ Ortadoğu krizinin Suriye’ye yansımaları… C S TRATEJİ 15 eçen yıl Şam’da Filistinli mültecilerin yanında iki ay geçirmiştik. Bu yıl da Ortadoğu’da süren savaş nedeniyle kendimi Lübnanlı mültecilerin arasında buldum. Yazıda sizlerle bölgede gerçekleşen iki farklı çatışmaya ilişkin gözlemlerimi paylaşmak istiyorum… Bugünlerde bütün Arap televizyonlarında savaş haberleri; Lübnan, Filistin ve Hizbullah için yazılmış şarkılar ve marşlar yayımlanıyor. Günlerdir Arap gazetelerinin manşetleri savaşla ilgili gelişmeleri veriyor. Sokaktaki durum da benzer. Her taraf Lübnanlı mültecilerle dolu. Birçok aile yaz tatili nedeniyle boş olan öğrenci yurtlarına yerleştirildi. Giyim kuşamı düzgün ve halinden yakın zamana kadar zengin olduğu belli olan mülteciler utanarak dilencilik yapıyorlar. Ayrıca, Suriye’de Hizbullah’a karşı devlet desteğinin yanı sıra çok büyük bir halk desteği de göze çarpıyor. Her köşe başında Hizbullah bayrakları, tişörtleri ve Nasrallah’ın fotoğrafları satılıyor. Çoğu kimse işyerlerinde, arabalarında Beşar Esad ve Hafız Esad resimlerinin yanına Nasrallah’ın da resmini eklemiş durumda. G ‘Farklı doğruların’ savaşı İsrailHizbullah savaşı Suriye’de Esad’ların portrelerinin yanına Nasrallah’ın fotoğrafının da eklenmesine neden oldu. Çatışma, birey, devlet ve sistem çıkarları ile değil, ‘yaşama hakkı’ gibi kavramların ön plana çıkarılmasıyla önlenebilir. İÇ ÇATIŞMA İkinci durum ise biraz daha farklı. Şam’ın kenar mahallerinde hemen her gece bir sokak çatışmasına rastlamak mümkün. Bazen sabaha kadar kalaşnikof seslerini dinleyebilirsiniz. Ancak, polis bu çetelerle çatışmaya girmekten korktuğu için olaylara müdahale edemiyor. Bu sıcak çatışmanın yanı sıra toplum içinde her türlü çatışma örneğini görmek de olanaklı. Tüm bireylerin üzerinde uzlaştığı pek az kural var. Herkesin her şeyi yapmaya hakkı olduğu bir toplumsal yapı söz konusu. Diğer bir ifadeyle Thomas Hobbes’un ünlü "doğal durum"una benzer bir ortamda yaşıyor insanlar, tek fark güçlü bir rejimin getirdiği bazı kurallara uymak zorunda olmaları. Görünen o ki, Arap toplumu daha kabile düzeyinde örgütlenmişken üstten ya da dıştan gelen bir zorlamayla şehirleşmeye başlamış, bu ise kabile içi bağları zayıflatmış, bunun sonucunda kabile düzeyinde uzlaşılmış kurallar ortadan kalkmış ve kuralsız, daha doğrusu herkesin kendi kuralının olduğu bir toplum yapısı ortaya çıkmış. Bu açıdan bakıldığında, neden bir Arap birliğinin sağlanamadığı ve İsrail’e karşı neden başarılı bir savunma gösterilemediği anlaşılabiliyor. Tüm toplumu bir arada tutacak bağlar bu bölgede kurulamamış durumda. Oysa ulus olarak örgütlenmiş bir İsrail’e ya da dünyanın diğer devletlerine karşı örgütlenmesi birey düzeyinde kalmış bir yapıyla karşı koymak olanaksız. bir güce dönüşebilir. Tam tersinin olduğu durumda, yani bireylerin ulus ya da sistem düzeyine ortak doğrular üzerinde uzlaşamadığı durumda ise çok büyük bir zayıflık ortaya çıkar. Bugün, Ortadoğu’da, dünyada çatışmaların yoğun olarak yaşandığı diğer bölgelerde de bu zayıflık yüzünden çatışmalar yaşanıyor. İsrail Lübnan çatışmasına baktığımızda, İsrailli iki askerin kaçırılması, Lübnan’ın yerle bir edilmesi, onlarca sivilin ölmesi, yüzlercesinin yaralanması için "yeterli" bir nedendir. İsrail’in bu "doğrusuna" karşılık başka bir insan ya da devlet için tek bir insanın ölmesi ya da zarar görmesi bile bir devletin parçalanmasından daha kötü olabilir. Bu durumu şöyle açıklamak olanaklı görünüyor: Düşünmek eylemi en az iki farklı zıtlığın karşılaştırılması demektir. Bu durumda insan beyni bir teraziye benzetilebilir. Terazinin iki kefesine aynı olmayan iki düşünce yerleştirilir ve hangisi ağır basarsa o durumun iyi olacağı sonucuna ulaşılır. Fakat işte tam burada terazinin kefelerine koyulan düşünce ve tutumların ağırlıklarının insandan insana ve devletten devlete farklılık gösterebileceği gerçeğiyle karşılaşılıyor. Bunun nedeni nedir? Çok basit bir açıklaması var: Bu düşüncelere ve tutumlara yüklenen anlamların kişilere göre değişmesi, bunlara böyle değişik anlamların ve değerlerin yüklenmesinin nedenine baktığımızda ise çıkar etkeni ile karşılaşıyoruz. Bir birey için ya da devlet için insan haklarını savunmak onu daha saygın, daha güçlü kılacaksa insan haklarına yüklediği değer daha ağır olacaktır. Eğer insan haklarını savunmak yerine Lübnan’a doğru hareket eden İsrail tankı devletin güvenliğini savunmak onu daha saygın, daha güçlü yapacaksa o zaman terazinin iki kefesine insan hakları ve devletin güvenliğini koyduğunda devletin güvenliği daha ağır basacaktır, çünkü o insanın çıkarına uygun olan durum budur. İsrail, devlet ya da ulus düzeyinde bu hesapları yapıyor. Araplar ise ancak bireysel düzeyde bu hesapları yapabiliyor. Sonuçta böyle dengesiz iki gücün, çok güçlü ile çok zayıfın savaşı ortaya çıkıyor. PEKİ YA ÇÖZÜM? Burada tamamen baştan yanlış olduğu düşünülen bir çözüm önerisi getirilmeyecek yani Arapların ulus düzeyinde örgütlenip güçlü olmaları ve sonra çıkarları çerçevesinde kendi doğrularını oluşturmaları savunulmayacak. Bugün insanlık artık şunun farkına varmalı: Doğrular çıkarlara göre belirlenmeye devam ettiği sürece çatışmalar ve savaşlar asla sona ermeyecek. Bugün Araplar ulus düzeyine çok güçlü bir örgütlenmeyi başarabilseler ve İsrail’e karşı koyabilseler bile bu ne dünyada ne de bölgede çatışmaları sona erdirmeyecek. O halde olması gereken tüm insanlığın çıkarlara göre belirlenen sahte doğrulara değil de sadece doğru olduğu için doğru olan gerçek doğrulara ulaşmasıdır. Ne bireysel düzeyde, ne devlet düzeyinde, ne de sistem düzeyinde doğrular artık çıkarlara göre değil, en basitinden yaşam hakkı gibi gerçek ahlak ilkelerine göre belirlenebilmeli. Ancak bu yapıldığı takdirde hem bireysel hem toplumsal hem de devletler arası çatışmalar sona erecek ve biz ancak o gün savaş olmayan bir Ortadoğu’dan ve belki de dünyadan bahsedebileceğiz. GÜÇLÜNÜN HAKKI Neden Daha Geniş Bir Örgütlenme Yok? Bu sorunun cevabı aslında çatışma kavramının altında gizli. Çatışmanın kaynağının ne olduğu tam olarak anlaşılabilirse bu sorunun yanında birçok soruya yanıt bulmak da kolaylaşacak. Çatışmanın nedeni en geniş ve en basit düzeyde çatışan iki tarafın farklı doğrulara sahip olması denilebilir. Bu doğrular ise çıkarlara göre belirleniyor. Her birey, her devlet çıkarını en iyi şekilde gerçekleştirecek durumu doğru olarak kabul ediyor. Bu durumda ise güçlü olanın kendi çıkarı doğrultusunda doğru olarak kabul ettiği, "mutlak doğru" olarak kabul ediliyor. Yani, haklının değil, güçlünün haklı olduğu bir ortam ortaya çıkıyor. Güçlü olabilmek içinse insanların daha çok ve daha sağlam bir bağla ortak doğrular üzerinde uzlaşabilmeleri gerekir. Böylece tek tek bireylerin güçleri bir devlet ya da sistem çatısı altında muazzam
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear