26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

olumsuzluklarıyla devam etmesinin başlıca sebebi, bu savaşta Arapların yenilgisi ve İsrail’in Golan Tepeleri’ni, Batı Şeria’yı, Gazze ve Sina Yarımadası’nı ele geçirmesidir. (bakınız harita 2) Haziran 1967’de savaşın hemen öncesinde New York’ta yaşayan ve Ortadoğu ile ticaret yapan Türkler ve Amerikalılar bölgeyi bildikleri için savaşın kaçınılmaz olduğunu anlatıyorlardı. Başkan Nasır Mısır ile İsrail arasındaki tampon bölgede görev yapan BM Barış Gücü askerlerinin bölgeyi terk etmesini istedi. BM Genel Sekreteri U Thant tereddüt etti. BM Barış Gücü aradan çekilirse savaş kesinlikle başlayacaktı. U Thant Başhukuk Müşaviri Stavropoulos’dan mütalaa istedi. Stavropoulos da böyle bir talep karşısında hukuki açıdan askerlerin geri çekilmesi gerektiği yolunda görüş bildirdi. Barış Gücü askerleri çekilince savaş başladı ve bildiğimiz sonuç ortaya çıktı. Akabe Körfezi’nin Araplar tarafından ablukaya alınmış olmasından endişelenen İsrail, Arapların saldırıya geçmesini beklemeden kendisi 5 haziran 1967’de saldırdı. 6 gün savaşı olarak adlandırılan bu savaşta Arap uçakları havalanamadan yerde savaş dışı bırakıldı. İsrail tank birlikleri bütün Sina yarımadasını ele geçirdi. Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan tepeleri işgal edildi. Araplar 26.000, İsrail 900 ölü verdiler. Savaştan sonra 200.000 Filistinli yurtlarından kaçarak çoğu Ürdün’e gitti(3). Ürdün’de ötedenberi yaşayan Filistinlilere ilave olarak yeni gelen Filistinlilerle birlikte Filistin Kurtuluş Örgütü Ürdün’de çok kuvvetlendi. Siyasi istikrarı ve Kral Hüseyin’in durumunu sarsmaya başladı. Öyle ki Washington’un desteğine sahip olan Kral Hüseyin, İsrail ile görüşmeler yoluyla barışçı bir çözüm arama olanağından uzaklaştı. FKÖ’nün İsrail’e yaptığı saldırılar dolayısıyla İsrail mukabelede bulunuyor ve bu durum Ürdün’ü zorluyordu. Öte yandan İsrail’le yapılan temaslarda FKÖ kendisinin de temsil edilmesini istiyordu. Ürdün’ün bazı bölgeleri adeta FKÖ’nün bağımsız olduğu alanlara dönüşmüştü. 1970 eylülünde Filistinliler üç sivil uçağı Amman havaalanına kaçırıp, tahrip ettiler. Bu olay bardağı taşıran damla oldu. Kral Hüseyin Filistinlilere karşı askeri harekat başlattı. 3.000 civarında Filistinlinin öldürüldüğü söylenir.(4) Bu olaylar "Kara Eylül" diye anılır. Tabii bu kanlı çatışmada Kral Hüseyin ABD ve İsrail’in desteğine sahipti. Suriye Filistinlilere yardım etmeyi düşündüyse de cesaret edemedi (5). 15.000 civarında FKÖ’lü savaşçı bu kez Güney Lübnan’a geçtiler. İsraill’e yapılan savaşlarda Filistin’de yaşayan halkın bir kısmı zaten Güney Lübnan’a kaçmış ve orada kurulmuş çadır kamplarda yaşıyorlardı. Ürdün’den gelenler de bu mültecilere dahil oldular ve sayıları 200.000’i buldu. Kendi devletlerini kurarak kendi topraklarında bağımsız yaşamak isteyen Filistinlilerin kötü talihleri devam ediyordu. Bu kez de Filistinlilerin işbirliği yaptığı Müslümanlarla Lübnanlı Hıristiyanlar (falanjistler) arasında çatışmalar başladı ve Filistin hareketinin lideri Yaser Arafat... Harita 2 C S TRATEJİ 11 cumartesi günü de Konsey acele toplantıya çağrılıyordu. Yaklaşık bir ay Konsey devamlı olarak toplantı halinde kaldı. Konseyin en kapsamlı kararı olan ve bugün de sorunların çözümü için temel teşkil eden 242 sayılı karar, savaştan beş ay sonra 22 kasım 1967 tarihinde kabul edilebildi. Bunun sebebi uzun siyasi pazarlıklardır. Kararın içinde yer alacak unsurlar üzerinde anlaşıldıktan sonra, 1. işlem maddesindeki "Ortadoğu’da adil ve devamlı barışın kurulması için BM Yasası’ndaki ilkelerin" hangilerine dayanılacağı konusunda uzlaşmaya varılamıyordu. Barış için, İsrail silahlı kuvvetlerinin işgal ettikleri topraklardan geri çekilmesi fikrinin öncelik taşıdığını destekleyenlere karşılık, "bütün iddialara ve savaş hallerine son verilmesi ve bölgedeki her devletin egemenlik, toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığının tehditlerden ya da kuvvet kullanımından arınmış, güvenli ve tanınmış sınırlarda barış içinde yaşama hakkının kabulü ve buna saygı duyulması" fikrinin önceliği olduğunu destekleyenler de vardı. Bu iki fikrin ya da ilkenin hangisinin daha önemli olduğu ve öncelik taşıdığı da tahmin edilemeyecek kadar uzun görüşmelere yol açtı. Sonuçta İngiltere Temsilcisi Lord Caradon’un (1950’lerin sonlarında Genel Vali olarak Kıbrıs’ta Sir Hugh Foot unvanıyla görev yapmıştı) bulduğu formülle her iki ilkenin de eşit ağırlıklı olduğu kabul edilerek sorun çözüldü. Bu iki ilke bugüne kadar bütün çözüm önerilerinde yer almaktadır. 242 sayılı kararda ayrıca: uluslararası ulaşımda kullanılan su yollarından (Süveyş Kanalı) geçiş serbestisinin garanti edilmesi mülteciler sorununun adil bir çözüme kavuşturulması, bölgedeki her devletin topraklarının ve siyasi bağımsızlığının ihlal edilmemesi için askerden arındırılmış bölgeler de dahil, önlemler alınması lüzumu belirtiliyordu. Kararın 3. maddesinde ise Ortadoğu’ya bir Özel Temsilci tayin edilmesi Genel Sekreter’den istenmekte, Özel Temsilci’nin yukarıda belirttiğimiz unsurlara uygun bir anlayış oluşturulması ve barışçı, kabul edilen bir çözüm şekline ulaşma çabalarına yardımcı olması istenmekteydi. DİPNOTLAR: 1Turkish Participation in the U.N. (19451954) Mehmet Gönlübol s.171 2Türk Dış Politikası, Baskın Oran Cilt 1 s.641 3 Olaylarla Türk Dış politikası (19191965) SBF Öğretim üyelerinin hazırladığı bir çalışma s. 249 4L’express dergisi (31.12.1998) s. 98 5Concise History of ArabIsraeli Conflict (Bickerton and Klausner) s. 167 İsrail Arap çatışmalarında önemli görevler üstlenen Şaron ‘Dünya kamuoyuna artık bıkkınlık veren Ortadoğu sorunu, ne zaman ve nasıl çözülür?’ Bu soru, değişik şekillerde yanıtlanabilir. Ama oyunda rol alan taraflar ve tutumları düşünüldüğünde, sorunun yanıtı yok gibi görünüyor. giderek şiddetlendi. Sonunda 1975’de Lübnan iç savaşı patlak verdi. Daha sonraları FKÖ liderliğinin Tunus’a taşınması , Arafat’ın faaliyetlerini oradan yürütmesi, Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarından Sabra ve Şatila’ya Sharon’un sorumluluğunda İsrail’in düzenlediği baskın ve katliamlar, Filistinlilerin mücadelesinde ciddi dönemeçlerdir. Ancak barışçı değil, şiddete dayalı bir mücadele ile bir çözüm şekli arama tutkusu Araplar için de İsrail için de devam ediyordu. Bu durum, fedakarlık da gerektirse İsrail’in işine yarıyordu. Çünkü hem askeri üstünlüğü, hem Amerikan desteği, 1967 savaşında işgal ettiği topraklarda kalmasını, BM Güvenlik Konseyi kararlarını önemsememesini ve "işgal altındaki topraklarda" askeri kontrolünü sürdürmesini sağlıyordu. Siyasi forumlarda ise Arap komşularının İsrail’i tanımadıklarını, güvenli sınırları bulunmadığını ve sivil halkın güvenliğini sağlamaya mecbur olduğunu ileri sürüyordu. 1967 savaşını Arap tarafı ve özellikle Mısır ile Suriye arzu ettiği halde savaşı başlatan İsrail oldu. ABD İsrail’e siyasi ve askeri tam destek verdi. 1967’de New York’ta 3 milyon Yahudi yaşıyordu. İsrail’in nüfusu da o civardaydı. Savaşın birinci günü endişelenen New Yorklu Yahudi kuruluşları yardım toplama kampanyası başlattılar. Çeşitli katkılar ve metro istasyonlarında, otobüs duraklarında falan toplanan yardım ilk günün sonunda 50 milyon doları bulmuştu ve bu rakam halk arasında biraz da hayretle anlatılıyordu. BM Güvenlik Konseyi derhal toplantıya çağrıldı. Taraflar doğal olarak birbirlerini suçluyorlardı. Hemen her cuma günü hem Arap tarafı hem İsrail için tatil günü olduğundan, askeri bakımdan sürpriz çatışmalar başlatılıyor ve arkasından her
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear