28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

yaşamanın benzersiz bir yolu" olarak nitelendiriyor. Ne var ki yazara göre AB ülkeleri, bu gerçeği unutmuş ve "ortak tutkuları" üzerine artık düşünmez olmuşlardır. İşte bu noktada da, Avrupa’ya tutkularını ve amaçlarını hatırlatacak ve öğretecek bir "pedagog devlet"e, yani Fransa’ya ihtiyaç duyulmaktadır. Nezaketen olsa dahi alçakgönüllü olma gereği hissetmeyen Delbecque, Fransa’nın "14 Temmuz 1789’da insanlığı eğittiği gibi şimdi de Avrupa’yı eğitebileceğine" inanıyor. Böylece, Fransa’nın yol göstericiliğinde "dogmatik bir uyku"dan uyanan Avrupa; ABD ve Çin ile başa baş ilerleyen üçüncü bir güç olacak. AB Anayasası taslağına "hayır" demelerinin AB’nin önünü tıkadığı suçlamalarına Fransızların büyük çoğunluğu karşı çıkıyor. Fransa’daki yaygın görüş, Fransa’nın "hayır"ından sonra aslında AB ülkelerinin, üzerinde durup düşünmeleri gereken konularla ilgili kesin ve bağlayıcı kararlar almak için girişimde bulunmaya başladıkları yönünde. Bu düşünceye göre, soğuk duş etkisi yapan referandum, AB’nin yukarıda sözü geçen "dogmatik uyku"dan uyanmasını sağlayan vesilelerden biri oldu. Yine de olası suçlamaları gidermek ve üstlenmek istedikleri liderlik görevini yerine getirmek için Fransa, Mart ve Haziran’daki zirvelerde çok aktif bir rol üstlenmeyi planlıyor. AB Anayasası taslağı kabul edilseydi ileride AB Dışişleri Bakanı olması beklenen Javier Solana’nın yetkilerinin anayasa metninden bağımsız olarak artırılması ve bu şekilde daha etkin bir dış politika yürütülmesinin sağlanması Fransa’nın gündeminde üst sıralarda yer alıyor. Ayrıca, Pakistan’daki deprem ile ilgili olarak AB’nin son derece kötü bir sınav verdiği inancıyla ve gücün "zamanında ve tam olarak harekete geçebilme" kapasitesiyle olan ilişkisinden dolayı felaketlere yerinde ve zamanında müdahale edebilme ile ilgili önerilere de AB’nin bu yılki zirvelerinde yer verilmesi bekleniyor. Son olarak, AB’nin ortak enerji stokları ile ilgili projelerini gündeme taşımayı düşünen Fransızlar, çok da ısrarcı olmadan, nükleer enerjinin tamamen göz ardı edilemeyecek bir kaynak olduğunu vurgulayacaklar. sunduğu Fransız SUEZ’in, teklifin hemen ardından bir Fransız kamu işletmesi olan Gaz de France ile birleşmesi olayında gördük. Yakın zamanda Fransız şirketlerin, İtalyan ekonomisinde, özellikle bankacılık, ulaştırma ve enerji sektörlerinde daha aktif olmasına izin verecek uygulamalara imza atan İtalyan hükümeti, Fransız hükümetinin kendilerine karşı bu korumacı girişimini "AB hukukunun ihlali" olarak nitelendirdi ve Fransa’nın bu uygulaması için ceza alması gerektiğini ifade etti. "Ulusal stratejik piyasaları korumakta İtalya başarısız, Fransa başarılıysa bu, ceza gerektiren bir durum değildir" diyen Fransız hükümeti ise "ekonomik vatanseverlik" politikasında geri adım atacak gibi gözükmüyor. Ne var ki, olağan AB uygulamaları dışına çıkarak üye ülkelerle bu çeşit sürtüşmelere girmesi, Fransa’nın AB içindeki etkisini zayıflatan bir durum. AB’yi ileri götürecek "beyin" ülkeler arasında yer almak ve hatta onları koordine etmek isteyen Fransa’nın konuştuğu zaman işitilebilmesi için AB ilkeleri ile sözde olduğu kadar gerçekte de tam bir uyum içinde olması gerekiyor. Aslında Fransa genellikle, politikacı, gazeteci ve yazarları aracılığıyla "güçlü Avrupa’nın güçlü kalesi" görünümü veriyor olsa da, ekonomik göstergeler açısından, özellikle her zaman kendini kıyasladığı Almanya’ya göre, çok da parlak bir tablo çizmiyor. Almanya’nınkinin yarısı kadar olan ihracatında (350 milyar Avro) otomobil hariç katma değeri düşük ürünler bulunuyor. Airbus’ın satışına rağmen finans piyasalarındaki durumunu güçlendiremiyor. Büyüme oranı açısından, yüzde 1.6 ile uzun zamandır ilk defa Almanya’nın gerisinde kaldı. En moral bozucu nokta ise, tüm çabalara rağmen Ocak ayında işsizliğin yüzde 0,7 artması oldu. Fransa’da yeni iş yaratılması, Paris İsyanları’ndan sonra özel önem taşıyor. C S TRATEJİ 5 Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt VE TÜRKİYE... Ne var ki, evde durum ne kadar bunaltıcı olursa olsun Fransa dışarıda, özellikle Avrupa meseleleri konusunda, sözü kimselere bırakmıyor ve AB’yi "eğitme" girişimlerine ara vermiyor. Bu bağlamda ısrarla vurguladığı unsurlardan bir tanesi de hiç şüphesiz, AB’nin Türkiye’nin katılımını kaldıramayacağı ve beklentilerin aksine güçsüzleşeceği savıdır. Büyük çoğunluğu Türkiye’nin üyeliğine karşı olan Fransızların, "medeniyetler ittifakı" gibi aslında naif sayılabilecek söylemlere itibar etmedikleri ve etmeyecekleri ortada. Türkiye, daha ziyade güçlü Avrupa’nın gerçekleşmesi olasılığının önündeki en büyük engellerden biri olarak algılanıyor. Bu çerçevede, genişleyen Avrupa ile güçlenen Avrupa’nın çeliştiği ısrarla vurgulanıyor. Ayrıca, eğer AB’nin önceliği "sınırların mutlaka çizilmesi" ise, doğuya doğru genişlemenin şu aşamada durması ve sınırların bu şekilde çizilmesi gerektiği üzerinde duruluyor. Böylece Türkiye’nin doğu ve güneydoğu sınırlarının politik Avrupa’nın da sınırları olması önlenmiş olacağı düşünülüyor. Delbecque, Türkiye’nin üyeliğinin, dünyanın üç büyük gücünden biri olmayı hedefleyen AB’yi "ya felç edeceğini ya da felakete götüreceğini" savunuyor. Fransız politik yazınında giderek daha fazla dile getirilen bu tür düşünceler aslında Fransa’nın, ideal Avrupa’da Türkiye’yi görmek istemediğine işaret ediyor. AB’ye dair yapılan planlar ilerleme yönünde ve Türkiye, ilerlemenin antitezi olarak görülüyor. Türkiye’nin aksine ‘ekonomik vatanseverlik’ten vazgeçmeyen Fransa, önemli bulduğu bir firmayı İtalyanlara dahi satmıyor. Yazar Delbecque, ülkesindeki genel kanı doğrultusunda, Türkiye’nin birliğe katılımasını, ilerlemenin antitezi olarak görüyor. EKONOMİK VATANSEVERLİK Fransa bu şekilde, kendi verdiği "eğitim" dâhilinde AB içinde küçük bir liderler grubu yaratma ve karar alma mekanizmalarında etkisini artırma hayalleri kuradursun, iç politika ve ekonomi dinamikleri Fransa’nın Avrupa tarafından bu şekilde algılanmasını engelliyor. Fransa için geleneksel veya kritik önem taşıdığı savunulan sektörlere yabancı sermaye girişi engellenirken, Fransa’nın sembolü olarak kabul edilen markaların da yabancı şirketler tarafından satın alınmasına devlet destekli uygulamalarla karşı konuluyor. Başbakan Dominique de Villepin’in "ekonomik vatanseverlik" dediği bu politikanın son örneğini geçtiğimiz hafta İtalyan enerji şirketi ENEL’in satın almak için teklif
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear