Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
C S borçlanmanın sonuçlarını değerlendirdi: coğrafyada yaşadığınıza, hangi sosyal sınıfa mensup olduğunuza bağlı" yanıtını vermişti. Bu doğru bir değerlendirme. Hangi toplumda, hangi ülkede yaşadığınız önemli. Fransa’da mı? ABD’de mi? Fildişi Sahili’nde mi? Moldavya’da mı? Ancak tek başına yeterli değil çünkü her toplumda sosyal sınıflar ve katmanlar var. ABD’de veya AB’de yaşarken sosyal güvenlik ve sağlık sisteminin piyasaya terk edilmesi veya iş hayatına getirilen esneklik nedeniyle gerek iş, gerekse sosyal güvencesini yitiren milyonlarca insan var. Buna karşın azgelişmiş toplumlarda küreselleşme nedeniyle büyük kazanç sağlayanlar ve asalaklar bulunuyor. Sıcak para ya da diğer bir tanımla finans kapitalin küresel sömürgecilikteki işlevi geçmişe oranla farklılaşıp gelişti mi? Neden? Klasik sömürgecilik döneminde finansal sermaye sömürünün yoğun ve yaygın olarak kullanılan bir aracı olmuştur. Zaten emperyalizmin belli başlı özelliklerinden biri de sermaye ihracıdır. Bu dönemde ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar Büyük Britanya egemen güç olarak dünya arenasında yer almıştır. Bu devlet doğal olarak Fransa, Hollanda ve diğerlerini de unutmamak koşuluyla sermaye ihraç ettiği ülkeleri sömürmüş, bu yörelerden aktarılan kaynaklar kapitalist dünya ekonomisinin ihtiyaç duyduğu likiditeyi büyük ölçüde finanse etmiştir. Dolayısıyla çok katı bir sömürgeci politikanın ardında finansal sermaye ihracını buluyoruz. Konuya ilişkin bir kaç saptamada daha bulunacağım. Siyasal bağımsızlıklarını elde etmiş Latin Amerika ülkeleri 1820’den itibaren dış borçlanmaya başvurmuştur. Dönemin finansal merkezleri olan Londra ve Paris’I borçlanan ülkelerin ihraç ettikleri tahviller adeta istila etmiştir. Latin Amerika’nın dış borcu 1820’de 20 milyon sterlin iken 1875’te 200 milyon sterline ulaşmıştır. Osmanlı devletinin ve Mısır’ın aynı yüzyılda hızlı dış borçlanmaya gittiğini de biliyoruz. Düyunu Umumiye İdaresi konusuna girmek istemiyorum. Ancak 19. yüzyıla ilişkin bir saptama gerekli gözüküyor. Bu yüzyılda dış borçlanma hızlanmış, ilk dış borç krizi 19. yüzyılın son çeyreğine girerken patlak vermiş, borç veren sömürgeci merkezler mali ve ekonomik yönden yoğun olarak sömürdükleri azgelişmiş ülkeleri (AGÜ’ler) siyasi açıdan denetim altına almışlardır. Şimdi günümüzdeki duruma geleyim. Aslında bir adımda 19. yüzyıldan günümüze atlamak hem sakıncalı hem de çok güç ancak konuyu dağıtmadan neoliberalizmin etkili olduğu son dönemdeki duruma bakalım. Finansal sermayenin yeni sömürgeci politikalardaki yerini kısaca belirlemek için öncelikle basit bir saptama yapmakta yarar görüyorum: Zaman içerisinde uluslararası para sistemi birçok kez değişti, artık öyle bir sistem yok. İkincisi, finansal aktörler farklılaştı, araçlar çok zenginleşti. Üçüncüsü, finansal fonlar dudak uçuklatacak tutarlara ulaştı. Dördüncüsü iletişim teknolojisi ve araçlarının çok hızla gelişmesine bağlı olarak sermaye çok akışkan oldu. Çok önemli bir diğer öğe de ABD’nin verdiği cari TRATEJİ 13 egemen kalınamaz’ açığın başta Çin ve Japonya olmak üzere diğer gelişmekte olan ülkeler tarafından finanse edilmesi. Daha bir dizi faktörü tabloya ekleyebiliriz. Bu noktada akla bir soru takılıyor: Son derece karmaşık bir dünya ekonomik sisteminde hala finansal sermayenin sömürüde araç olarak kullanıldığı söylenebilir mi? Kapitalizmin değişmez bir kuralı var; sermaye birikimindeki hızlanmaya karşın gelişmiş kapitalist merkezlerde üretken yatırım alanları yetersiz ve ortalama kâr oranı düşük kalmaktadır. Sermayenin değerlemesinde yetersizlik finansal sermaye kütlesinin artmasına ve spekülatif alanların peşine düşmesine yol açmıştır, yani sermaye ihracı kaçınılmazdır. Bununla birlikte finansal sermaye ihracı yöntemleri ve kullanılan mekanizmalar kapitalizmde ve/veya dünya ekonomisindeki yeni biçimlere veya ortaya çıkan yeni koşullara göre değişebilir. Nitekim spekülatif finansal hamlelere açık olan bir dizi ülke son yıllarda krize sürüklenmiştir. Kriz öncesinde ve ortamında yüksek finanse etmekte, borsaya ve ABD borç kağıtlarına yatırılmakta, bu yöredeki merkez bankalarının rezervlerinde büyük tutarlarda dolar tutulmaktadır. ABD’ye yönelen fonlar ABD ekonomisindeki çarkların dönmesini sağlamakta, ABD’nin hegemon devlet olarak gücünü pekiştirmekte kullanılmaktadır. ABD’nin uyguladığı yayılmacı ve saldırgan politikayı besleyen bir öğe olarak yabancı fonların dikkate alınmasında yarar var. Ancak temel sorun da ABD’nin böyle bir ekonomikfinansal mekanizmayı ne kadar süre çalıştırabileceğidir. Bir başka deyişle başkasının parasıyla (her ne kadar o parayı kendileri basıyorsa da) egemen devlet olarak kalınabilir mi? Bu soruya kocaman bir ‘Hayır’ yanıtını verebilirim…. Az gelişmiş ülkeler, borç gırtlakta yaşayabilecekler mi? Yoksa borç verenlerin de kuyuya çekileceği küresel bir bunalım mı bekliyor yeryüzünü? Biraz teknik bir dille yanıtlayayım. Borcun sıfırlanması diye bir şey söz konusu olamaz. Gerek iç, gerekse dış koşullar buna izin veremez. Borcun tümüyle ödenmesi mevcut ekonomik koşullarda ve politikalarla olanaklı değildir. Bu durumda yapılması beklenen ve gereken; borcun indirilmesi, azaltılması, iktisat politikaları ve sosyal politikaların üzerindeki kısıtın kaldırılmasıdır. Bunun için de ulusal politikalara dönmek, yani ulusal çıkarları ön plana çıkaran bir stratejiyi benimsemek gerekiyor. Bu bağlamda son dönemde Latin Amerika’da solun yükselişi ve ortaya çıkan olumlu gelişmeler ihtiyatı elden bırakmadan ama özenle izlenmelidir. Bunalım potansiyel bir riziko olarak kapitalizmde her zaman mevcuttur. ABD ekonomisinde ve bağlı olarak dünya ekonomisinde hızlı faiz yükselişi bunalım olmasa da yaygın bir durgunluğa yol açabilir, dünyada yavaş olmakla birlikte rezerv sistemindeki değişiklik, yani ABD dolarının ağırlığının azaltılması gene sorunlara yol açabilir, ABD’nin saldırgan politikasının ulaşacağı boyut mutlaka dikkate alınmalıdır. Bir sihirli kelime adeta "rekabet". Küresel ekonomide rekabet söz konusu mu? Tam rekabet üniversitelerde okutulan ders kitaplarında ve mevcut sistemi savunanların söylemlerinde vardır. Gerçek yaşamda ise tekeller arasında bir rekabet söz konudur. Kapitalizmin tarihine bakıldığında 19. yüzyılın sonlarına doğru kısa bir süre uluslararası ölçekte rekabetin olduğunu söyleyebiliriz. Kapitalizmin içinde bulunduğu aşamada ise tekeller, bu bağlamda çok uluslu veya ulus ötesi şirketler arasında rekabetin olduğunu görüyoruz. Özetle küreselleşme, kendi moda deyimiyle dünyada sürdürülebilir bir ekonomik düzen öngörebiliyor mu? Küresel düzen emperyalizm ve hegemonya mücadelesine odaklıdır, sosyal haklar ve düzenlemelere ise tamamen karşıdır. Bu düzen temelde insan haklarına ve doğaya karşıdır. Böyle bir düzenin sürdürülmesi büyük çatışmalara, dengesizliklere yol açacak ve gezegendeki yaşamı ortadan kaldırabilecektir. Dolayısıyla sosyal bilimlere ve siyaset bilimine, hatta ve hatta doğa bilimlerine, diyalektiğe aykırı bir durum söz konusu... Orta vadede tamamen değişmese bile en azından mutlaka dönüşeceğine inanıyorum... ‘Borcun tümüyle ödenmesi, mevcut ekonomik koşullarda ve politikalarla olanaklı değildir. Yapılması gereken; borcun indirilmesi, azaltılması, iktisat politikaları ve sosyal politikaların üzerindeki kısıtın kaldırılmasıdır. finansal getiri sağlayanlara karşın krizin faturası rantiyeler dışında kalan gruplar tarafından ödenmiştir. Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalist dünyada hegemonyasını pekiştiren ABD ekonomisinin konumu dikkate alınmak durumundadır. 1995 sonrasında dünya toplam üretiminin yüzde 30’unu sağlayan, büyümede yüzde 50 dolayında bir paya sahip olan söz konusu ekonomi bütçe açığı ve cari açığı dış tasarrufları emerek finanse etmektedir. Bu çok iyi bilinen denklemde ABD dolarının bir mübadele aracının ötesinde halen rezerv para olarak kullanılmasının yanı sıra uygulanan faiz hadleri de yer almaktadır. Bilindiği üzere özellikle Asya çıkışlı fonlar (Japonya, Çin, Güney Kore) ABD’nin çifte açıklarını