Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
C S zorlama masadan kendiliğinden kalkmasını bile isteyenler bu masadan kalkmanın hemen olmaması yönünde politika da izliyor olabilirler. Türkiye açısından ise bir tren kazasının olması veya ilişkilerin belli bir süre zarfında dondurulması ya da en azından böyle bir duruşun hissettirilmesi belki de karşı tarafın davranışlarını gözden geçirmesine neden olabilecektir. Hatırlanacağı gibi Türkiye, AB’nin 1997 tarihli Lüksemburg Zirvesi’nde aday ülke ilan edilmemiş ve Türkiye akabinde birlikle olan ilişkilerini askıya aldığını açıklamıştı. Bu açıklamanın ardından ise, dönemin AB liderleri Ankara’ya akın etmişlerdi. 1997 tarihli Lüksemburg Zirvesi’nden iki yıl sonra ise AB liderleri bu sefer Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye önkoşulsuz olarak aday ülke statüsü vermişlerdi. Bu iki yıl karşılaştırıldığında Türkiye ne Kopenhag Kriterleri açısından ne de ekonomik gelişmişlik açısından çok büyük adımlar atmış, reformlar gerçekleştirmiş değildi. AB’nin bu tutum değişikliğinin nedenlerinin başında; 1999 yılında Kosova’ya gerçekleştirilen uluslararası müdahale ve Kafkaslardaki enerji kaynaklarının güvenliği çerçevesinde, Türkiye’nin stratejik konumu ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği çerçevesinde Türkiye’nin askeri bir güç olarak vazgeçilemezliği yani uluslararası alanda yaşan gelişmeler ve Türkiye’nin artık siyasi konuları AB nezdinde tartışmama kararı almasıydı. TRATEJİ 13 zaman tükeniyor… Türkiye karşıtlığıyla öne çıkan Chirac, Erdoğanla... Türkiye, tercih noktasında kararlılığını göstermeli, müzakere başlıklarının ya tamamının devamını ya da tümünün kapanmasını istemeli. Tersi durum oyalanmayı getirebilir. ve Türkiye ilişkilerinde, ya bir ayrılığın ya bir sentezin ya da tam bir birlikteliğin ortaya çıkmasına neden olacak bir kriz noktasına ulaşılmasına yol açtı. Bu noktadan sonra AB’nin, Türkiye ile müzakerelerin devamlılığı hakkında karar vermesi gerekecek. Bu kararın ise üç seçeneği mevcut. Bu seçeneklerden ilki müzakerelerin tamamen askıya alınması, ikincisi müzakerelerin on beş, yirmi başlıkta askıya alınması, üçüncüsü ise tavsiye kararında da belirtildiği gibi daha az sayıda müzakere başlığının askıya alınması. Aslında, hangi seçenek olursa olsun müzakerelerin bu tür ara formüllerle adeta ittirilerek götürülmek istenmesi Türkiye–AB ilişkilerinde ulaşılmak istenen temel hedef açısından (eğer istenen temel hedef iki taraf açısından da tam üyelik ise) oldukça sakıncalıdır. Çünkü burada gözden kaçan bir durum vardır. O da; müzakere sürecinin rutin işleyişine göre, tüm müzakere başlıkları kapatılmadan, hiçbir müzakere başlığının kapatılmış sayılmayacağıdır. Her bir müzakere başlığı, kendi kriterleri karşılandıktan sonra geçici olarak kapatılmaktadır. Ancak tüm otuz beş başlık tamamlandıktan ve kapatıldıktan sonra müzakere başlıklarının resmen kapatılması söz konusudur. Bu tamamen teknik, prosedür içerikli bir süreçtir. Tüm müzakere başlıkları kapanmadan, AB ile Türkiye Katılım Antlaşması’nı imzalamadan zaten müzakere başlıklarının kapandığını söylemek mümkün değildir. Ayrıca, AB hukukundaki değişiklikler, ya da başka konular nedeniyle, müzakere başlıkları Katılım Antlaşması öncesinde yeniden açılabilir. Eğer Türkiye bu aşamada net tavrını ortaya koymaz ise ve müzakere sürecinin devamını yukarıda ifade edilen üç seçenekten son ikisi çerçevesinde kabul ederse bu taraflar arasındaki ilişkinin nihai amacının temelden sarsılması anlamına gelecek ve belki de Türkiye’nin AB’ye tam üyelik dışında bir formülle bağlanmasına yol açabilecektir. Çünkü eğer Türkiye müzakere sürecine sekiz, on veya daha fazla başlıkta askıya alınmış şekilde devam ederse ve müzakerelerin sonunda da halen bu sekiz on veya daha fazla başlıkta çözüme kavuşulmamış olunursa bu tüm müzakere başlıkları kapatılmadan, hiçbir müzakere başlığının kapatılmış sayılamayacağı anlamına gelecektir. Böyle olunca tüm otuz beş başlık tamamlanmadığı ve kapatılmadığı için tüm müzakere başlıklarının resmen kapatılması da söz konusu olamayacaktır. Bu söz konusu olmayınca AB ile Türkiye Katılım Antlaşması imzalanamayacaktır. Zaten Katılım Antlaşması’nı imzalamadan da müzakere başlıklarının kapandığını söylemek imkânsız bir durumdur. Yani sonuçta Türkiye AB’ye belli müzakere başlıklarında uyum sağlamış ama müzakere sürecini tamamlayamamış buna istinaden de kendisine "imtiyazlı üyelik" verilmiş bir ülke konumuna gelmiş olacaktır. İşte bu yüzden, yukarıda dile getirilen üç seçenekten ilki hariç diğer ikisi Türkiye tarafından kesinlikle kabul edilmemelidir. İlk seçenek müzakerelerin devamını da sağlamayacaktır ama geçici bir formül olarak Türkiye’yi başka bir yola gitmesini de engelleyecektir. Diğer iki seçenek, çok masum görünse bile biraz önce ifade edilen sonuçlara yol açabilecektir. Bu açıdan Türkiye ya müzakerelerin hiçbir şekilde kesintiye uğratılmadan devamı yönünde tavır sergilemeli ya da müzakerelerin tamamının kesilmesini savunmalıdır. Bu hiçbir zaman Türkiye’nin muasır medeniyet seviyesine ulaşma azminden, hevesinden ya da batı medeniyeti standartlarından bir an bile olsun kopması anlamına gelmez. Türkiye ancak böyle bir tutum sergileyebilirse kendisi üzerinden siyaset yapanları, kendisine karşı ikiyüzlü biçimde davrananları ve kendisinin taraftarı olan kesimleri ve en önemlisi tabiî ki kendisini büyük bir çıkmazdan, oyalamadan kurtarabilecektir. Açıkça görünen AB’de ne Türkiye taraftarlarının ne Türkiye karşıtlarının bu sürecin sonlanmasını istememeleridir. Türkiye böyle bir tutumla bu süreçte kimlerin samimi olup olmadığını daha net görebilecektir. AB’NİN NİYETİ AB, uluslararası alanda yaşanan gelişmelere tanık oldukça, AB’ye enerji sağlayan yolların güvenliğinden kaygılar duydukça ve emeklilik oranlarında yaşadığı artışı her gün gördükçe Türkiye ile mevcut bağlarını korumak için elinden gelen her şeyi yapmak zorunda kalacaktır. Ancak AB, bu mevcut bağları korurken bağların devamlılığını da mevcut haliyle devam ettirmek niyetindedir. Yani gümrük birliğinin devamı, askeri ve savunma girişimlerinde Türkiye’den destek, enerji yollarının güvenliğinin sağlanması, ama Türkiye tarafından bunlar gerçekleştirilirken bir yandan da Türkiye’nin bu işlerin mutfağından uzak tutulması, engellenmesi, karar alıcı mercilerde temsilinin önüne geçilmesi. Günümüzde uluslararası alanda yaşanan gelişmeler Türkiye’nin önemini AB nezdinde oldukça yükseltmiş durumda. AB’nin uluslararası alanda yaşanan gelişmeler ışığında ve yukarıda bahsedilen konular çerçevesinde Türkiye ile olan ilişkilerini kesmesi olanaklı gözükmüyor. Bu ilişkiyi "imtiyazlı ortaklık" formülüyle ilerletmek çabasında. Türkiye bu noktada net tavır sergileyerek gerekirse 1997’de yaşanan gelişmeyi yineleyerek AB’ye yanıtını sunmalıdır. Gelinen süreç her iki taraf için de düşünme zamanını ifade etmektedir. Unutmayalım ki, Türkiye'nin AB'yle 1990'larda ters düşmesi, 19992005 arasında büyük bir çıkış yapmasına yol açmıştı. CESARETLİ TAVIR Sonuç olarak 1959’tan itibaren devam eden Türkiye–AB ilişkileri halen tam üyelikle sonuçlanmamışsa kuşkusuz bunda her iki tarafından dönem dönem yaptığı hatalar etkili olmuştur. Yıllardan beri hep ara formüllerle, geçici çabalarla, son dakika gelişmeleriyle anılan Türkiye–AB ilişkilerinde zaman hızla tükeniyor. Türkiye bu zamanı kendi lehine çevirebilmek için cesur davranmalıdır. AB’li yetkililere, dostlarına, muhataplarına bu iş için ya tamam ya devam dedirtmeli bazılarının süreci başka yollara sokma çabalarını engelleyerek hak ettiği tam üyeliği elde etmelidir. Aksi taktirde yine işler bir başka dönem başkanlığına, bir başka AB Zirvesi’ne, bir başka AB belgelerine, bir başka tarihe (ki bunların hiçbirinin sonu yok) kalacak ve süreç Türkiye’nin aleyhine işleyecektir. SON GELİŞME Avrupa Komisyonu tarafından 29 Kasım’da 8 başlıkta müzakerelerin beklemeye alınması tavsiye kararı üye ülkeler arasında Türkiye konusundaki bölünmeyi bir kez daha gözler önüne serdi. Rum tarafı beklemeye alınan başlık sayısının daha da artırılmasını isterken, İngiltere, İspanya, İtalya ve İsveç Komisyon’a çok sert eleştiriler getirerek beklemeye alınan müzakere başlığı sayısının üçe düşürülmesi gerektiğini yönünde görüş ortaya koydular. Avrupa Komisyonu tarafından alınan bu tavsiye kararı, Avrupa