26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

24 Cumhuriyet Bayramı 29 Ekim 2012 Pazartesi Tasfiye hukuku dayatılıyor Av. HÜSEYİN ÖZBEK 9191922 yıllarında Türk halkı bir yandan işgalci düşmanla çarpışırken diğer yandan yeni bir devletin inşasını gerçekleştirmektedir. 23 Temmuz 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında yapılan Erzurum Kongresi bölgesel özelliktedir. Daha önce duyurusu yapılan Sivas Kongresi, ülke genelini kapsayan temsilcilerin katılımıyla 411 Eylül arasında gerçekleştirilir. Sivas Kongresi kurtuluşun ve kuruluşun örgütünü ortaya çıkarması açısından önemlidir. İşgal İstanbul’undaki teslimiyetçi hükümetin alternatifini halk örgütlenmesinin özgün örneği olan kongreler ortaya çıkarmaktadır. Mustafa Kemal’in önderliğindeki Heyeti Temsiliye icra organı görevini de yürütmektedir. Sonuçta şekli anlamda İstanbul’daki meşru idarenin karşısına, kongreler süreciyle paralel devlet işlevini gören Heyeti Temsiliye dikilmektedir. Kurtuluş ve kuruluşun önderi Mustafa Kemal’in 23 Nisan 1920’ye kadar sıfatı Heyeti Temsiliye reisidir. 23 Nisan 1920’de Türk halkının seçilmiş temsilcilerinden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açılışı sonrası yapılan seçimle sıfatı TBMM reisi olur. Her iki sıfat başlangıçtan itibaren meşruiyet kaynağını hukuktan alan, keyfiliğe ve çeteciliğe karşı bir anlayışı göstermektedir. Kurtuluş Savaşı’nda bir yandan işgalci düşmanla çarpışılırken diğer yandan içerdeki işbirlikçilerle mücadele edilmektedir. Saltanat ve hilafet makamının tayin ettiği şekli anlamda meşru İstanbul hükümetleri ile gücünü Türk halkından alan Ankara hükümetleri karşısında Türk halkının yaşadığı ikilem nasıl giderilecekti? Halkın, yüzyılların koşullanmasıyla kutsal hilafet makamının teslimiyeti öneren buyruğuna karşı çıkması nasıl sağlanacaktı? Bu sorun Türk halkının bağımsız yaşama iradesiyle çözüldü. Teslimiyetle direnme arasındaki otorite yarışının dayanağını evrensel hukukun direnme meşruiyetinden alan Ankara kazandı. Kurtuluş Savaşı’nın meşru önderliğini de üstlenen TBMM dünya parlamentoları tarihinde yasama ve yürütmeyi şahsında birleştiren özgün bir örnektir. İcra organı olan hükümeti içinden çıkarmaktadır. Bu dönem kuvvetler birliği özelliğini taşımaktadır. Bir yandan işgalci düşmanla savaşılırken, diğer taraftan kurumlarıyla, organlarıyla, yargısıyla ortaya çıkan yeni devletin hukuki 1 İstanbul Barosu Genel Sekreteri dayanakları oluşturulmaktadır. Bu anlamda işgale karşı direncin yerel örgütlerinin Müdafaayı Hukuk adını taşıması düşündürücüdür. Emperyalizme karşı verilen savaşımın meşruiyet kaynağının hukuka dayandırılması açısından çok önemlidir. Osmanlının çözülüş ve çöküşünün, parçalanıp paylaşılma oyunlarının yakın tanığı olan kurtuluş önderleri gelecek kuşakların aynı zilleti yaşamasını istemiyorlardı. Çokkimlikli, çokkültürlü, çokuluslu imparatorluklar çağı geride kalmıştı. Düşmandan kurtarılabilen vatanda milli ekonomiye, milli bürokrasiye, Eyvah... Fırtına geliyor Direniş hukuka dayandırıldı milli yargıya, milli orduya dayalı bir ulusun yaşama şansı olabilirdi. Bu nedenle milli ekonomiye dayalı ulus devletin ve ulusun inşa edilmesi zorunluydu. Osmanlı’nın çokkimlikli, çokkültürlü yapısıyla iç içe geçen sömürge ekonomisinin dayattığı çok hukuklu bir yapısı da vardı. Osmanlı hukukunun, Osmanlı yargısının gücü asli tebaasına, Türklere, Müslümanlara yetiyordu. Osmanlı ülkesindeki yabancılar, hatta Osmanlı uyruğu olduğu halde yabancı ülke pasaportu edinenler Osmanlı yargısından muaftı. Bu kişiler konsolosluk mahkemelerinde yargılanırdı. Hukuki anlaşmazlığın bir tarafı yabancı, diğer yanı MüslümanTürk ol sa bile dava konsolosluk mahkemelerinde görülürdü. Oradan da haksız olsa bile yabancı aleyhine asla hüküm çıkmazdı. Kurtuluşun ve kuruluşun önderlerinin saltanatı ve hilafeti kaldırıp Cumhuriyeti tercih etmeleri tarihin verdiği acı derslerin sonucudur. Saltanat ve hilafetle birlikte çok hukuklu, çokkültürlü, çokkimlikli siyasal yapının yanında yüz yıllarca Türk halkının kanını emen sömürge ekonomisine de son verilmek istenmiştir. Lozan Antlaşması öncesinde 17 Şubat–4 Mart 1923 arası düzenlenen İzmir İktisat Kongresi’nde siyasal bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla tamamlanacağı mesajının verilmesi dikkat çekicidir. Kapitülasyonların, Düyunu Umumiye’nin hukuken geçerliliğinin sürdüğü bir dönemde Lozan’daki emperyalist devletlere verilen bir kararlılık manifestosu olarak da çok önemlidir. 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı, rejim değişikliğinin ötesinde ve ilerisinde köklü bir tercihi de göstermektedir. Türk halkı kurtuluş ve kuruluş sürecini devrimci bir yöntemle ekonomik, siyasal, toplumsal alanlara da yaymakta, toplumu temelden değiştirmektedir. Tebaa olmaktan ulus olmaya, kulluktan yurttaşlığa geçişin huNecmi Rıza Ayça kuksal dayanakları Akbaba Dergisi, 1960 oluşturulmaktadır. Cumhuriyetin ilk yılları baş döndürücü devrimlerin yaşama geçirildiği, kurumsallaştırıldığı, ulus devletin, çağdaş toplumun hukuki temellerinin atıldığı bir süreç olarak görülmelidir. Her ekonomik ve siyasal düzenin kendi hukukunu oluşturması, hukukun da bu doğrultuda sistemin güvencesi olması esastır. Bu nedenle devrimle kurulan Cumhuriyet’in hukuk devriminin Cumhuriyetin hukuk zırhı olması doğaldır. Kuruluş dönemini bu açıdan incelersek Türk milletini girdiği çağdaş uygarlık yolundan alıkoymaya yönelik her türlü girişim ve gerici kalkışmaların karşısında Cumhuriyetin ihtilal hukukunu buldu ğunu görürüz. Bu, tarihte yaşanan acıların, yok olma sınırından dönmenin, bölgemizde ulus devlet olarak yaşanabileceğinin Cumhuriyet kadrolarının derin bilinçaltında yaşattığı bir duyarlılığın ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Yukarıda anlatılanlar kurtuluş ve kuruluş süreci tanıklarının henüz sağ olduğu bir dönemin devlet duyarlılığının özetidir. Yurttaşların yüksek bir özgüven içinde çağdaş uygarlığa yöneldiği dönem atmosferinin panoramasıdır. Milli ekonominin üzerine inşa edilen milli devletin bütün kurumlarıyla uyumlu bir şekilde işlediği bir dönemin öyküsüdür. Günümüz Türkiyesi’ni yönetenler 29 Ekim 1923 felsefesinin, yani ulus devletin, üniter yapının, laikliğin antitezini temsil eden bir geleneğin mirasçılarıdırlar. Cumhuriyetin kuruluş felsefesine itirazı olan bir anlayışın psikokültürel ikliminde yetişmiş kadrolardır. Türkiye’nin ulus devlet, üniter yapı, milli ekonomi üzerinde inşa edilmesini hazmedememiş olan Lozan’da masanın karşı tarafında oturanlar da uygun zamanın geldiğini düşünmektedirler. Yaşanılan süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin 29 Ekim 1923 kuruluş kodları ile doku uyuşmazlığı içinde olan siyasi güç sahipleri ile küresel güçler arasında ilginç bir ittifak söz konusudur. ABD ve AB Türkiye’nin ulus devlet kurulumundan rahatsızlık duymaktadırlar. Altkimliklere bölünmenin, yerelleşmenin, etnik ve mezhepsel kaosun panzehiri olan üniter yapıdan, ulus devlet modelinden Türkiye’nin bir an önce vazgeçmesi için bastırmaktadırlar. Bölge Kalkınma Ajansları, yerelleşmenin özendirici modeli olarak sunulmaktadır. Sivilleşme, “kemalizmin militarist tortularından arınma” söylemiyle Türkiye’ye bölünmenin hukuku dayatılmaktadır. Darbecileri tasfiye ve demokratikleşme kamuflajıyla başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere HSYK’nin, Anayasa Mahkemesi’nin, Danıştay’ın, Yargıtay’ın ve diğer rejim dinamiklerinin burnunun sürtülmesi ve hizaya getirilmesi kesintisiz sürdürülmektedir. TSK’nin tasfiyesiyle rejim ve ülke bağımsızlığının güvencesi olmaktan çıkarılmasında hukuk araçsallaştırılmaktadır. Cumhuriyetin kuruluş hukuku ortadan kaldırılıp, yerine tasfiye hukuku ikame edilirken son darbenin silahı yedekte bekletilmektedir. Ulus devlet anayasası yerine bölünmenin, ayrışmanın, Atatürk Cumhuriyeti’nin tasfiyesinin hukuk meşruiyetini oluşturacak “sivil anayasa” için kamuoyu olgunlaştırılmaktadır! Hukuk tasfiye aracı oldu
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear