25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

PAZAR EKİ 7 CMYK 10 EYLÜL 2006 / SAYI 1068 7 ??? Bugün pek çok bahis oyuncusu, en çok da at yarışlarında, bültende yer alan bilgilere, yorumcuların tavsiyelerine kendi analizlerini ekleyerek yaptıkları uzun çalışmalardan sonra tahminlerini belirliyor ve kuponlarını dolduruyor. Girişilen bu zihinsel çabanın, borsa analistlerinin ya da finansal parametreleri öngören ekonomistlerin gösterdiği çabadan çok da farklı olduğunu söylemek güç. “Bugünün riskler ve şanslar dünyasında aslında birey, ister at yarışlarında, ister borsada olsun, hep bir oyuncu değil midir” sorumuza, “Tamamen, katılıyorum” diyor Prof. Johnson, “bahisçilerin yaptıklarıyla, borsa piyasalarındaki, alımsatımcıların yaptıkları arasında büyük benzerlikler var: Örneğin, her iki grup da risk ve belirsizlik koşulları altında karar veriyor, dinamik ortamlarda yapısı bozuk problemlerle yüz yüze geliyor, bu kararları alırken zaman stresiyle baş etmek zorunda kalıyor, fiyatlandırma verimsizliklerini tespit etmek için yatırım yaptıkları varlıklar ya da atlarla ilgili verileri kullanıyor, pazarın eğilimlerini, ‘bilgilendirilmiş’ kişilerden alınan söylentileri ve bilgiyi kişisel yorumlarınca değerlendiriyorlar. Kısacası bahis oyunları pek çok yönden finansal piyasaların daha basite indirgenmiş biçimi. Bu yüzden de piyasanın psikolojisini anlamak ve oyuncuların davranış biçimlerini incelemek için doğru bir alan.” Bu bağlantının Türkiye’de değil de Batı ülkelerinde görülüyor olmasının nedeni, sektör oyuncularının sosyal statüleri. Türkiye’de geçmişi kahvehanelere ve kulüplere uzanan ve sermayenin globalleşmesiyle neredeyse benzer bir tarihi olan bahis oyunları, Dr. İbrahim Duvarcı’nın anlatımıyla, “önce alt ekonomik tabakanın, sonra da orta sınıfın finansal hayallerinin bir parçası haline gelirken”, Batı’da elit bir azınlığın ayrıcalığı olarak başladı. Örneğin İngiltere’de at yarışları, yüzyıllar boyunca aristokrat at sahiplerine has özel bir klüp oyunu olarak kalmış, ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında orta ve alt sınıfın katılımına açılmıştı. Azıcık Alttan, Azıcık Üstten, şarkı bu işte... Şarkıların da artık yazlıkkışlık halleri var. Yazları bağıra çağıra, hoplaya zıplaya söylenecek şarkılara meylediyor yapımcılar ve şarkıcılar. Geçen yazın unutulmaya bırakılan şarkılarına bir göz atalım istedik, Karaibrahimgil’in “Tek taşımı kendim aldım”ı, Serdar Ortaç’ın “Dansöz”ü... Arada iyiler de var elbette, ama insan Funda Arar... KUMARBAZ KİMDİR? Yine de bahis oyunlarını, zihinsel sınama ya da sosyalleşme aracına değil de, patolojik bir kumar alışkanlığına dönüştürmek mümkün. Peki, bahis oynayan birinin problemli bir kumar alışkanlığı edindiğini anlamanın bir yolu var mı? Yoksa bunu anlamak için tek kriter büyük para kaybı mı? “Aslında bunu anlayacak bilimsel yöntemler mevcut” diye anlatıyor Dr. İbrahim Duvarcı. Uluslararası literatürde de çokça adı geçen araştırmasında duyulan heyecanın ya da bahis oynama sıklığının bu konuda ayırt edici olmadığını söylüyor. “Patolojik kumar alışkanlığı edinenleri diğer bahisçilerden ayıran farklar şunlar: Çoğunlukla bahis ya da kumar oynadıklarında dertlerini unuttuklarını söylüyorlar ama oyun sonunda pişmanlık gibi olumsuz duyguları, normal oyunculardan daha yoğun yaşıyorlar. Bahsi çoğunlukla bir para kazanma yolu olarak görüyor, kaybettiklerinde kayıplarını geri kazanmak için daha büyük risk alıyorlar ve pek çoğu ceplerindeki para bitene dek oynuyor. Ama patolojik kumarbazlardaki davranış farkı asıl bahis ya da kumar oynamaya karşı duydukları şiddetli arzuyla ortaya çıkıyor. Kazandıklarında, dönüp daha çok kazanmak için can atıyor ve oynamadıkları zamanlarda dayanılmaz bir oynama arzusu hissediyorlar.” Ama bu ayrımları bilmek anne ve babaları rahatlatmıyor. Gencin, normal bir bahis oyuncusundan, patolojik bir kumarbaza dönüşmesini izlemek ve ancak bu dönüşüm tamamlandıktan sonra onulmaz bir kumar alışkanlığı edinildiğini tespit etmek hiç de önleyici değil. Neyse ki, araştırmalar patolojik alışkanlık edinmeden de kişinin kumarbazlığa yatkınlığının ölçülebildiğini gösteriyor. Avustralya’nın Queensland Üniversitesi Psikoloji ve Sosyoloji Bölümü’nce geçen yıl yapılan yeni bir araştırma şans oyunları alışkanlığı edinmemiş kişilerin bile problemli bir kumar oyuncusu olma potansiyellerini görebileceğimizi söylüyor. Bu araştırmanın sonucuna göre sosyal etkileşimlerden kaçma isteği daha yoğun, kendi haklarında olumsuz yargılara sahip, içsel dürtülere karşı dayanma gücü düşük ve daha fazla sıkıntıdan kurtulma çabası içinde olanların kumar alışkanlığı edinme olasılıkları çok daha fazla. Bu başlıklar altında en az ayırt edici olanı, sıkıntıdan kurtulma yani heyecan yaratma çabası. Bu pek çok bahis oyuncusunun ortak motivasyonu olmasına karşın Dr. İbrahim Duvarcı’nın da ortaya çıkardığı gibi probleme yol açacak bir ayrım değil. Sonuçta bahis oyuncusunun patolojik bir hastalığa tutulduğunu gösteren belirtiler, hayatın diğer alanlarında patolojik alışkanlıklar geliştirenlerden çok da farklı değil. Üstelik, kendileri hakkında olumsuz fikirleri olan, başkalarıyla dürüstçe sosyal etkileşimlere girmekten kaçınan, içsel dürtülerine karşı koyamadan davranan, içinde bulundukları sıkıntıyı yenmek için tüketim çareleri arayan ve hatta ne kaybettiklerini bilmeden sürekli kazanmaya çalışan kişiler gerçek hayatta son derece “normal” karşılanıyor. Ve hem bahis oyunlarında, hem hayatın diğer alanlarında bilinen kural tekrarlanıyor: “Kaybetmedikçe sorgulanmazsınız.” Paradoks şu ki, kısa vadeli finansal kazancı hedefleyenler de hep kaybediyor. Ne kaybettiklerini her zaman bilmeseler de... yine de kışı özlüyor! Nil Karaibrahimgil. Deniz Durukan Serdar Ortaç. T ek taşımı kendim aldım masalı elbette Nil Karaibrahimgil’in fantezisi. Var mıdır kendi yüzüğünü kendi alan kadınlar? Bilemem! Hayatını kuran, kendine özel alanlar yaratan, parasını kazanan, mücadelesini veren bir dolu kadın var. Yüzük bahane. Bu kadar işi yapan yüzüğünü de alır neticede. Marifet o yüzüğü almanızda değil. Bileğinize altın bileziği takmakta. Tatlı su feministi, hazır kart yıldızı, otuzlarını süren ama lolita kıvamında davranan Karaibrahimgil fena halde kandırıyor kendini ve küçük kızları. Yakında kendi kendinizle sevişmenizi de önerebilir. Olur mu olur. İnanmayın! Ayakta öyle durulmaz... Sırtına çantayı alıp ben özgürüm diye dağlarda dolaşmakla da bir şey olamazsınız, alimallah o özgürlük size pahalıyla patlar. Bakmayın Nil’e bir şey olmuyor diye; o masal kahramanı, kendini mitolojiden biri sanıyor, eğer kazara takılıp düşerse de nazara geleceğine inanıyor. Valla ben şarkısının yalancısıyım. Öyle diyor. İyi kıvırıyor, yaz boyu küçük kızların hatta buna 9 ve 10 yaşlarındaki yeğenlerim de dahil olmak üzere Mor ve Ötesi. ellerindeki imitasyon yüzüklere bakarak sağ eller havaya şeklinde küçük kadın hareketleri izledim. Evlenince ille tek taşlı pırlanta isterim, yoksa evlenmem, ben özgürüm karşı çıkışlarıyla da karşılaştım. Sonra bir dansöz çıktı ortalığa, bir bel kıvırdı, hemen öğrendik binlerce dansöz varmış hayatta. Açıkça itiraf ediyor Serdar Ortaç, Dansöz adlı şarkısında. Eğlenceli, kıvrak bir albüm Mesafe. İçinde acısı da var gerçi. Ortaç en hareketli şarkıyı bile hüzünlü söylüyor. Pürtüklü bir ifade bırakıyor kulakta. O pürüzlü ifade sanırım kitleleri bu kadar etkiliyor. Kendinden bir şeyler buluyor dinleyen. Belki de o pürüzümsü şey hayatlarına denk geliyor. Ya da Ortaç’ın kendine yönelik mazoşistçe tavrı yani sevgilisine gel acıt beni demesi aşkta zaten sadist bir taraf yok mudur? cazip geliyordur! Yüzde yüz kusursuz kimse yok! Ama Demet Akalın on dokuz şarkılık albümüne o kadar güveniyor ki, Kusursuz diyecek cesareti bile buluyor. Arabesk ifadeli, karanlık şarkılar Akalın’ın söyledikleri. Dans şarkıları da var, ama farklı bir şey sunmuyor dinleyene. Çakkıdı Çakkıdı da oynatmıyor Kenan Doğulu gibi. Birazcık alttan birazcık üstten hoppidi hoppidi hoplatmıyor. Sezen Aksu imzalı bu şarkı Milli Talim Terbiye Kurulu’nun kalbini falan hoplatmış, sakıncalı bulunmuş. Ayıptır söylemesi biz de valla Milli Talim Terbiye Kurulu’nu sakıncalı bulduk, o çocuk kitabını görünce. Neyse Kenan Doğulu ve Sezen Aksu ikilisi başka kimlerin kalbini hoplatıyor bilmiyorum ama, yazın en coşkulu, en parlak albümlerinden biri K. Doğulu’nun Festival’i. Bir başka iyi albümlerden biri de Hande Yener’in Apayrı’sı. Çok hırslı ve zeki kadın. Ne yaptığını iyi biliyor. Stratejik oynuyor. Çaba ve emek harcıyor. Şarkılarındaki gelişime ve değişime, muhalif bir kimlik, savaş karşıtı bir söylem ekliyor. Pop çok sevdiğim bir tarz değil, ama Funda Arar tavrıyla, yeni albümü Son Dans’la, yılların usta yorumcusu, bestecisi, kent ozanı Vedat Sakman konser şarkılarını ve gelmiş geçmiş tüm Kenan Doğulu. şarkılarıyla topladığı albümle pop’un içini dolduruyor, nitelik katıyor. Elbette arada kaynayan ya da daha geç farkına varılan albümler de oldu. Feridun Düzağaç’ın “Bir Devam Filmi Siyah Beyaz Türkçe Dublaj” adlı albümü yazın çıkmasa da, sonradan tadına varıldı. Evet “Dipteyim, Sondayım, Depresyondayım”, Kısaca F.D gibi hit olacak parçalar yok ama, alev alev bir yanış her zamankinden daha yoğun bu albümde. Bir iç döküş, kimi zaman yıkılış, kim zaman da var oluş hikâyesi var. Bu Feridun Düzağaç’ın kanımca prestij albümü. İlk albümüyle aynı ismi taşıyan Yüksek Sadakat alternatif piyasada ilgi çeken isimlerdendi. Ancak pop mu, rock mı olduğuna pek karar veremediğim, karakteri tam oluşmamış bir grup Yüksek Sadakat. Belki de Yeni Pop diye bir şey uydurmak ve o kategoriye koymak gerek. Mor ve Ötesi ise Dünya Yalan Söylüyor albümüyle kazandığı popülariteyi, Büyük Düşler’le sarsmış gibi gözüküyor. Yeni oluşturduğu dinleyici kitlesi bir önceki albüm tadında bir şeyler aradı. Dünya Yalan Söylüyor, grubun çıkışı ve adının daha geniş kitlelere duyurabilmesi için başarılı bir projeydi. Büyük Düşler ise Mor ve Ötesi’nin özüdür. İyidir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear