23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

PAZAR EKİ 2 CMYK 2 10 EYLÜL 2006 / SAYI 1068 Tehlike hiç bu kadar gerçek olmamıştı... Kendi halinde bir dizi olacakken, 11 Eylül’ün hemen ardından yayına girmesi 24’ün rengini de değiştirdi. Başkan Bush ne diyorsa, dizide de o vardı, terör tehlikesiyle baş etmek gerekiyordu, en tehditkâr grup Müslümanlardı. Zamanın birebir, teknolojinin ise neredeyse sınırları zorlayarak kullanılması izleyicinin hoşuna gitti. İşkenceye onay verilmesine aldırmadı bile... O gerçeği istiyordu, realityshow’la karışık, içinde olduğu hissini duyabileceği, ama izleyici rahatlığının bozulmayacağı bir diziyi. Sonunda Emmy Ödülü 24’ün oldu. Volkan Aran 24’ten bir kare, Savunma Bakanlığı çalışanlarının kaçırılması... Harvard Üniversitesi Hukuk Profesörü Alan Dershowitz bu soruyu “evet” diye yanıtlamıştı, “Yüz binlerce insanı öldürecek bir bombanın patlamasına dakikalar varken, bombanın yerini bilen birine neden işkence edilmesin?” Prof. Dershowitz’in şeffaf ve yasal olması ve kitlesel tehdit durumunda kullanılması şartıyla meşrulaştırdığı işkence, 24’ün saatli bomba senaryolarının neredeyse tamamında kullanıldı. Prime time’da işkence 11 Eylül sonrası atmosferde halk tarafından şeytani emelleri daha az şeytani yollarla ortaya çıkarmanın bir yolu olarak sunuldu. Kimileri Jack Bauer’i anti kahraman ilan etse de aslında o sadece “işkence yapan bir kahraman” oldu. Ne var ki, “ulvi” bir amaçla işkence yapılmasının bu kurgusal meşrulaştırmasında yanlış bir taraf olduğuna inanan hukukçular çoğunlukta. Bugün hukukun temelinde yer alan “suçlu olduğu kanıtlanmadan kimsenin suçlu muamelesi göremeyeceği” prensibi ve kitlesel risk algısının zaman zaman subjektif olabileceği gerçeği hukukçuların en büyük kozu. Ancak 24’te “ne yapılması gerekiyorsa onun yapıldığına” izleyiciyi inandıran bir kurgu var. Sloven sosyolog ve psikolog Slavoj Zizek, “İşte 24’ün yalanı bu noktada gizli” diyor, “terör eylemine girişen birisinin insan haysiyetini koruması mümkün olmazken, masum bir insan cani bir eylemi vakur bir görevmiş gibi yerine getirdiğinde, bu ona ancak trajik ama ahlaki bir azamet bahşediyor”. Zizek, arkasından şöyle soruyor: “Ya gerçekten insanlar görevlerinin bir parçası olarak feci eylemler yapıyor, ama bir yandan da iyi birer baba, seven bir koca ya da yakın bir dost olarak hayatlarını sürdürebiliyorlarsa?” Nazi subaylarının nasıl olup da milyonlarca insanın canlı canlı yakılması kararını uyguladıklarını inceleyen kitabında (Eichmann in Jeruselam), Alman düşünür Hannah Arendt bunu şöyle yanıtlıyor: “Şüphesiz bu, ahlaki bozukluğun nihai teyidi olurdu.” DİZİ Mİ, REALİTYSHOW MU? Dizinin tepki çeken bir yönü de Müslüman terörist imgesini fazlaca kullanmasıydı. Amerika’daki Müslüman örgütlenmelerince protesto edilen bu durumu dizi yapımcıları ve Fox TV gidermekte gecikmedi. Bir Türk’ün ilk terör olaylarını gerçekleştirmesiyle başlayan dördüncü sezonun bu ilk bölümlerinin ardından Fox TV, Kiefer Sutherland’ın şu demecini dizinin arasında ekrana getirdi: “Sizinle önemli bir konu hakkında konuşmak istiyorum. Şu an terorizmin, halkımız ve dünya için en önemli tehdidi oluşturduğu bir ortamda, Amerikalı Müslüman toplumunun terörün bütün biçimlerini kınamak ve bunlara karşı koymak konusunda kararlı bir şekilde diğer Amerikalı vatandaşlarının arkasında durduklarını da bilmeliyiz. Bu nedenle 24’ü izlerken, lütfen bunu aklınızda tutun.” Kampanyanın başlatılmasından birkaç bölüm sonra iki Ortadoğu uyruklu Amerikan vatandaşı Jack Bauer’le, teröristlere karşı omuz omuza savaştılar ve “teröristlerin eylemleri yüzünden, kendilerinin de adlarının kötüye çıkmış olmasından dolayı teröristlere ne denli nefret duyduklarını” açıkladılar. Zamanın kullanımı, şiddetin uygulanış biçimi ve teknik detaylar diziyi “realityshow” atmosferine yaklaştırdıkça izleyicinin arzusu da gerçekleşiyor. Çünkü bugünün televizyon izleyicisi çoğunlukla yalın ve sanatsal bir kurguyu değil, “gerçeğin” kendilerine ifşa edilmesini ve gerçek olaylardan bahsedilmesini istiyor. Bu yüzden, dizide senaryo gereği söylenen ya da bir cep telefonu çağrısında gözüken telefon numarasını aradığınızda dizi ekibinden birilerine ulaşabiliyor ve her seride sevilen karakterlerden birkaçının ölümüyle tecrübe edilmiş bir tahmin edilemezliği gerçek hayatta olduğu gibiyaşıyorsunuz. Ama belki de, tüm bu gerçek hissi veren ve bilgisayar oyunları, cep telefonlarına indirilen birer dakikalık bölüm özetleri ve Jack Bauer’in kahramanlığıyla heyecan yaratan 24’ün sonuna şöyle bir not düşmeli: “Gerçek hayat ne bu denli siyah ve beyazdır, ne de işkenceciler bu denli iyi.” 24’ü izlerken bu da aklınızda bulunsun. E n iyi drama dalında 58. Emmy ödülünü kazanan 24, önümüzdeki perşembe gününden itibaren CNBCe ekranlarında ödül alan 5. sezonuyla yeniden yayına giriyor. En iyi erkek oyuncu dalında Emmy ödülünü alan Kiefer Sutherland’ın canlandırdığı Jack Bauer başta olmak üzere, Savunma Bakanlığı ve AntiTerör Biriminin tüm görevlileri, tam beş yıldır bitmeyen bir terör eylemine karşı savaş veriyor. Amerika’da Fox TV’de yayımlanan dizinin kaderi, 2001’de tam vizyona gireceği günlerde gerçekleşen 11 Eylül saldırılarıyla birlikte değişmiş ve dizinin ana teması olan terörle savaş neredeyse aynı zamanda ABD hükümeti tarafından başlatılmıştı. Bugün şöhretinin doruğuna ulaşan 24, hem bu savaşta kullanılan yöntemlere yaklaşımıyla, hem de “zaman”ı dizinin başrolüne taşıyan özel kurgusuyla dikkat çekmeye devam ediyor. Dizide her bölüm reklam aralarıyla birlikte gerçek zamanda, bir saat içinde meydana gelen olayları gösteriyor ve 24 bölümde anlatılan bir gün bir sezon sürüyor. Örneğin bu hafta Türkiye’de gösterime girecek 5. sezon bir önceki sezonda anlatılan olayların geçtiği günden 18 ay sonra başlayan bir günü hikâyeliyor ve ilk bölümde izleyeceğimiz olaylar sabah saat 7 ile 8 arasında meydana geliyor. Geçen sezon adalet bakanının kızıyla birlikte kaçırılması, nükleer reaktörlerin eritilmesi ve Başkan’ın uçağının düşürülerek bir nükleer savaşın başlatılması olaylarında teröristlerle birlikte zamana karşı da savaşan Jack Bauer ve antiterör şubesi ekibi, bu sezon yine yemiyor, içmiyor, uyumuyor, ama bu kez kendilerini Amerikan Başkanı’nın zayıf idaresi altında Rus teröristlerle karşı karşıya buluyor. İşte bu ilk bölüm eleştirmenlerce en çok beğenilen bölüm oldu ve Jon Cassar’a drama dalında en iyi yönetmen ödülünü getirdi. “Diziyi izlerken, geriye 15, 10, sonunda 5 dakika kaldığını gördüğünde bu, izleyicide, bir şekilde, zevk veren bir gerginlik yaratıyor” diyor dizinin başrol oyuncusu Kiefer Sutherland. İnsan, zamanın masum halkın aleyhine ve “kötü”lerin lehine işlediğini bildiğinde, günlük hayatından aşina olduğu aciliyet duygusunu ve zaman baskısını ekran başında yaşıyor. Ama bu kez rahat televizyon koltuğunda, gerçek bir tehdit altında olmadığının zevkine vararak... GÖRÜNENİN İÇİNE SIZMA ARZUSU... Filmin çekildiği Los Angeles’ta, Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde sinema çalışmaları profesörü olan Jan Olsson, geçen haziran ayında Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen “Film ve Medya” konferansına ana konuşmacı olarak katılmış ve “Patlayıcı buluşma: Walter Benjamin Jack Bauerle karşılaşınca” isimli sunumunda 11 Eylül sonrası Amerikan senaryolarını ve Benjamin’in sanatın aurası kavramını tartışmıştı. Kendisine 24’ün tekniği üzerine yorumunu sorduk: “Benjamin ‘Tekniğin Olanaklarıyla Çoğaltılabildiği Çağda Sanat Yapıtı’ makalesinde doğal âlemi bir dağ ile örnekler ve bir dağa ne kadar yaklaşsak da, görüntüsünün verdiği etkinin ‘uzaklık’ hissi olduğunu söyler. Mekanik olarak bir şeyi yeniden oluşturma yönünde duyulan saplantılı arzu, daha yakına gelip, mesafeyi ortadan kaldırma isteğinden kaynaklanıyor ve sinema teknolojisi sayesinde görüntüdeki nesneyi artık başka bir şey olarak algılamaya başlamamızı sağlıyor. İşte 24’te ve 11 Eylül sonrası Amerikan televizyonlarındaki pek çok hikâyede, son derece sıkıştırılmış bir zaman dilimi içinde son 24, ABD’nin terörü gerekçe göstererek başlattığı saldırıları meşrulaştırdı. İzleyici güvenli koltuğunda, işkencenin de onaylandığı diziyi izlerken, gördüklerinin gerçek olduğuna inanıyor! teknoloji kullanılarak, sahada operasyon peşinde koşan maceraperest ajanlar bir cerrah gibi gerçeği deşiyorlar ve teknoloji bize içine giremediğimiz şeyleri olanca çıplaklığıyla veriyor. Gerçek zamanlı pek çok kanal üzerinden veri aktarımıyla süren istihbarat birimiyle, asıl mücadelenin verildiği ‘saha’yı birbirine birleştirme çabası ve görünenin içine bu denli sızma arzusu tüm olayları bölünmüş ekranda aynı anda yansıtma tekniğini ortaya çıkarıyor. Bu da 24’ün kullandığı daha önce kullanılmış olsa da önemli bir özellik.” İŞKENCE “MEŞRU” SAYILABİLİR Mİ? Dizinin tartışma yaratan boyutu ise basit bir soruyla ve buna verilen yanıtla ortaya çıkıyor. “İşkence belli koşullar altında meşru sayılabilir mi?” Jan Olsson, Güney Kaliforniya Üniversitesi sinema çalışmaları profesörü.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear