05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Veysel Kerem HUN Yılmaz KILIÇ 70. YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ BELGESEL ‘Bu kez hayat sanatı taklit etti’ ağır olduğu” haberi geldi. Koşa koşa gittiler hastaneye, “durum vahimdi.” Ethem’in “belgeselin kurgusu gereği oynayacağı rol” artık “rol” olmaktan çıktı, kendisi belgeselin unsuru oldu. O da bu belgeselin “polis şiddeti sonucu yitip gidenlerin yanına ekleniverdi...” Aslında sanat hep hayatı taklit ederdi ama bu kez hayat sanatı taklit etmişti. İşte belki bu yüzden Yunus Nadi Ödülleri’nin belgesel kategorisindeki birincilik ödülü Hun ve Kılıç için çok ama çok daha anlamlı. “ETHEM, FİLMDE OYNAYACAKTI” Ödüle değer görülen belgesel filminizin Madde 16 Yaşam Hakkı adının özel bir anlamı olmalı... YILMAZ KILIÇ: Görüşümüzden ötürü polis şiddetine yabancı insanlar değiliz. Gezi’de de Türkiye halkının tamamı neredeyse yabancı olmadı bu şiddete. Kendi başımıza gelen olayları belgesel olarak anlatmaya karar vermiştik. Ben Muğla Üniversitesi’nde okuyordum, orada polis tarafından öldürülen Şerzan Kurt arkadaşımızdı; Gezi Direnişi sırasında öldürülen Ethem Sarısülük de arkadaşımızdı. Polis şiddetini belgesel yapmaya karar verdiğimizde araştırmalara başladık. Karşımıza 2007’de değişen Polis Vazife ve Salahiyet Yasası çıktı. Bugün İç Güvenlik Yasası’nın tartışılması gibi 2007’de de aynı şekilde bu değişiklikler tartışılmış. Değişiklik sonrasından Gezi’ye kadar olan süreçte de 140’a yakın insan öldürülmüş. Madde 16 Yaşam Hakkı da yasadaki düzenlemelere işaret ediyor. Veysel Kerem’le birlikte, belgeselin çekimi için hazırlıklar yaparken “yabancılaştırma” öğesini kullanmak istedik. “Canlandırma da olsun” dedik. Ankara’da da TiyatRoj ekibiyle görüşmeler yaptık, onlar sokak tiyatrosu yapıyorlardı. Belgeseli çekeceğimiz günlerde de polis kılığına giren bazı kişilerin pavyonda çalışan bir kadını saçından sürükleyerek pavyondan dışarı çıkarma olayı gündemdeydi. Bunu da taşımak istedik. Bir gün yine görüşme yapmak üzere tiyatroya gittik. Kapıyı Ethem (Sarısülük) açtı. Arkadaşlar yoktu tiyatroda. Ethem, arkadaşlara yardım ediyordu. Onunla görüştük, projemizden söz ettik. Seve seve yardım edeceğini belirtti. Ethem, “canlandırma” yapacaktı. Polislerce kimliği sorulan bir vatandaşı oynayacaktı. Diğerleri de (tiyatrocular) güya onu darp edeceklerdi. Biz de gelip geçen, hiç oralı olmayan insanları çekecektik. O gün bize söylemişti “Merminin adresi yoktur, kimi vuracağı belli olmaz” diye... Söylediği gerçek oldu. Ethem’le görüşmemizden M A Y I S 2 0 1 5 lüğü altına girmek istemedik. Yunus Nadi Ödülleri’ne başvurma fikri nasıl gündeme geldi? V.K.H: İnternette başvuruları gördük. Bu sene ödüllere belgesel film bölümünün eklendiğini okuduk. Belgeselimizin konusu da Cumhuriyet’in duyarlılık gösterdiği bir konuydu. Bu nedenle başvuruda bulunduk. “ONLAR İÇİN ZAMAN DURDU” Ödülü nasıl değerlendiriyorsunuz? Y.K: Çok prestijli bir ödül. Önümüzü açacak... Belki bu ödül bizim filmimizin sinema salonlarında gösterilebilmesine yol açacak, kim bilir... Eğer olmazsa biz kararlıyız, elimize perdelerimizi alacağız. Sokağa çıkıp gösterimler yapacağız. Asla umutsuz değiliz. O yüzden de bizim gibi arkadaşlara “umutsuz olmayın” diyoruz. Bir hedefleri, hayalleri varsa, dertleri varsa vazgeçmesinler. Biz dertli insanlardık, yaptık. Kredi de çekilir, saat de satılır, cep telefonu da... Biz bundan sonra da dertlerimizi anlatmaya devam edeceğiz. Yakınlarını kaybedenlerin aileleri en çok hangi hususlarda serzenişte bulunuyor? V.K.H: Ailelerin hepsi o günü sanki dünmüş gibi yaşıyor. Bunun en büyük nedeni de çocuklarını, eşlerini öldüren polislerin ceza almamaları, faillerin hâlâ meçhul kalması. “Biz evlatlarımızı, eşlerimizi kaybettik ama bari şu öldürenler cezaevine girseydi, ceza alsaydı; bunu görseydik, biraz içimiz soğurdu” diyorlar. Sürekli mahkemeler aracılığıyla bu insanlar aklandığı için... Uğur Kaymaz’ın annesi örneğin. Oğlunun öldürüldüğü gün yaptığı yemeği bile unutamamış. Kuru fasulye, pilav ve salata... Yani artık o aileler için zaman durmuş. Zaman kavramlarını yitirmişler. O anda kalmışlar. “STK’LER DUYARSIZ KALDI” Belgesele adını 2007’de değişen Polis Vazife ve Salahiyet Yasası vermiş. Bu yasanın “insan hakları ihlali olduğunu” düşünüyorsunuz. Peki, ya günlerce tartışılan İç Güvenlik Paketi için ne düşünüyorsunuz? Büyüklerin deyimiyle “Ne olacak bu memleketin hali?” V.K.H: Biz, belgeselde 138 kişinin polis şiddeti sonucu öldüğünden söz ettik, bu sayı şu anda 186’ya ulaştı. Belgesel tamamlanana dek 50 kişi daha katledildi. 2007’deki düzenleme zaten başlı başına bir “insan hakları ihlaliydi.” Şimdi bu durum daha vahim bir noktaya geldi. Artık evlerimizde bile can güvenliğimiz yok diyebiliriz. Sivil toplum kuruluşları da (STK) bu yasanın nelere yol açabileceğini çok iyi anlatamadı. Y.K: Bu konuda biraz sitemkârız. STK’ler özeleştiride bulunmalı, duyarsız kaldı ne yazık ki... Ayrıca yaşanan her olayda komiklik mahkeme sürecinde başlıyor. Her olayda polislerin verdiği ifadeler neredeyse birebir aynı. “Biz öldürme eylemini istemsiz yaptık. Kanundaki yetkilerimizi kullandık...” diyorlar. Her şeyden önce bu durumun değişmesi gerekir. Gördük ki bunlar yasalarla olmuyor. İç Güvenlik Paketi “Bilye ve molotof atıyorlar” denilerek yasalaştı. Hükümet yetkilileri her fırsatta bunu söyledi. Biz de diyoruz ki “Siz bu zırvalıkları bırakın. Sizin polisiniz pazara giden bir vatandaşı öldürdü. Uğur Kaymaz’ı, Ceylan Önkol’u öldürdü. Önce bunların hesabını verin.” n K İ T A P S A Y I 1 3 1 6 Yunus Nadi Ödülleri’nin Kısa ve Belgesel Film kategorisinde Belgesel film ödülü, Veysel Kerem Hun ve Yılmaz Kılıç’ın birlikte çektiği “Madde 16 Yaşam Hakkı” adlı çalışmasına verildi. Gezi eylemleri sırasında polis kurşunuyla yaşamını yitiren Ethem Sarısülük yaşasaydı polis şiddetini anlatan ve Yunus Nadi Ödülü’nü alan bu belgeselde rol alacaktı, canlandırmayla şiddeti anlatacaktı. Ancak Sarısülük polis kurşununa kurban gitti; belgeselin bir bölümünde kendisi anlatılmak zorunda kalındı. Belgesele dair bu röportajla ilk kez ortaya çıkan önemli bir nokta, Sarısülük ailesinin bile Ethem’in bu filmde rol alacağını bilmemesiydi. r Selda GÜNEYSU er şey katıldıkları eylemlerde, Veysel Kerem Hun ile Yılmaz Kılıç’ın da kimi zaman başına gelen, polisin kullandığı orantısız şiddeti belgesel yapma isteğiyle başladı. Çekim için hazırlıklara giriştiler. Sinemada çokça kullanılan bir yöntemi, “yabancılaştırmayı” belgeselde kullanmak istediler. TiyatRoj’un kapısını çaldılar. Sonra bir şekilde yolları Ethem Sarısülük’le kesişti. Ethem, TiyatRoj’a yardım ediyordu ara ara. Önce Ethem’e anlattılar projelerini; “Polis şiddetini anlatmak istiyoruz, belgeselde canlandırma yapmak istiyoruz” dediler. Ethem, “Seve seve yardımcı olurum” deyince gerçeklerle örülü olayların, şiddet sonucu yaşamını yitirenlerin ailelerin söyleşilerinin yanına ekleyeceklerdi kurguyu. Ethem, polislerce kimliği sorulan bir vatandaşı oynayacaktı; tiyatrocular da Ethem’i darp eden polisleri... Çekim hazırlıkları yapılırken birkaç hafta sonra, Gezi Direnişi başladı. Hun ile Kılıç, “Gezi’yi belgesele katmazsak eksik kalır” görüşüne varınca çekimlere ara verildi. Sonra bir gün eylemler sırasında Ethem’in “polis şiddetine kurban gittiği, başından vurulduğu, durumunun Veysel Kerem Hun (sağda) ile Yılmaz Kılıç’ın filmi, polisin kullandığı orantısız şiddeti konu alıyor. H bir, iki hafta sonra Gezi Direnişi başladı. Bir gün gazetelerde Ethem’in başından vurulduğunu okuduk. İnanamadık tabii önce, hayrete düştük. Biz güya deneysel çalışma yapacaktık, lanet olsun ki Ethem’in ölümünü belgeselde anlatmak zorunda kaldık. Yolunuz nasıl kesişti? VEYSEL KEREM HUN: Viyana’da tanıştık. Ben fizik eğitimi alıyordum, Yılmaz da işletme üzerine yüksek lisans yapıyordu. Oradaki arkadaşlığımız iyi bir dostluğa dönüştü. İdeolojik olarak da dünyaya benzer pencelereden bakan insanlarız. Bu da bizim ilk uzun metrajlı belgesel filmimiz. “BELGESEL İÇİN CEP TELEFONLARIMIZI SATTIK” Film için bütçeyi nasıl sağladınız? Kültür Bakanlığı’na girişimde bulundunuz mu? V.K.H: Tabii ki kredi çektik, beş yıl vadeli. Hatta kredi çekmekle kalmadık, cep telefonlarımızı bile sattık. Fotoğraf makinemiz bile yok artık. Çekimler tamamlanınca borçlarımızın üstesinden gelebilmek için kameramızı da sattık. Kimi zaman sokaklarda yatmak zorunda kaldık. Ancak her şeye karşın samimi bir belgesel yaptık. Belki belgeselimiz çok estetik, sinematografik değil ancak samimi. İzleyenlerin de bunu gördüğüne inanıyoruz. Bakanlığa herhangi bir başvuruda bulunmadık. Çünkü prosedürleri bildiğimizden, o prosedürlerin yükümlü S A Y F A 1 6 n 7 C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Necati SAVAŞ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear