25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

ESRA KAHRAMAN’DAN “SEGÂH MAKAMI” ‘Kötücüller aradan çekilmiyor’ Fonda iç yakan, hüzünlü bir tarih geçidi, 1970’lerden 12 Eylül’e uzanan karanlık günler. Esra Kahraman’ın yazdığı “Segâh Makamı”, direnişin, yenilginin ama en başta umudun inatçı öyküsünü anlatıyor. SERAP ÇAKIR serapcakırkoksal@gmail.com S egâh Makamı’nda, beş ana karakterin hayatları çocuk yaşlardan itibaren akıp giderken Türkiye’nin gerçekçi bir panoraması da yansıtılıyor. Bu, olayları kurgularken sizi endişelendirmedi mi? 1970 ve 1980’leri aktarırken tekrara da düşebilirdiniz... n Aslında tekrar, hayatın içinde olduğu gibi kitaplarda da karşımıza çıkan bir gerçeklik. Ancak her benzerliğin içinde kendine has, farklı durumlar söz konusu. Belli duygu ve düşünceler dışında, kitaptaki aktarımlar dönem ve koşullar bağlamında ciddi farklılıklar içeriyor. Çevresel öykülerin de devreye girmesiyle çeşitlenip özgünleşiyor. n Kitapta çoklu kültürlerin bir arada bulunması konu ediliyor. O dönemde böylesine eşit koşullarda yaşamak gerçekten mümkün müydü? n O dönemde olduğu gibi şimdi de mümkün, lâkin kötücüller aradan çekilmiyor bir türlü! Yaşanabilir bir dünyanın hasretiyle yola çıkanlar, vicdan ve bilinçlerinin rehberliğinde benzeşir. Asıl uçurum, sömürü sisteminin sonlanarak özgür ve kardeşçe bir hayatın hasretiyle mücadele edenlerle mevcut konumlarına dört elle sarılıp onu korumak uğruna her türlü kötülüğü kutsayanlar arasında. Bu anlamda insanî normların hayata geçmesi için uğraşan yoldaşların birliğini sınıfsal, kültürel ve dinsel detaylar zedelemiyor, zenginleştiriyor. O dönemde mücadelenin önceliği sınıfsal farklılıkların ortadan kaldırılarak bağımsız, eşit ve özgür bir toplumun kurulmasıydı. Ezilen ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını da içeren hak ve özgürlükler kapsamında değişik etnik kökenden gelen insanlar, bir arada, tek bir hedefe odaklanmıştı, dolayısıyla hepsi “devrimci” kimliğiyle mücadele ediyordu. “SAFLAŞMAYI YAŞAM TARZLARI BELİRLİYORDU” n Bu romanı okurken geçmişe övgü niteliğinde olsun istemiyorum ama sanki o dönemin çocukları daha temiz büyümüş gibi geldi bana, yanlış mı düşünüyorum? n Geçmişe övgü, niteliğinden çok o dönemin somut gerçekliğinin aktarılması diyebiliriz. Mahalle kültürünün, paylaşımın, dostluğun egemen olduğu ortamlarda yabancılaşma ve buna bağlı olarak bireysel menfaatlerin öne çıkması olası değildi. Gençler arasındaki saflaşmayı da bir ölçüde bu yaşayış tarzları belirliyordu. n1971 darbesinden sonra Hamdi Bey, “Memleketi demir kafeslerin içine hapsettiler” diyor. İçim acıyarak söylüyorum, bu bana günümüze de uyarlanabilecek bir benzetme gibi geldi doğrusu. n Başlangıçta yanıtladığım gibi hayatın içindeki tekrarlar kaçınılmaz olarak tarihe de yansıyor. 12 Eylül generalleri çekilirken demokrasinin ana ögelerini de beraberlerinde götürdü. Yaşadığımız süreçte bir tekrar değil, devamlılık göze çarpıyor. Gezi sürecinde yaşananlar, katliamlar, haksız tutuklamalar, işkencenin duvarların dışına taşınarak uluorta yapılması... Fazla uzağa gitmeye gerek yok, geçtiğimiz birkaç ay içinde “barış söylemleri” rafa kaldırılıp yedi yüzden fazla canı yitirdiğimiz nedeni “meçhul” bir savaş başlatıldı... Faşizm dönemini bile gölgede bırakan vahşetlere tanık olduk; Suruç’ta katledilen canların acısı dinmeden, Ankara’da yüz iki barışçıl insan öldürüldü, ev baskınında genç bir kız ailesinin gözü önünde infaz edildi, bir gencin ölü bedeni caddelerde sürüklendi... Kısacası özgürlük silaha sürülen kör bir merminin ucunda sonlanıyor artık. Failleri âşikar bu saldırılar karşısında istifa gereği hissedilmediği gibi kapsamlı ve şeffaf soruşturma yerine her olay sonrası “gizlilik” uygulanıyor... 12 Eylül’ün baskıcı rejimine rağmen, sıkıyönetim mahkemelerinde sayıları az da olsa “hukuka saygılı” hâkimler vardı. Günümüzde ise adalet tanrıçasının gözlerine mil çekildi, yasama, yürütme ve yargı tek elden yürütülüyor. Bu tabloya baktığımızda demokrasiden bahsetmek mümkün değil. n Siz de 78 kuşağındansınız. Kahramanlarınızın yaşadıklarına uzak ya da yakın bir ilişkiniz oldu mu siyasetle? “Eşit koşulların olmadığı kavgaların sonucunu yengi ya da yenilgi diye tanımlamamak gerekiyor.” n Elbette. “Bugün doğsam yine aynı yerden başlardım” diyecek kadar içindeyim hâlâ. Geçen onca zamana rağmen geriye dönüp baktığımda o dönemdeki teoriler, çözüm önerileri gerçekliğini koruyor. Ancak ne yazık ki sol, otuz küsur yıldır kendi içindeki sürtüşmelerden arınamadığı için zaman, insanlığın aleyhine işliyor... n Ana karakterlerden hangisi ya da hangileri sizin gençlik yıllarınızı kısmen yansıtıyor dersem bir cevabı olur muydu sorumun? n Gerçeküstü aktarımlar, tümüyle hayali kurmacadır, bilim kurgular ise gerçeklikten çok olasılıkları konu edinir. Oysa hayatın içinden süzülüp gelen hikâyelerin ayakları yere basar. Bu anlamda romanı kurgularken mümkün olduğunca “dışarıdan bir göz” şeklinde bakmaya özen gösterdiysem de dönemsel gerçeklikleri aktarırken elbette somut koşullar, tanıklıklar devreye girdi. “AŞK KURALLARI DİZE GETİRİR” n “Devrim ve aşk bir arada yürümez” dense de çoğunun içinde gizli bir yangın olmuş galiba, ne dersiniz? n Bazı kurallar aşk karşısında dize gelir! Mesela, mitolojideki tanrı Orpheus büyük aşkı Eurydike’yi bir yılanın sokması sonucu kaybettiğinde, onsuzluğa dayanamaz ve sevdiğini aramak için ölüler diyarına gitmeyi göze alır. Bu örneğin gösterdiği üzere aşk, doğasında kurallara meydan okuyabilme gücünü barındır. O dönemde de önce likli sevda devrim olunca diğeri geçici bir süre erteleniyordu sadece. n“Aşk varsa umut da vardır” derler ama ben Cemil’in umudunu yitirmesini istedim. Öldü bitti karasevdadan diye çok üzüldüm. Ama o devrim hayallerinden de aşkından da vazgeçmedi bir türlü. Peki, sizin kuşaklardan sonra durum ne? n Cemil’in köklü, katışıksız sevdası tıpkı devrim umudu gibi nefesi kesilene dek sürecek. Şimdilerde ise kimi alışkanlıklar gibi bazı esaslı duygular da çağın karmaşasından fazlasıyla etkilendi! Sahici sevdalar giderek tükeniyor diye korkuyorum... n O dönemi yaşayıp umut dolu bir roman yazmak sanki çok zormuş gibi geliyor bana. Hep yenilen tarafta olmak ama gelecek güzel günleri düşlemek, hayal ötesi değil mi? n Asıl yenilgi, umut ve hayallerimizin bittiği noktada başlar. Kaldı ki eşit koşulların olmadığı kavgaların sonucunu yengi ya da yenilgi diye tanımlamak doğru gelmiyor bana. Zulme boyun eğmeyi reddeden, ona karşı hayatı uğruna mücadele sürdürenler oldukça umut var olacak. Bu anlamda, yüreğimizi genç tutan barış ve kardeşlikle sarmalanmış özgür günlerin geleceğine dair umudumuzu diri tutmak, gerçekleşmesi için mücadele etmek gerekiyor. n Segâh Makamı/ Esra Kahraman/ Ayrıntı Yayınları/ 560 s. 4 12 Kasım 2015 KItap
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear