Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
>> aşk çünkü. n Deli “homoseksüalist” doktor Veysel, dünyalar iyisi polisler Hayri ile Celil ve mafyacı Deccal’ın “şefkatli” yüzü. Üçlemede umut, Pandora’nın Kutusu’ndan kötülüklerle birlikte akıyor dışarı sanki... n Umut her zaman vardır. Ama üçlemede böyle bir mesaj vermeye çalışmış değilim. Her şey kendiliğinden oldu. Hep öyle olur. Senin umudun var mı derseniz... Evet, var. Benim umudum uzaylılarda. n Neden “Sevinç Kuşları” dediniz? Bunca yoksulluk, acı, ayrımcılık, kan revan içinde sevinç kuşları uçurmak kolay mı? n Acıyı bu dünyadan def etmenin bir mümkünâtı olmadığı hâlde onu söküp atabileceğimize, ondan gün gelip kurtulabileceğimize inanır dururuz. Bu da yalnızca daha fazla acı çekmemize sebep olur çünkü konsantrasyonumuz acı üzerine. Hâlbuki sevinç üzerine olsa sevinmek ve sevindirmek üzerine? Şöyle bir göz atalım şu romanlara. Kim kimin sevinç kuşu olmamış ki? Hayri Seher’in ve Celil’in ve sokak kedilerinin ve hâttâ Deccal’ın, Celil Hayri’nin ve Foto’nun ve hâttâ Sermiyan Dinçer’in, Şengül Abla Deccal’ın, Zila, başta Gülhan ve Teoman Kemâni olmak üzere 133’e yolu düşen, Deccal tepesini attırmayan (yakın gelmeyen) herkesin, Kübra Berna’nın, Kıvırcık Kübra’nın, Naim Orhun İrfan’ın, Bayram Veysel’in, Edip Kenan’ınKenan Edip’in, Uğur Binnur’unTaşkın’ın, Veysel, başta menfaatçi plastikçi Necmettin Mutlu olmak üzere hepimizin sevinç kuşu olmuş çıkmış. Yalan mı? Bir de bakmışsınız psikopat sapığımız Gıyas bile sevindiriverir bizi. Uzun lafın kısası; herkesin herkesi sevindirdiği bir şey gibi geldi bana ne geldiyse. Aklımda “Sevinç Kuşları” kanat çırptı. Hiç belli etmeden Tanıl’a sordum; “Sevinç Kuşu” dedi o da; şu tevâfuka bakınız. n Kitaplarınızda yoksullar, garibanlar, ötekileştirilenler lehine bir biçimde adalet tesis ediliyor. Son Şurâ’da kesilen raconlarla da adalet tesis ediliyor mu? n Kanaatim şu ki ne mutlak adalet var ne de mutlak adaletsizlik. Her şey insanın insana ettiğinden kaynaklı. Yargılamıyorum; seyrediyor ve aktarıyorum. Karar, gözden göze değişir. Su sana doğru akıp betiyle bereketiyle geliyorsa âdil, sel basıp senin hasadını ötedekine götürüyorsa âdil değil. Sağım solu belli olmadığı için KonyaAnkara yazarı olup olmadığımı bilmiyorum, son satırı yazmadan da bilemeyeceğim. Beni gömdükten sonra siz kesin bileceksiniz ama. n “Ne tür yazıyorsunuz?” diyenlere “okumalık” demişsiniz bir kere. Nasıl bir “okumalık” bu üçleme? n Sadece okumayı sevdiğim şeyleri yazıyorum; bu nedenle okumalık. Ben olsam seve seve okurum; o derece. n Üçlemenin sizin yazarlığınız ve hayatınızda nasıl bir anlamı, yeri var? İthaf ettiğiniz güzel “abi”ler ve “gariban” garip kardeşler “kahramanlarınıza” dâhil mi? n İthaflar, hayatıma doğrudan dokunan güzel ve özel insanlara. Bilmiyorum; belki kahramanlara da dokunmuşlardır. Sevinç Kuşları’nın benim hayatımdaki yerine gelince... “İnsanların yüzde doksanı yaşamaz; sadece vardır” der Oscar Wilde. Ben bu üçlemeyi, “yaşayan” yüzde 10’un içinde görüyorum. Capcanlı, herkes ölse bile dipdiri. Ama şunu da söyler hazret: “Herkes üç ciltlik bir roman yazabilir. Tek gereken, hayat ve edebiyat konusunda tam bir cehalettir.” Bilmem artık. n Kısas’ın arka kapak yazısında sizi “metafizik, paranormal ilgiler ışığında ele alanlar olduğu” vurgulanıyordu. “Fantastik” sıfatını kabul ettiniz, “kurgu”ya itiraz şerhiyle. Peki, “mistik” bir yazar mısınız? n Olabilir. Bazen ben bile korkuyorum kendimden. “DUBLIN’DE ACIPAYAMLI’NIN NE İŞİ VAR?” n Kelimeleriniz pek terbiyeli değil, argosu bol. Üstelik konuşulduğu gibi yazıyorsunuz. Kullandığınız dil yazım kurallarına uymuyor. Hacettepe Üniversitesi İngilizce Dilbilimi Bölümü’nü Türkçe dersini veremediği için son sınıftan terk etmiş bir yazar(!) olduğunuzu anımsatıp takılıp soralım: Bu dil sizi “çevrilemez” yapmıyor mu? n Şu soruyu gören de yazdıklarımda imlâ mimlâ hak getire zanneder. Aşk olsun! Öyle değil bir kere, yazarı karalamayalım; benim yazdıklarım âdâbı muaşerete uygun olmayabilir, Zeki Müren Türkçesine de uygun olmayabilir ama imlâ kurallarına ve konuşma diline koçlar gibi uygun. Hem niye çevrilemesin canım? Kaç senedir “What’s up man?” sorusunu, “Ne diyon lan?” diye çeviriyoruz da kıyamet mi kopuyor? Ulysses’de Dedalusgil Acıpayam Türkçesi konuştu da niye itiraz etmediniz? Hiç duymadık “Dublin’de Acıpayamlı’nın ne işi var?” dediğinizi! n Üçlemeden sonra ne geliyor, hikâye mi, roman mı? n Hikâye eserse yazılıyor ve ütülenip katlanıp konuluyor şu sandalyenin arkasına. Külliyât oluşunca da kitaplaşıyor. Bu nedenle önce hangisi gelir bilinmez ama şu sıra, evet, bir roman yazılmakta. Okurları merakta komayalım; çok fena bir köpek geliyor bu sefer. n Son Şurâ / Sezgin Kaymaz / April Yayınları / 544 s. “ANKARA’DA YAŞIYOR VE ANKARA’YI ÖZLÜYORUM” n Üçlemede 1989’dan 2010’a Ankara dönüşürken rant savaşları dolu dizgin. GMK 133/1 bir direnişin merkezinde duruyor. “Medenileşip insanı azalan” başkente baktığınızda ne hissediyorsunuz? Bir de bütün kitaplar KonyaAnkara’da geçiyor. Siz bir KonyaAnkara yazarı mısınız? n Ankara’da yaşıyor ve Ankara’yı özlüyorum. Hissettiğim şu: Hasret. Avrupa başkentlerine git, kendini nostaljinin göbeğinde bul, gel kendi başkentine, müze müze dolaş bir kaşık nostalji için. Revâ mıdır? KItap 12 Kasım 2015 17