Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Armando Romero’nun romanı ‘Cajambre Nehri’ Armando Romero’nun kaleme aldığı “Cajambre Nehri”nde gergin, tehlikeli ve her türden ölümcül yaratıkla çevrili yağmur ormanlarının derin sessizliği ve sonsuz gürültüsü içinde süregiden sıra dışı bir cinayet araştırması, Batı’ya yabancı ama aynı zamanda onu kapsamayı da başarmış gizemli bir dünyayı okurun ayağına seriyor. Güzel, inatçı, çapkın, başına buyruk ve talihsiz genç bir kadının, Ruperta’nın gizemli ölümü, Cajambre’nin tekdüze yaşamını sarsıntıya uğratır. Hikâyenin bir yüzünde kadınların hayatlı yer alırken diğer yüzünde güç arzusu ve hırslarla mayalanmış erkek dünyası beliriyor. r Çağlar SOLAK şifacı olan teyzem Elodia’nın ‘iyi bir otacı ama hakkında kötü konuşuluyor’ dediği Telefrino’ydu. Telefrino, gerçeğin yalan aracılığıyla gerçek haline geldiği, kurgunun en büyük sunağıydı.” Özellikle Latin Amerika edebiyatını sevenlerin hissetmeye alışık olduğu, öyküdeki o sıcak ve yakın hava ile huylarıyla, mizaçlarıyla, doğalarıyla bize tanıdık gelen roman kişilerine Cajambre Nehri’nde de rastlıyoruz. Ruperta’nın cenaze seremonisinde onun ruhunu huzura kavuşturmak için otlar, şarkılar, danslar aracılığıyla ruhlar alemiyle temas kuran şifacı Secundino, kadim şaman kültürünü ve ritüellerini hatırlatıyor Türkiyeli okura. CANGILDA AŞK Hikâyenin bir yüzünde kadınların hayatı yer alırken diğer yüzünde güç arzusu ve hırslarla mayalanmış erkek dünyası beliriyor. Köleleştirilerek emeği sömürülen yerli halkı tahakkümü altına alan beyaz iktidarın, Ruperta’nın ölümünün ardından kendini daha güçlü hissettiren “siyah diriliş” olasılığıyla huzuru kaçıyor ve sömürü çarkının dönmesi adına beyaz sahipler arasındaki gerginliklerin dizginlenmesi gerekiyor. Son derece çekici siyah bir kadının öldürülüşüyle çakan kıvılcımın büyük bir ateşe yol açıp açmayacağını hem merakla hem de içten içe bir temenniyle okuyoruz. Bu arada beyaz sahiplerin yanında zaman zaman bir rahip de ortaya çıkarak bu sömürü tablosundaki yerini eksik bırakmıyor: “Dokunuşu o kadar yumuşak, o kadar mesafeliydi ki, zencilerin başında sık ve gür saçlar değil de dikenler var sanırdınız.” Rahip, saçlardan değil ama o başların içinde doğacak ve iktidarını acıtacak direniş fikrinden epeyce ürküyor doğal olarak; her ne kadar rahibe karşı zencilerin “içlerini sonsuz bir minnettarlık kaplıyordu”ysa da... Ve aşk... Bütün bu gürültü, nem ve sıcak, sürüngen ve böcek dünyasında, dedikodular ve tehditler arasında, yeni bir aşkın filizlenmesine, cangılın ritmine ve şehvetine kapılıp giden genç bir kadın ve erkeğin yaşadıklarına da yakından tanık oluyoruz. Son sözleri yazara bırakalım. Kitabın çevirmeni İdil Dündar’ın gerçekleştirdiği söyleşide bize şöyle sesleniyor Armando Romero: “Bence Türkiyeli okur uzun saatler boyunca yolculuk etmek zorunda kalmadan, farklı insan gruplarının bir arada bulunduğu, aynı zamanda çok verimli, tropikal, Türkiye’de hayal bile etmenin imkânsız olduğu bir doğanın görülebileceği muhteşem bir dünyaya açılan bir kapı bulacak.” n Cejambre Nehri/ Armando Romero/ Çeviren: İdil Dündar/ Verita Kitap/ 190 s. 2 0 1 5 n S A Y F A 5 uperta’yı öldüren geceydi.” Anlatı bu cümleyle kapılarını aralıyor. Yabancı bir diyardayız, Güney Amerika’da, devasa kurbağaların, ürkütücü böceklerin ve ölümcül yılanların her daim ıslak toprağın hüküm sürdüğü, ağaçlarda tuhaf canlıların gezindiği, labirentimsi su yollarıyla örülü ve insanların bedenlerinde buharlaşan terle dedikoduların el birliğiyle solunan havayı yoğunlaştırdığı bir yerde, Cajambre Nehri’nde. Bu tabloda bir eksik var, iyi bakın. Evet, elbette beyaz adam da orada, makineleriyle, hırslarıyla, tamahkârlığıyla, kilisesiyle ve yabanıla karşı derin korkusuyla, kısacası kölelik ve sömürü düzeniyle. “Deniz bütün yanıtlara sahipti, nehrinse sadece soruları vardı.” Cajambre Nehri, aslında zihinlerden sürekli ve cevapsız kalarak akıp giden soruların kaynağı gibi: Ruperta’yı öldüren şey geceydi. Armando Romero’nun, bir soru üzerine kurulu romanı, kadim bir gizemi anıştırmaktan başka işe yaramayan bu sözle başlıyor her şeye. Sonrasında ise katil gecenin neyin eğretilemesi olduğunu, yaşadığı toplumda ona biçilen rollerin dışına çıkma cesaretini göstererek sorunsuzca işleyen çarka çomak sokmaya yeltenen bir kadının, Ruperta’nın ölümü aracılığıyla yavaş yavaş öğreniyoruz. Onun nasıl bir kadın olduğunu şu cümlelerle aktarıyor yazar: “Çok güzel ve genç olduğundan, erkeklerin gözünde en üst seviyede şehvet uyandırdığından Ruperta, doğanın kendisine bağışladığı özelliklerin bedelini ödemek için şeytanın lanetlerini yüklenmek zorundaydı. Bu, Cajambre’nin denge yasasıydı.” ÖZGÜN BİR EDEBİ SEYAHAT Yalnızca Cajambre’nin değil, eril C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I “R aklın egemen olduğu her yerin yasası böyle, tam da bu nedenle roman her şeyden önce kadınları, kadınların erkeksi güç ilişkileri içindeki var oluşlarını anlatan, bunu yaparken de öldürülmüş bir kadının ruhunu sürekli yanı başımızda hissettiren bir dil ve içeriğe sahip. Ruperta, hiç kuşkusuz romanın başkarakteri olarak evrensel bir mesele hakkında, kadın meselesiyle ilgili düşünmeye itiyor bizi bir kez daha. Armando Romero, cangıl dünyasındaki kadınların hayatını, her biri kendine has özelliklere sahip kadın karakterler üzerinden aktarırken kendimizi, hem bize alabildiğine yabancı bir ortamın hem de fazlasıyla aşina olduğumuz insan ilişkilerinin içinde buluyoruz. Ortamın yabancılığı en çok coğrafyadan, iklimden, cangıl kültürünün bazı öğelerinden kaynaklanıyor ve bu yönüyle roman gerek antropolojik gerek coğrafi bir anlatı olarak biz Anadolu okurunun ilgisini çekmeyi kolayca başarıyor. BAŞLICA BİLGİ EDİNME ARACI: DEDİKODU İlk defa duyduğumuz bütün o bitki ve hayvan isimleri arasında, yazarın duru üslubu sayesinde oldukça canlı halde tasavvur edebildiğimiz tabiat betimlemeleriyle yazar, özgün bir edebi seyahat sunuyor okuruna. Bu egzotik dünyadaki insan ilişkilerinde ise kendi hayatımızın ve kültürümüzün izlerini bulmada zorlanmıyoruz. Olaylar hakkında başlıca bilgi edinme aracı olan dedikodu mekanizmasına bu egzotik dünyada da sıkça rastlıyoruz örneğin: “En mükemmel laf taşıyıcı, kendisi de Armando Romero “Cajambre Nehri”nde piangua toplayıcısı kadınlardan olan ve öldürülen Ruperta isimli kadının üstüne kuruyor romanı. Adaleti kendisi arayan Pasifik Kolombiyası halkı, Cajambre Nehri civarında Ruperta’nın katilinin izini sürüyor. Armando Romero “Bence Türkiyeli okur uzun saatler boyunca yolculuk etmek zorunda kalmadan, farklı insan gruplarının bir arada bulunduğu, aynı zamanda çok verimli, tropikal, Türkiye’de hayal bile etmenin imkânsız olduğu bir doğanın görülebileceği muhteşem bir dünyaya açılan bir kapı bulacak” diyor. 1340 2 2 E K İ M