29 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

K “Márquez’i Türkiye’den okumak” deyince bu yönde farklı çağrışım dalgalarının önümüze çıkacağı kestirilebilir. Sözgelimi Márquez’i Türkiye’de okumak başkadır, Türkiye’den okumak başka.Siz, elbette Türkiye dışında kıyamet kadar ülkede okuyabilirsiniz onu ama bunların hiçbiri Türkiye’den okumak başlığının çağrışımlarını getirmez önünüze. abriel García Márquez’in (19282014) kaç kitabı yayımlanmıştır Türkçede? Araştırmacısı yanıtlasın soruyu, sadık okuruyum ben onun yalnızca, yazıyı kaleme alırken Márquez uzmanı olmadığım bilinsin isterim daha işin başında… İyi de farklı yayınevleri, çevirmenlerce diyelim bilmem kaç kitabı yayımlanmıştır da dilimizde, okur için Márquez, ancak okuduğu kitaplar kadar var değil midir peki? Buna göre okumadıklarına bakarak söyleyecek olursak eğer, Márquez aynı zamanda bir varolmayan değil midir bu durumda? Olguyu bir de kendi yazarlarımız açısından düşünelim. Buna göre pek çok yazarımız, nice yazınsal değer taşısa da sayıları milyonlarla anılabilecek geniş halk kitleleri için bir varolmayan hükmündedir herhalde. Tıpkı Yaşar Kemal adının okuduklarımız kadar belleğimizde yer bulacağı, okumadıklarımız içinse adı dışında neredeyse kalıcı hiçbir anlamla örtüşmeyeceğine benzer koşutlukla… “Márquez’i Türkiye’den okumak” deyince bu yönde farklı çağrışım dalgalarının önümüze çıkacağı kestirilebilir… Sözgelimi Márquez’i Türkiye’de okumak başkadır, Türkiye’den okumak başka… Siz, elbette Türkiye dışında kıyamet kadar ülkede okuyabilirsiniz onu ama bunların hiçbiri Türkiye’den okumak başlığının çağrışımlarını getirmez önünüze… Nitekim Fidel Castro, İstanbul’a geldiğinde İlhan Selçuk, “Fidel’i de Pazarladık…” başlıklı “Pencere” denemesinde (17.6.1996) şöyle demişti: “Castro kendisini bizden kurtardı; ama, sanırım Márquez’in romanlarına benzeyen bir ülkede aklı kalmıştır.” İlginçtir, aynı gün Turhan Selçuk da Milliyet’teki “Söz Çizginin” köşesinde (17.6.1996), aynı şekilde can alıcı çelişkileriyle yansıttığı İstanbul silueti önünde kara kara düşünen insanımıza bakan Castro’ya şöyle söyletmişti: “Márquez’in romanları gibi…” Bu doğrultuda Dostoyevski’yi de Rusya’da ya da dünyanın herhangi ülkesinde okuyabilirsiniz elbette, ama Türkiye’den okumaya kalktığınızda, okumada algınızı farklı bir temele yaslamak zorundasınız demektir… Bundan ötürü dizinin alt başlığını “Márquez’i Türkiye’den Okumak” biçiminde belirledim. “Dizi” diyorum, çünkü başlıktaki yaklaşıma S A Y F A 1 8 n 4 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] MÁRQUEZ’İ TÜRKİYE’DEN OKUMAK1 Márquez’i yaratan topraklar... bağlı olarak Márquez’in dilimize çevrilmiş yapıtları üzerinden çıkacağımız okuma yolculuğunun birkaç sayılık minik diziyle ancak ortaya çıkacağını söyleyebilirim şimdiden. Çalışma notlarıma bakarken, bunların belki sekiz haftaya dek yayılabileceğini kestiriyorum. Ancak tefrika havasından uzak durması için önümüzdeki üç ay boyunca ikişer yazıyla yıl sonuna dek konuyu tamamlayayım istiyorum bir biçimde. Ayrıca bu tür okumaları, gelecek yıllarda da sürdürme kararı aldım gücüm yettiğince, bakalım devran ne gösterir… TÜRKÇENİN ESENLEDİĞİ MÁRQUEZ… Gabriel García Márquez’in Türkiye’deki yayıncısı Can, yazardan on sekiz kitap yayımlamış görünüyor bugüne dek. Bunları listelerken Márquez’in ilk yayım tarihini, sonra da çevirmen adlarıyla birlikte Can’ın Türkçede ilk kez yayımladığı tarihi aldım, sıralamayı da Can’ın tarihlerine göre yaptım. Bu durumda şöyle bir liste oluştu. Bunu, Can’ın Etkinlikler Sorumlusu Serkan Uygun’dan aldığım katkıyla sıralıyorum: 1.Başkan Babamızın Sonbaharı (1975; Tomris Uyar, 1982); 2.Bir Kayıp Denizci (1970; İsmail Yerguz, 1982); 3.Kırmızı Pazartesi (1981; Faik Baysal, 1983); 4.Kötü Saatte (1962; Tuğrul Tanyol çevirisiyle, 1983; Şer Saati, Seçkin Selvi çevirisiyle, 2011; alıntılar için bak.: Tanyol çevirisi); 5.Yaprak Fırtınası (1955; öteki öykülerle birlikte Yaşar Gedikoğlu çevirisiyle 1983, yalnızca “Yaprak Fırtınası”nın yer aldığı İnci Kut çevirisiyle 2014; alıntılar için bak.: Gedikoğlu çevirisi); 6.Yüzyıllık Yalnızlık (1967; Selçin Selvi, 1984); 7.Kolera Günlerinde Aşk (1985; Şadan Karadeniz, 1989); 8.Labirentindeki General (1989; İnci Kut, 1990); 9.Albaya Mektup Yok (1961; Handan Saraç, 1990); 10.İyi Kalpli Eréndira (1972; İnci Kut, 1991); 11.Hanım Ana’nın Cenaze Töreni (1962, İnci Kut, 1992); 12.On İki Gezici Öykü (1992; İnci Kut, 1993); 13.Aşk ve Öbür Cinler (1994; İnci Kut, 1994); 14.Bir Kaçırılma Öyküsü (1996; İnci Kut, 1996); 15. Şili’de Gizlice (1986; İlknur Özdemir 1996); 16.Benim Hüzünlü Orospularım (2004; İnci Kut, 2005); 17.Anlatmak İçin Yaşamak (2002; Pınar Savaş, 2005); 18.Mavi Köpeğin Gözleri (1947/1974; Emrah İmre, 2011)… Adları anılanlar dışında Beril Eyuboğlu, Ahmet Seven vb. çevirmenler tarafından yapılmış çeviriler de söz konusu. Ancak ben, yazarın Türkçede yayın haklarını temsil edişine bakarak Can’ın çevirilerini dikkate aldığımı söylemeliyim… Ama şuracıkta on beş çevirmenin adına yer açıyorsak eğer, sayının çok daha yüksek olduğu kestirilebilir kolayca. Yukarıdaki listeye göre Can Yayınları, yeniden yapılan çeviriler dikkate alınmadan söylenirse otuz yıl içinde Márquez imzasını taşıyan toplam on sekiz kitap yayımlamış görünüyor. Üç bin sekiz yüz sayfaya ulaşan bu on sekiz kitapta on beş çevirmen arasında İnci Kut başı çekiyor, İspanyolcadan yaptığı 2 0 1 4 ayağında sandalet, elinde “bir kez daha” okuduğu “şeytani hamileri(n)in en sadığı” William Faulkner’ın Ağustos Işığı (s. 15), annesiyle doğduğu yer Aracataca’ya yaptığı, “yazarlık” kararını açıkladığı yolculuk yaşamının dönüm noktasını oluşturur bir bakıma: “İki günlük o masum yolculuğun benim açımdan böylesine belirleyici olacağını, en uzun ve gayretkeş yaşamın bile onu anlatmama yetmeyeceğini ne annem bilebilirdi ne de ben. Şimdi, iyi yaşanmış bir yetmiş beş yılın ardından, bu yolculuğun yazar yaşamımda aldığım bir sürü kararın en önemlisi olduğunu biliyorum. Bu şu anlama gelir: Bütün hayatımın en önemli kararı.” (s. 13) “MACONDO, ANAM BABAM İÇİN ADANMIŞ TOPRAK…” Sonra Aracataca’nın uzayıp giden güherçileli toprakları… Bunun hemen yakınındaki muz çiftliği: Macondo. Öylesine “şiirsel tını”ya sahiptir ki ad, anlamını bilmeden, “üç kitapta hayalî bir köyün adı olarak kullanmış(r) bile” bunu… Kaldı ki “bir kasabayı ötekinden ayırt etmek hiç de kolay değildi(r)” zaten bu coğrafyada. (s. 31, s. 29) Pek çok anlatısında başroldeki Macondo için anlatıcısına şöyle söyletecektir sonradan: “Macondo, anam babam için adanmış topraktı, barıştı.” (Yaprak Fırtınası, s. 33) Necati Güngör’ün Anam Babam Malatya’sını (Heyemola, 2010) anımsamamak elde mi şimdi? Ne var ki “kokainle kaplı acı (bir) gökyüzünün altında”dır yine de bu topraklar. (Mavi Köpeğin Gözleri, s. 40) Güherçileli taş toprak, kıyılarında sonsuzca dalgaların çırpındığı denizine küskün köyler, sonra “buharlaştıran sıcak” ya da “dinmeyen yağmur”… Karın ağrısı gibi insanı burkan yaşam biçimi; terli bir bitkinlik, kavruk bir yalnızlık… Belki “karınları aç olunca zenginlerin yoksullara ne kadar benzedikleri” görülemez ilk ağızda, ama “Karayip’in bütün o insan mozaiği arasında” yeniden gözlenir bütün bunlar… (İyi Kalpli Eréndira, s. 38, s. 66) Sonradan anlattıklarına da kulak vermek yerinde olacak Márquez’in: “Gözlerimle görmüşçesine aşina olduğum bir olaydı; kendimi bildim bileli dedemden belki bin kez dinlemiştim: Asker grevdeki işçilerin bir alay çapulcudan ibaret olduklarını açıklayan bir bildiri okuyordu. Görevliler meydanı boşaltmaları için beş dakika süre verdikten sonra üç bin erkek, kadın ve çocuk kızgın güneşin altında yerlerinden bile kımıldamamışlardı; sonra ateş emri, tüfeklerin takırtısı, tükürdükleri akkor halindeki parıltı, paniğe kapılıp birbirini ezen kalabalığın mitralyözün yöntemli ve yorulmak bilmez makasıyla karış karış kesilerek giderek azalması.” “Tüm uğursuzlukların kökeni, devlet güçlerinin işçileri vurarak öldürmesi(dir)…” “Üç ölü mü, üç bin ölü mü?” (Anlatmak İçin Yaşamak, s.25, s.40) Yine de Márquez’in toplumsal suça dönük yaklaşımı üzerinde özellikle durulmalı. O, zengini yoksuluyla nasıl vahşileşebildiğini göstermekten geri durmaz çünkü insanların. Yoksul hırsız için linççi anlayışla köpüren, sözümona namus damarları kabarıp acımasızca insan doğrayan sıradan yoksul insanlar da onun eleştirel yaklaşımından payını alır. Evet, yoksulların yanında olduğu apaçıktır Márquez’in, ama o, tıpkı zenginlere, sivilasker erk sahiplerine, iktidardakilere karşı nasıl yaklaşıyorsa yoksullara da yansıtır bu tutumunu. Alaysamalı bir yaklaşımdır bu. Böylelikle Márquez’de “cinayetler ve rezaletler” hep at başı gider. Yoksulluklarla semiren zenginliklerin buna yol açmasından daha doğal ne olabilir? (Hanım Ana’nın Cenaze Töreni, s. 73) Ülkemizdeki yaşantı benzer dolantılar sunarken, Türkçede Márquez’i okuyan yüz binler, bizim yazarlarımız için ne düşünüyor dersiniz peki? Haftaya Márquez’in izini sürdüreceğiz yine… n K İ T A P S A Y I 1 2 8 1 çevirileriyle… Yukarıdaki kitaplar arasında Anlatmak İçin Yaşamak, “anı” olarak alınsa da Márquez’in yapıtlarına dönük temel kaynakça niteliği taşıyor. Çünkü Márquez yazınının bütün ayrıntıları, yazarın nerelerden etki aldığı, buna yönelik oluntular bu ciltle karşımıza çıkıyor, üstelik kendi kaleminden. Bu bağlamda Márquez’i Türkiye’den okumaya çalışırken sıklıkla bu başucu kaynağına uzanacağız zorunlu olarak. Bu anı demeti dışındaki kitaplarını öykü, roman, kısa roman, belgesel romankısa roman olarak ayırmak olası. Buna de ileride değineceğim… Şimdi hazırsanız eğer, buyurun çıkalım yolculuğa… MÁRQUEZ’İ 1940’LARDA YAKALAMAK… Önce 1940’lara şöyle kabaca göz atalım… Tüm dünya ateşler içinde kavrulurken Márquez’in ülkesi Kolombiya kadar bütün Latin Amerika toplumları mayalı hamur halinde kabarmaktadır. Düşünelim ki Troçki’den Stefan Zweig’a nice insan bu çarkta un ufak olur o sıra bu anakarada. Márquez ise yirmi G lerine henüz yenice adım atıyordur. Bu çerçevede “kendi ülke(ler)indeki despotun vahşeti”nden kaçan insanları da tanır genç yazar adayı. “Daha sonra İspanyol İç Savaşı’ndan kaçanların arasında yetişmeye devam ettiği(.) gibi, o zamanlar da bu göçmenlerin arasında büyümüştü(r),” bir bakıma. (Anlatmak İçin Yaşamak, s. 40) Böylesi kızışkın bir zamanda, 40’ların sonuna doğru bir yandan gazetecilik yapmaya çalışır Márquez, öte yandan bu gencecik yaşında öyküler yazıp yayımlamaya koyulur. Ötesinde yazar olmaya karar verir adamakıllı. Yirmi iki yaşındayken daha bunu hedef koyar önüne. Konuyu Anlatmak İçin Yaşamak’tan alıntılarla sürdürelim… Annesiyle konuşurken şöyle der örneğin, babasına da duyurması amacıyla, hukuk fakültesini yarıda bırakmış delikanlı olarak: “Ben yazar olmak istiyorum.” “Bu yaşamdaki tek arzum yazar olmak… Olacağım da.” (s. 23, s. 30) Çoktan girmiştir bu yola zaten o: “…[E] lime ne geçirirsem okuyarak ve İspanyol Altın Çağı’nın bir daha yazılması mümkün olmayan şiirlerini ezbere söyleyerek geçiriyordum zamanımı. Bana roman yazma tekniğini öğreteceğine inandığım özgün ya da çeviri metinlerin hepsini yalayıp yutmuştum…” (s. 12) Aileye ait evin satılmasına katkı amacıyla E Y L Ü L C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear