24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Mehmet Zaman SAÇLIOĞLU 69. YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ Romanda Harun Bey’e kurulan oyunun kurgu ve edebi bağlamda nasıl bir işlevi var? Harun Bey’in mutlu olması için kurulan oyunun planlanması sırasında tiyatrocular arasında geçen diyaloglar, okuyucunun da geçmişe ve Harun Bey’in intikam girişimine ilişkin o sayfalara kadar ki metinden farklı bir okumaya girmesini öneren ipuçları veriyor. Gerçek, sahtelik ve oyun üzerine yapılan bu konuşmalar, aynı zamanda metnin çözümlenmesi bağlamında da ele alınabilir. Ey okuyucu, bu sayfalardan sonra bir oyunla karşılaşacaksın, bunu bir masal gibi oku ve gerçeklik duygunu buna göre ayarla. Bu oyun sana fantastik bir kurgu içinde başka bir gerçeklik sunacak diyerek okuyucunun algılamasında bir değişim yaratmak istiyor. Fakat kurulan oyun, daha sonra, hayatın rastlantıları ya da yazgı dediğimiz bir başka güç tarafından ele geçiriliyor ve oyun avcı olacakken av oluyor. Av olan Harun Bey de avcıya dönüşüyor. General ise her iki oyunun da kurbanı... “ÜÇ GERÇEKLİK AYRI AYRI SESLENİYOR” Romanın oyun öncesi ve sonrası olarak iki ana bölüme ayrıldığını görüyoruz. Siz, bu bölümler farklı gerçeklikleri de taşıyor diyorsunuz, bunu kitabın sonundaki zamansal dizinle de bağdaştırabilir miyiz? Evet, haklısınız. Demin değindiğim gibi oyundan önceki bölümler ile oyundan sonraki bölümlerin gerçeklik anlayışları farklı. Oyundan sonrasının tamamen kurgu olduğunu ama oyundan önceki bölümlerin yaşanmış olaylar olabileceğini düşünebiliyoruz metinlerden. Kitabın sonundaki zamansal dizin de bir ölçüde bu göstergeye hizmet ediyor. Zamansal dizin, üç ayrı gerçekliği sıralıyor. Hayatın gerçekliği (normal harf karakteriyle dizili), romanın gerçekliği (kalın karakterle dizili) ve yazarın kendi hayatının gerçekliği (italik olarak dizili). Böylelikle örneğin, 1 Mayıs 1977 mitinginde gerçekten otuz dört kişinin öldüğünü, yazarın mitinge katılan beş yüz bin kişiden biri olduğunu ama yara almadığını, roman karakterlerinden Murat’ın da ayağının kırıldığını okuyoruz. Üç gerçeklik ayrı ayrı bize sesleniyor. Bu dizin, okuyucuda her romanı oluşturan hayat, kurgu ve yazar ilişkisi konusunda bir farkındalık da yaratmaya yönelik. General Uçtu’yla bu yılki Yunus Nadi Roman Ödülü’nün sahibi oldunuz. Duygularınızı paylaşır mısınız? Bundan yirmi iki yıl önce ilk öykü dosyamla Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü rahmetli Vüsat O. Bener’le paylaşmıştım. Şimdi de ilk romanım bu önemli ödüle değer görüldü. Cumhuriyet gazetesi ve Yunus Nadi bağımsızlık savaşımızda ilklerin örneği. Bu ödül de benim için ilkleri temsil ediyor demek ki. Çok mutluyum, onurlandım. n General Uçtu/ Mehmet Zaman Saçlıoğlu/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 258 s. K İ T A P S A Y I 1270 ROMAN ‘General her iki oyunun da kurbanı’ Yüz binlerce insanın acı çekmesine neden olan, vicdanları ve adalet duygularını yaralayan, kişisel dünyalara tecavüz eden, karanlığa uygun adım yürünen 12 Eylül darbesinin örseleri ve bunu en derinden yaşayan bir aile. Oğulları asılan, Köy Enstitülü, idealist iki öğretmen Harun ve Münevver. Oğlunu asan generalden intikam alma yolunda, kişisel adalet arayışının peşinde sürüklenen bir baba. Sevgi, adalet, intikam ve vicdanın zorlu sınavı. Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun, “General Uçtu” adlı romanında oyunlu, dinamik bir anlatımla ve 1970’lere geri dönüşlerle vücut buluyor. Saçlıoğlu’yla bu yılki Yunus Nadi Roman Ödülü’ne değer görülen “General Uçtu”yu konuştuk. r Gamze AKDEMİR eneral Uçtu’yu bir darbe romanı olarak değerlendirebilir miyiz? Yoksa daha çok “insan”ın ele alındığı bir roman mı saymalıyız? General Uçtu’yu, darbe nedeniyle büyük yaralar almış bir aile üzerinden sevgi, adalet, intikam ve vicdan gibi kavramları konu edinen bir roman olarak değerlendirebiliriz. Ayrıca, yan konular diyebileceğimiz, ülkemizin nereden nereye geldiğine, inançlara, zamanın insanları nasıl değiştirdiğine, 1970’lerin gençliğinin düşünce ve duygularına da kısa dokunuşlarla değiniliyor. Kitaptaki darbe (12 Eylül) yüzbinlerce insanın acı çekmesine neden olan, vicdanları ve adalet duygularını yaralayan, kişisel dünyalara tecavüz eden bir darbeydi. Getirdiği hukuk, kurumlarıyla, anlayışıyla şu anda bile geçerli. Şöyle geri çekilip baktığımızda insan hakları ve evrensel hukuk anlayışı açısından ne kadar geride olduğumuzu görmek hiç güç değil. Kitap bunlardan doğrudan söz etmese de yansımalarının S A Y F A 4 n 1 9 G bir aileyle ilişkisinden söz ediyor. Romanın kahramanı Harun Karakoç’un, oğlunu asan darbenin generaliyle hesaplaşmasını adalet ve hukuk kavramları açısından nasıl ele alabiliriz? İnsanların birbiriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen hukuk sistemi, çağın adalet anlayışına ve doğal hukuka uygun olmayan biçimde düzenlenmiş, vicdana ve adalete uygun olmayan sonuçlar doğuruyorsa insanlar doğru olduğuna inandığı kişisel adalet arayışına girebilir. Adaletin ayrıca gecikilmeden sağlanması gerekir. ‘Gecikmiş adalet adaletsizliktir’ sözünü hepimiz biliriz. Ülkemizin yakın geçmişinde bile çek senet mafyasının böyle bir nedenle doğduğunu anımsayalım. Karşılıksız çıkan çeklerin alacaklıları, adaletin yavaş ve kimi zaman da yanlış işlemesi yüzünden kendi adaletlerini mafya ile aradılar ve başka adaletsizlikler, hukuksuzluklar oluştu. Benzer olarak darbenin yanlış işleyen hukuk sistemi, cezası idam olmaması gereken Murat’ı idam etmiştir, babası Harun Bey’in adalet duygusunu yaralamıştır. Harun Bey adaleti arar. Kişisel adalet arayışları aslında hukuka aykırı bir iş. Bir hukuksuzluğun başka bir hukuksuzlukla çözümlenmesi de mümkün değil. Ayrıca, insan kendisinin içinde olduğu bir olayda gerçek anlamda adil olamaz, çünkü nesnel değil. Bu nedenle adaleti bağımsız mahkemeler dağıtır. Harun Karakoç da belki binlerce insanın istediği adaleti kişisel olarak sağlamaya çalışmanın cezasını romanda başka bir kişisel vicdan acısıyla çekmek 2 0 1 4 durumunda. Tabii yalnızca o değil, ailesi de. “İNSANIMIZ DEĞİŞTİ” Köy Enstitüleri ve Harun Karakoç’un karakteri, romanın ve hayatın gerçekliği içinde nasıl tanımlanabilir? Harun Bey, Cumhuriyetin ikinci kuşağından bir insan. Kurtuluş savaşı sonrasında henüz Atatürk hayattayken doğan, vatan için ölünür anlayışıyla yaşayan ve çalışan kuşaktan Köy Enstitülü bir öğretmen. Onlar ülkeyi sefaletten ve cehaletten kurtarmak için daha çocuk yaşta çok çalışmaya, azla kanaat etmeye, güzel gelecekler için kendi kuşaklarını feda etmeye eğitilip inanıyor. Şu anda toplumumuzda gençler arasında örneklerini pek de göremediğimiz bir kuşak bu. Onlardan birçok kişi tanıdım. Romanı okuyan dostlarımdan birkaçı Harun Bey’i, karısını ve çocuklarını fazla idealleştirilmiş buldu. Bu dostlarım, o dönem insanlarının böyle olduğunu, son yılların sahte ilişkilerinin insanımızı değiştirdiğini unutmuş. O yılların aşkları da görev duygusu da sorumluluk bilinci de böyleydi, farklıydı. Köy Enstitüleri, Anadolu aydınlanmasını ve çok kısa zamanda çağdaş uygarlığa kavuşmamızı sağlayacaktı. Yazık ki yok edildi. Harun Bey’in Köy Enstitülü olması, romanda daha inançlı ve güçlü bir karakter çizilmesi açısından önemliydi. Ayrıca kitabı okuyan gençlerin köy enstitüleri hakkında biraz bilgilenmesini ve meraklanmasını da istedim. H A Z İ R A N C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Kaan SAĞANAK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear