Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Bir hastalığın anatomisi İçimizdeki ve dışımızdaki sosyopatlara M. E. Thomas, “Göz Önünde Saklanarak Geçen Bir Yaşam” alt başlığıyla yayımlanan “Bir Sosyopatın İtirafları”nda bizi, sosyopatinin kendisindeki yansımasıyla buluşturuyor. Thomas bu anlamda, okurları hem anılarında hem de zihninde bir yolculuğa davet ediyor. r Ali BULUNMAZ emen her gün kafa kafaya gelip farkına varmadığımız, bazen patlamalarla karşımıza dikilen ruh hali bozuk bir sürü insanla temas ediyoruz. Hepsinin elbette bir hikâyesi var, üstelik bu hikâyeler her zaman açığa çıkmıyor. Özenle saklanan ve çoğunlukla da bilinçsizce yapılan bir eylem bu saklama işi. Ne olursa olsun o öykülerin bilinesi bir tarafı var. M. E. Thomas bir sosyopat. Yani “antisosyal kişilik bozukluğu” teşhisi konmuş, “karşısındakinin haklarını ısrarla ihlal etme ya da görmeme” gibi bir bozuklukla yaşamını sürdüren biri: Thomas, tüm bunlara tezat biçimde bir avukat. Dahası hukuk profesörü. Durumu ilginç kılan şey de bu: Hakları görmezden gelme, ihlal etme ve antisosyallikle tanımlanan bir rahatsızlık, bu teşhisin konulduğu kişinin bir avukat ve hukuk profesörü oluşu. M. E. Thomas, en başta kendisininkini daha sonra yakınlarının ismini değiştiriyor, mekân ve olaylarda da bazı oynamalar yaparak hikâyenin iskeletini (ya da özünü) olduğu gibi aktarıyor. Kendisinin de dediği gibi Bir Sosyopatın İtirafları anı kitabı ve burada yer alan öykü Thomas’ın “bellek yanılgılarının yanı sıra megalomanisini, tek yanlılığını ve diğer insanlarla S A Y F A 2 6 n 1 9 ilgili yanlış anlamalarını” yansıtıyor. “İNSANLIK YELPAZESİNİN FARKLI BİR BÖLÜMÜNDE” Thomas şüphelendiği bazı şeyler üzerine, herhangi bir kişilik bozukluğu olup olmadığının belirlenmesini istiyor ve psikolojik değerlendirmeler sonunda kendisine sosyopati teşhisi konuyor. Raporda “M. E. Thomas, insan ilişikilerinde belirgin bir şekilde empati kuramamakta; acımasız ihtiyatlı davranmakta, olumsuz duygulara karşı duyarsız kalmaktadır” yazıyor. Bu olayın resmi yanı. Asıl ilgi çeken, Thomas’ın bunu kitaplaştırdığı bireysel taraf. ABD’de bir televizyon kanalının canlı yayınına telefonla bağlanan Thomas, kitabı yayımlanır yayımlanmaz editöre ve yayınevine gerçek kimliğini öğrenmek isteyenlerce elektronik postalar gönderildiğini anlatmıştı. Yayıncısının “ilgi”den memnun olduğunu söylemesine karşın Thomas, bambaşka bir şeyden bahsediyordu: “Bu kitap kendisinden şüphelenen ya da sosyopatlığını fark edemeyen, bunu kendisine söyleyemeyenlere sesleniyor, dolayısıyla herhangi bir pazarlamaya da özel reklama da ihtiyacım yok.” Kaldı ki kurduğu blogda, kendisine mesaj gönderenlere (ikisi arasında kalmak kaydıyla) gerçek kimliğini açıkladığını da anlatıyor. Bu zaten son aşama. Thomas, kitabında çocukluğundan, gençliğinden, ailesi ve arkadaşlarıyla ilişkilerinden bahsedip bir anlamda rahatsızlığın kökenine inmeye uğraşıyor. Yani isimler, mekân ve olaylar blurlansa da büyük bir risk alıp olan biteni dünyaya açıyor. Yazar, zoru başarmış aslında. Çünkü kendine hem kendi gözüyle hem de dışarıdan bakabiliyor. Örneğin, teşhis bir başkası, doktorunca koyuluyor. Diğer taraftan kendindeki durumun farkında: “Ben bir sosyopatım (...) Sosyopat oluşumu kişiliğimi belirleyen ama beni tanımlamayan özellikler olarak nitelendirmeyi yeğliyorum. Genelde karmaşık ve mantık dışı duygulara sahip değilim. Ustaca planlar yapar ve kurnaz davranırım, zeki, kendine güvenen H A Z İ R A N 2 0 1 4 H ve hoş bir insanım ama aynı zamanda başkalarının kafa karıştırıcı, duygusal sosyal davranışlarına uygun tepkiler vermeye çalışırım.” Thomas’ın kendini tanımlarken kullandığı başlıca sözcükler “mükemmellik”, “yüksek ego”, “çekicilik” ve “avcı bakışlılık.” Tüm bunlar zaten sosyopatlığın doğasını yansıtıyor. Ama şunu da eklemek gerekiyor ki sosyopati hakkında yanlış bilinenler göz önüne alınırsa Thomas’ın her hareketi sosyopat el kitabına girmiyor. Sosyopatların “sapık katiller” olarak görüldüğü bir ortamda, yardımsever hukuk profesörümüz kendini bir canavardan öte “insanlık yelpazesinin farklı bir bölümüne” yerleştiriyor. Satırlar arasında gezinir ve Thomas’ın bu belirlemesini okurken zihnimizde “Onda film nasıl kopru?” sorusu şekilleniyor. Bunun ilk yanıtı, üniversite yıllarında son derece acı bir olay karşısında verdiği ya da daha doğrusu vermediği tepkide yatıyor ve arkadaşının “Sen sosyopat olabilirsin” uyarısı üzerine Thomas konuya yoğunlaşmaya başlıyor. O araştırmalar Thomas’ı, sosyopatlığın tarihine ve günümüzdeki örneklerine götürüyor; kitapta bunları uzun uzun sıralayışına rastlıyoruz. Ailesinin sorunlu yanlarını da anlatarak kimi ipuçları sunuyor: Örneğin şiddet eğilimli bir baba ve histerik bir anne. Sevgileri değişken anne baba Thomas’ı etkiliyor: “Ebeveynimden çok şey öğrendim. Başka insanların yol açtığı duygusal etkileri sınırlamayı öğrendim. Sevginin son derece güvenilmez olduğunu öğrettiler bana, dolayısıyla sevgiye asla güvenmedim (...) Özellikle ebeveynimin değişken duygusal yaşamı kimsenin beni koruyamayacağına inanmama yol açtı. Güveni başkalarında aramak yerine kendime güvenmeyi öğrendim.” “DÜŞ KIRIKLIĞINA UĞRATAN” BİR SOSYOPAT Thomas, sosyopatların girip ziyaret etmesi için bir blog hazırlıyor ve oraya yazanların “Acaba ben sosyopat mıyım?” sorusuna “Çocukluğunuza bakın” diye yanıt veriyor. Bu arada yine kendisinden örnek sunuyor: “Başkaları top oynamayı öğrenirken ben insanlarla oynamayı öğrendim (...) Dostlarımı, onların oyuncaklarına ve bana verebilecekleri diğer şeylere sahip olmak için rehin aldım.” Yazarın çocukluğu ve ilk gençliğinin epey agresif ve hırçın geçtiğini anlıyoruz. Bunun bir açıklaması var ona göre; vicdan ya da pişmanlık duygusuna sahip olmaması, ahlak gibi sınırlayıcı bir şeyi kabullenememesi, kötülükle ilgili kendi sezgisi dışında özel bir sezgisi bulunmayışı... En yakın arkadaşının babasına kanser teşhisi konunca onunla ilişkisini “akıllı önerilerden ve ilginç sohbetlerden uzak kaldığı için kesmesi” de hep bu özelliklerinden kaynaklanıyor. Anlaşılacağı üzere “kendini düşünmeyen insan” maskesini yüzünde fazla tutamıyor. Vardığı çarpıcı sonuç ise “kişiliğinin olmadığı, sürekli yeniden çizilen bir taslağa benzemesi ve toplumsal beklentileri karşılamak için birtakım numaralar yapmasının kolaylaşmasından dolayı rol kesitiğini unutması.” Thomas’ın, insanları bir şekilde felakete sürükleyişi, mahvedişi ve kendinden uzaklaştırışı dikkat çekiyor. Dürtülerini dizginlemeyi hiç düşünmediği için sonuçlarla ilgili endişelere kapılmadan dilediği gibi hareket etme isteği duyuyor. Bu da karşısındakileri yıpratıyor: “Ben çoğu insana oranla biraz daha kötü niyetli ve soğuk bir kalbe sahip olduğumun her zaman farkındaydım. Belki de bu yüzden başkalarınınkini kırmak için bu kadar istekliydim.” Tam bir duygu körelmesi; Thomas’ın, aşırı duygusal insanlar karşısında bunalmasının altında da bu katılık yatıyor olsa gerek. Empati yok, başkalarının ahlak yargılarını dikkate alma söz konusu bile değil. Thomas, kendi sosyopatlığını mutlak bir yalnızlıkla veya antisosyallikle eşdeğer görmüyor. Ona göre toplumda bir yeri var ama bu başkalarından farklı, özel bir yer. Bir sosyopattan “beklenenlerin”; hayvanlara zarar vermenin, sadistçe insanları öldürmenin onda bulunmaması kimilerini “düş kırıklığına” uğratabilir. Öte yandan öğrenemediği şeyler bulunduğunu da hiç unutmuyor. Örneğin, sevdiği biri ağlarken kestirmeden o da ağlamaya başlamıyor ya da yine sevdiği birini incitiğinde suçluluk duyarak onları yitirmekten kaçınma duygusuna teslim olamıyor. Bunlar için bulduğu kaçamak yöntemlerin hep başarısızlıkla sonuçlandığını da keşfediyor. Sosyopatinin basit bir şey olmadığını kabul etmekle birlikte kötülükle eş anlamlı tutulamayacağını da anlatıyor. Thomas, kitapta da blogda da buna atıf yapıyor; özellikle blogu “birbirinden öğrenecek çok şeyi bulunan bireyler arasında bir dayanışma, toplumsal bir anlayış oluşturmak için” kurduğunu belirtiyor. Thomas bir anı kitabı yazmış ama bu, klasik anı kitaplarından ayrı. Çünkü içinde yoğun bir bilgi bombardımanının yanı sıra kendisiyle benzer sorunları yaşayanlara yönelik kimi anahtarlar var. Üstelik bir hukukçu olmasına rağmen, bir psikolog ve psikiyatr gibi tüm ayrıntıları bilip yazacak kadar araştırma yapmış. Neden mi? İçimizdeki ve dışımızdaki sosyopatlara seslenmek için. n alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr Bir Sosyopatın İtirafları/ M. E. Thomas/ Çeviren: Ekin Duru/ Say Yayınları/ 294 s. K İ T A P S A Y I 1270 C U M H U R İ Y E T