25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

O KU RLA R A Can Alkor’dan “Canto CXVIII” “Okurlara” bölümümüzü her yıl “Arkeoloji ve Sanat Kitapları’’ özel sayılarımızı hazırlayan Özgen Acar’a bırakıyoruz. Şunları söylüyor bu sayıdaki dosyamızın sunuşunda:“Tarihi, kimler ya da neler tarihler? Bu sorunun yanıtını yüzeysel de olsa iki bölümde toplayabiliriz. Birincisi “Tarihöncesi” nasıl aydınlatılır? Çünkü “yazı”, insanlığın geçmişini “tarihöncesi” ve “tarihsel dönemler” diye ikiye ayırır. Arkeolojik kazılar, bir anlamda dedektif Şerlok Holmez titizliğinde, bu dönemleri aydınlatır. O dönemin tarihini aydınlatmada, kazıların çeşitli katmanlarında bulunan nesnelerin başında “çanak çömlek” gelir. Ayrıca kazılarda bulunan nesnelerin yapısal özellikleri en önemli bilimsel kanıtları verir. On dokuzuncu yüzyıl kazılarında arkeologlar yalnızca “bulmaya” hevesliydi. Bırakın korumayı, buluntuların özellikleri üzerinde fazlaca durmazlardı. Yirminci yüzyılın ilk yarısında “onarım ve koruma” olgusu öne çıkınca buluntuların müzelerin çatıları altına alınması yöntemine başvuruldu. Ancak buluntuların yapısal özellikleri yine de araştırılmazdı! Şimdilerde ise “arkeometri” bilimi devreye girdi. Buluntular “Isı Işınlaması”, “Karbon 14”, “Nükleer Tahlil” gibi deneylerle yapısal özellikleri ve tarihleri saptanabiliyor. Bu deneyler, “özgün” ve “sahte” yapıtları ayırmaya da önemli katkıda bulunuyor. İkincisi, Sümerlerde ortaya çıkan “yazının”, tarihi tarihleyen en önemli buluntu oluşu. Bu dönemi ise insanlık yaklaşık 5350 yıldır gerçekleştiriyor. Yazının olmadığı yerlerde ise kazılarda bulunan “sikkeler” tarihi tarihlendiriyor. Yakın çağlara geldikçe “anılar”, “belgeler”, “kitaplar” ve “fotoğraflar” tarihi tarihliyor. Bu nedenle tarihi tarihlendiren yayınlara, her yıl Mayıs ayının ikinci yarısında bu değerli ekte yer veriyoruz.’’ Sevgili Özgen Acar’a teşekkür ediyoruz. Bol kitaplı günler... TURHAN GÜNAY turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr www.twitter.com/CumKitap ‘Dünyayı değiştiremez şair, cürüm işlenirken’ Yakın zamanda “Bulunmuş Çeviriler”le kendini hatırlatan Can Alkor bu kez “Canto CXVIII” ile okurla buluştu. Alkor, kitapla aynı zamanda geçmişin denizine açılıp hemen her dizesiyle ayrı bir dünyaya kapı aralayarak gemiyi kimi zaman karanlık kimi zaman aydınlık sularda yüzdürüyor. r Ali BULUNMAZ aşımın, yolun yarısına doğru hızla geldiği hayatımda, az biraz kitap da karıştırmış olmanın verdiği özgüvenle gerçek şairlere dair öğrendiğim şu: Onlar az söyler, dizeleri konuşur. O dizeler de kısa, öz, yalın ve aynı zamanda her sözcükte çok şey anlatıyorsa okuyanın işi hayli zor. Çünkü kısa yazılan ne varsa altını eşeleye eşeleye, her seferinde farklı anlamlar yükleye yükleye uzun zaman okunur. Bu, genelde işleyen bir kural. Can Alkor geçen sene, şiir evreninin merkezinde mi yoksa gizli odalarında mı demeli, gerçek şairlerden derlediği ve Bulunmuş Çeviriler adıyla yayımlanan kitaba imza atmıştı. Şimdi karşımızda Enis Batur’a ithaf edilmiş Canto CXVIII var. Bir dolu sahtesinden ayrı, gerçek bir şairin elinden çıkma. “ÇOK GEÇ ANLADIM BİR ŞEY BİLMEDİĞİMİ” Canto CXVIII, kısa bir destan gibi; biraz Homeros, biraz Hesiodos. Dura kalka, düşüne düşüne, ağır aksak okunan ve hemen her dizeyle (bildiğimizden emin olduğumuz fakat duraksayınca nerede bulunduğumuzu anlayıp) bambaşka dünyalara gittiğimiz incecik ve bir o kadar da yüklü bir kitap aslında. Canto CXVIII, bir çalgıcının önüne serilmiş ve deşifre edilmeyi bekleyen bir parçayı andırıyor. Notalar, Styx Irmağı’nın suları gibi akarken gondolcu bizi alıp gemiye ilerliyor. Alkor’un “Yeryüzü Cenneti”ne doğru çıktığı yolculukta Apollon’un tahtına da uğruyor, Dante’ye de rastlıyoruz. Hal böyle olunca ve iş oralara kadar uzanınca Alkor’un “yanılmıştım hep, çok geç anladım bir şey bilmediğimi” dizesi epey anlam kazanıyor. Sanki uzaktaki dost Sokrates’e de alttan alta selam gönderiyor. Alkor’un bütün dizeleri kendi başına bir şiir; onları oluşturan sözcükler de tarihten bir kesit, mitolojiden bir parça. Şövalyelerle omuz omuza savaş ve yeri geldiğinde Montparnasse’ın dinginliğinde bir “gece nöbeti” aynı zamanda. Sancağında krallık armasıyla “Yeryüzü Cenneti”ne ilerleyen gemi alacakaranlıkta Atlantis’in kapılarını zorluyor, fırtınalarla boğuşuyor, kenardan bir senfoni majör ve minör notaları çalgıcının önüne atıyor; Marco Polo’nun sürdüğü izi takip etmemizi istiyor. Ama bilmeliyiz ki eskinin güzelim kervan yolları, bir vakitler kirletildi, hayran olunan yenilmez armada medeniyet, zamana ve “insana” boyun eğdi: “Duce gerçekleştirecek sandım Güneş Kenti’ni/ dirilecek Eleusis gamalı haç gölgesinde/ karakış inmişti Avrupa üstüne oysa… Auschwitz’in bacaları tütüyordu…” Tüm dizelerin ortak sayılabilecek özelliği, okuyanı zamanda bir yolculuğa çıkarması. Duymak isteyene, kimi anlarda yükselen kimi anlarda düşen bir müzik sunuyorlar. O nedenle sabırla ve hiç atlamadan her notayı duymamızı bekliyorlar. Bize toprağın altından fırlayıveren bir el gibi sesleniyorlar: “Babil kargaşasından tümce kırıntılarıyla seslenebilir miyim?/ tek yaşamıma nasıl sığdırabilmişim bunca ruhgöçümünü...” “ULUYAN SUSKU” Sayfalar arasında gezinirken büyük bir müzede dolanıyor hissine kapılıyorsunuz. Yazıtlar, anıtlar, keşişlerle beraber, Eski Yunanca’dan Latinceye Anka kuşuvari bir uçuş sürüyor öbür taraftan. Nuh’un gemisine yetişme telaşı da cabası. Her şey zamanla bir masala dönüşüyor. Soyun tükenişi ya da bir mezar taşının altında yitip gidişten çıkış yolu ise “kurtarıcı imgelem.” Alkor, imgeler ve gerçekler arasında nice köprü kurarken aklımızı kurcalayan dizelere imza atıyor. Örneğin “dünyayı değiştiremez şair, cürüm işlenirken” veya “bir çift kundura bile senden daha değerli” gibi. Gömüldüğümüz o küçük destan ya da senfoniyle kendisi kadar ince ve duyarlı biçimde düşünmemizi umuyor. Gondolcunun gölgelere kılavuzluk ettiği Canto’da “kitap içinde kitap, düş içinde düş” var; matruşka. Ama hepsinden önemlisi Dante’nin önünde bir saygı duruşu, onun dünyaya bıraktığı ne varsa usulca ve yeniden üzerinden bir daha geçiş. Alkor’un bize bir deşifre sunduğunu söylemek zor, yaptığı şey kapıyı açmak, geçip geçmemek okuyana kalıyor. Kitaptaki müziği duymak, geri dönüşleri ve adımı ileriye sağlam atmayı gerektiriyor. Hayalet Gemi’nin tutulduğu fırtınada alabora olmamak veya geçmişten bugüne seslenen şairlere sahici bir selam göndermek buna bağlı. Kitaptaki müziğin bize anlattığı bir diğer şey, eski (kimi kapanmış kimi tarihe itilmiş) hesapların varlığı. Savaşa sürülmek için ölü şövalyeleri beklemek mesela; Alkor bu “uluyan suskuyu” hem biz yaşayanlara tekrar hatırlatıyor hem de henüz doğmamışlara fısıldıyor. Buradan bakınca Canto CXVIII bir gömü değil, aksine ortalık yerde sessiz sakin bir çığlık. Üstelik “puhu kuşuna, geceye miras bırakılmış” bir yazıt. n alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr Canto CXVIII/ Can Alkor/ Norgunk Yayıncılık/ 20 s. Y Alkor’un kaleminden çıkan “Canto CXVIII” bir gömü değil, aksine ortalık yerde sessiz sakin bir çığlık, hem de “puhu kuşuna, geceye miras bırakılmış” bir yazıt. Fotoğraflar: Robinson Crusoe Kitabevi İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç t Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız t Yayın Yönetmeni: Turhan Günay t Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya t Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı t Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. t İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 t Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL. t Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden t Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü t Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya t Reklam Müdürü: Ayla Atamer t Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74 t Yerel süreli yayın t Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1267 29 MAYIS 2014 n S A Y F A 3
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear