05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Hesna Onbaşı’dan “Süleyman’ın Kuyuları” Kan iftiralarının peşinde “Süleyman’ın Kuyuları”, Hesna Onbaşı’nın ilk romanı. Onbaşı, saklı kalmış Osmanlı tarihinden bugüne uzanan, polisiyenin sürükleyiciliğine yaslanan bir ilk romanla çıkıyor okur karşısına. “Katil kim?” sorusunu sormaktansa “Neden katil?” sorusunun peşine düşüyor Onbaşı romanında ve okurunu tarihin karanlıkta kalmış sayfalarına doğru yolculuğa çıkarıyor. r Eray AK ünyaca ünlü polisiye roman yazarı Dan Brown’ın adını bilmeyen yok. Brown romanlarında, tarihi merkeze oturtarak bugünün dünyasından soluk soluğa poliseye romanlar yazar ve bunu öyle bir akıcılıkta yapar ki elimizdeki kitap “tuğla gibi” sınıfından da olsa, elden düşmeden okutur kendini. Tarihin karanlık bir noktasından alır hızını Brown’ın romanları. Hatta Brown, bu saklı kalmış, unutulmuş tarihi olayları romanlarına konu ettikten sonra, dünya gündeminde konu üzerine yeni tartışmalar başlar. Bir yazarı başka bir yazarla açıklama uğraşına girmek yersiz olsa da Brown hakkındaki bu küçük not, az sonra bahsedilecek yazarı anlama noktasında önemli bir yerde duruyor. Nedeni de tıpkı Dan Brown’ın romanlarında olduğu gibi tarih sayfalarına gömülmüş bir konuyu romanın omurgası hâline getirerek bugünün dünyasından bir polisiye hikâye anlatması bize. Geçenlerde yayımlanan Süleyman’ın Kuyuları adlı roman ve onun yazarı Hesna Onbaşı’dan bahsediyorum. Onbaşı bu ilk romanında, tıpkı Dan Brown gibi saklı bir tarihin, bugüne yansımasıyla oluşturuyor hikâyesinde yaratmak istediği çemberi. Bir ilk roman olmasına rağmen elimizdeki, acemilikten ise eser yok. Bir polisiye romandan beklenen tüm gerilimi ve serüveni eksiksiz yerine getiriyor yazar. Üstelik de bunu, bir edebiyat ürününden çok şey götürecek yan yollara sapmadan yapıyor. Bu yan yolların ne olduğunu ilerleyen cümlelerde daha net anlayacağız. Şimdi ise Süleyman’ın Kuyuları’nın tam merkezinde yer alan karanlık tarihten bahsetme zamanı. KARANLIK TARİHİN SAYFALARI Hesna Onbaşı, Avrupa’da uzun yıllar önce Yahudilere karşı sık kullanılmış bir “karalama” üzerine kurmuş romanını: Kan iftirası. Kan iftirası, Yahudilerin, günahsız, yani yeni doğmuş çocukların kanlarını dini ayinlerde ve bayramlarda kullandıkları yalanı ve iddiaları üzerine kurulmuş bir tarihi saptırma olarak anılıyor. Tarihsel olarak bu iddialar genel itibarıyla, Avrupa’da YaS A Y F A 4 n 3 N İ S A N bulunduğu bir kitap geçtiğinde elimize, mim koymakta yarar var çünkü dizinin yarattığı “piyasayla” basılan düşük düzeyli çok kitap var. Neyse ki Hesna Onbaşı bu furyaya takılmadan, gerçek anlamıyla bir roman sunabilmiş okuyucusuna. “İNSAN” POLİS Hesna Onbaşı’nın kahramanı Sami üzerinde de durmak gerekir. Yan sokaktan çıkagelmiş bir tip Sami. Efsaneleşmiş polisiye roman karakterleri gibi kendine has, hatta garip özellikleri yok. Yazar, özellikle “normal” sınırlarına çekmek istemiş gibi kahramanını sanki. Romanın gerçeğin içinden gelen hikâyesiyle kahramanını örtüştürmek istemiş adeta. Bunun yanında yalnız bir adam Sami; eşini kaybetmiş. Ardından da kendini işine ve ilişkisinden kalan tek yadigârı kızına vermiş. Ölen eşine ise hâlâ âşık. Saman alevi gibi yanıp sönen öfkesi dışında, öne çıkan başka bir özelliği takılmıyor akla. Sami’nin tüm bu “normal” özelliklerinden yola çıkarak ayakları yere ve gerçeğe değen bir roman olduğunu söyleyebiliriz Süleyman’ın Kuyuları’nın. Bununla birlikte Sami, romanın “gerçeklik” katmanına da omuz veriyor tüm bu “insan” özellikleriyle ancak “klasik” olarak anılabilecek bir karakter ortaya koyma noktasında yeterli değil. Akıllarda kalan efsane polisiye roman kahramanları, genelde “garip” denebilecek özellikleriyle anılır. Sami, eğer Hesna Onbaşı’nın gelecekteki romanlarında bir kahraman olarak kendine yer bulacak ve hatırlanacaksa bu, Sami’nin “insan üstü” değil, az önce de söylendiği gibi “insan” özellikleriyle olacak. Romanda bir diğer öne çıkan karakter ise Mert: Sami’nin sadık, atak, genç ve akıllı yardımcısı. Mert’in iyi bir polis ve Sami’nin bir nevi iş ortağı olmasının yanında farklı bir özelliği daha var. Sami’nin biricik kızı Zehra’yla beraberdir Mert ve Sami bu ilişkiyi klasik bir Türk babası tavrıyla hiçbir şey söylemeyerek onaylamaktadır. Bir “Rıza Baba vakası” gibi algılanabilir bu ilişki. Sami’yi “yan sokaktan” yapan başka özellik de bu aslında. “Ortalama” bir insanın verebileceği hemen tüm tepkileri veriyor. Onu herkesten faklı yapan tek özelliği ise Cinayet Büro’nun en önemli ismi olması... İşin içinde Cinayet Büro’nun has adamlarından Sami olunca, çözülmesi gereken sır ölümler de romanın kurgusunda önemli bir yer tutuyor elbet ama Hesna Onbaşı burada da farklı bir yol çiziyor kendine. “Katil kim?” sorusunun peşine düşmüyor yazar. Katilin, neden katil olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Buna bağlı olarak katiller ortaya çıktıkça da tarihin koynunda sakladığı derin sırlar bir bir açığa çıkıyor. Hesna Onbaşı’yı, daha ilk romanında bu seviyede bir polisiye hikâyeyle buluşturduğu için bizi, tebrik etmek gerek. Bir küçük teşekkür de yayınevine: Onbaşı’yı yazın yaşamına kazandırdığı için... n e.erayak@gmail.com Süleyman’ın Kuyuları/ Hesna Onbaşı/ Labirent Yayınevi/ 268 s. K İ T A P S A Y I 1259 D hudilere işkence etmek için kullanılmış. Bu iftiraya göre Yahudilerin Hamursuz Bayramı’nı kutlayabilmeleri için insan kanına ihtiyacı vardır. Bu insan da günahsız kabul edildiği için çocuklardan, mümkünse yeni doğmuş çocuklardan seçilmelidir. Buna bağlı olarak da sebebi bilinmeyen çocuk ölümlerinden bu kan iftirası sorumlu tutulur. Avrupa’da yoğunlukla olsa da orayla sınırlı kalmaz bu iftiralar. Birçok yere yayılır. Onbaşı da bu olayın İstanbul ayağından doğmuş bir hikâye anlatıyor. Roman, tarih sahnesinden bir ölümle açıyor sayfalarını: “İdam kararı vaki olunca Bostancıbaşı, katline ferman biçilen faniyi getirip Kara Ali’ye teslim ederdi. O da maharetine güvendiği bir yamağını yanına alır, idamı yapardı. Canı alınacak kişi üst mertebedense veya çok önem verilen bir kişiyse, Bostancıbaşı da bizzat gelip katılırdı idama. Lakin bu defa mesleğinde hiç olmayacak bir şey olmuştu. Veziri Azam Rüstem Paşa tebdil kıyafet bir halde, yatsı namazından sonra camiden çıkarken yakalamıştı Kara Ali’yi ve görevi bildirmişti. İşkencenin her türlüsünü yapacaktı, lakin ne bir bilgi almak ne de herhangi bir itirafı sağlamak için. Daha önce Osmanlı’da hiç görülmemiş bir şey isteniyordu kendisinden. Karşılığı olmayacak bir işkenceyle gelmesini istiyordu Veziri Azam ecelin. Üstelik Kara Ali bu işi tek başına yapacaktı. Hiç kimseye haber vermeyecek, bu olaydan bir faniye tek bir kelam etmeyecekti. (Ayrıca) izleyen tek Bostancıbaşı olmayacak, Osmanlı’nın en kudretli gözleri de üzerinde olacak (...) Üç cihanın padişahı Kanuni Sultan Süleyman.” Romanın ilk sayfasını okuyup tarihi bir roman okuyacağı yanılgasına kapılanlar olabilir çünkü içinde Kanuni Sultan Süleyman ve Veziri Azam İbrahim Paşa’nın yer aldığı bir sahne burada bahsedilen. Ancak yazar, ürkütücü tarihi sahnenin ardından, romanın sonuna kadar bu kartı elinde tutuyor. Tam zamanında da ortaya çıkarıp roman boyunca zihinlerde kurulan tüm ilişkileri altüst ediyor. Aslında, içinde bugünlerin “favori” padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Hesna Onbaşı, Avrupa’da uzun yıllar önce Yahudilere karşı sık kullanılmış bir “karalama” üzerine kurmuş romanını: Kan iftirası. 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T Fotoğraf: Hüseyin EROĞLU
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear