24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Albertine Sarrazin’in ilk romanı Aşık Kemiği Albertine Sarrazin’in gerçek yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığı Aşık Kemiği, Birsel Uzma çevirisiyle tekrar okuyucu karşısında. Roman anlatıcısı Anne ile modern toplumda birey ve özellikle kadın olmanın sorunlarına odaklanıyor. ? Onur KOÇYİĞİT ilahlı soygun nedeniyle tutuklu bir kadın, Anne. Hapishaneden kaçışı sırasında kırdığı aşık kemiği. Hapishaneden kaçtıktan sonra yanına sığındığı bir adam, Julien. Dünya edebiyatının “hastalık” nedeniyle erken yitirdiği yazarlardan birisi Albertine Sarrazin. ’37 doğumlu yazar Cezayir asıllı bir Fransız ve Aşık Kemiği de onun ilk otobiyografik romanı. Aşık Kemiği ile ilgili bir küçük not: Öncesinde, ’72 yılında, Tarık Alemdar çevirisiyle Kemik adı altında yayımlanmış bu roman. Anne’in ailesinin onu terk etmesi, bir bakımevinde büyümesi, evlat edinildikten sonra Paris’e taşınması onun hayatını yeniden şekillendirmesine neden oluyor ve bir kaçak olarak yaşamasına yol açıyor. On beşine geldiğinde kapana kısılmışçasına özgürlüklerinden yoksun hisseden bu büyük kız çocuğu, kendini evlat edinen aileyi de terk ediyor. Aşık Kemiği’nin kurgusal özellikleri bunlar olsa da anlattığı şeyler modern toplumda birey ve özellikle kadın olmanın sorunlarına odaklanıyor. Anlatıcımız Anne, Sarrazin tarafından yaşamak için bin bir türlü “ahlâksız” işe bulaşan bir antikahraman olarak betimleniyor. Hırsızlık, fuhuş vb. işlerde sermaye olarak bedenini kullanması onu hiçbir zaman rahatsız etmiyor, aksine bu durumun onu daha özgür kıldığını düşünüyor. Hapishaneden kaçışı sırasında kırdığı aşık kemiği, tutukluluğundan önce yaşadığı hayat ile firarı sonrasında büyük bir fark yaratıncaya dek hiç kimseye bağlı/bağımlı olmamış karakterimiz artık kendinden kaçmaya çalışıyor. Bütün bu ruh hali ve düşünce dünyası ise onun sanrılarla boğuşmasına neden oluyor. Bu sırada Anne’in ve dolayısıyla Sarrazin’in geleceğine şekil verecek ve her zaman onunla birlikte “kaçacak” Julien’i ise yaşamaya çalışma çabasının öznesi olarak beliriyor hikâyede. Sık sık hezeyanlara kapılması ve zihninin başka dünyalarda gezinmesi ise bir tür beyin SAYFA 6 ? 2 AĞUSTOS jimnastiği yapmanıza neden oluyor. “Yani daha da uyutacaklardı beni. İyi. Canımın acımayacağından emin olunca toparlandım, mücadeleye başladım. Bir görüntüyü yakalayıp ona tutunmaya karar verdim: örneğin kibrit kutusunun üzerindeki çizim. Bir taşra manzarası. Okuyamıyordum artık, bari tahmin edeyim dedim: Merkez Hapishanesi’ndeki grupların her biri bir bölgenin adını taşırdı. Dört grup, kutudaki kibritler, kutudaki kızlar… Yok, uyumuyordum.” Anne’in hayatında varolan/varolabile cek kişilerin psikolojik değerlendirmesi de önemli bir yere sahip gözüküyor. Kendi iç hesaplaşmalarına ek olarak anlatıcının/Sarrazin’in diğerleri için yaptığı çıkarımlar da son derece önemli. Kitapta da olduğu gibi hayatı boyunca özgürce yaşamak için emek veriyor Sarrazin ve yaşamın kendisine ödetemeyeceği tek bedeli; “özgür kadın profilini biçimlendirmek için herkesten ve her şeyden bağımsız olmak” diye belirliyor. YALNIZCA KADIN OLAMAK Aşık Kemiği, yazarın toplumsal benliği ve yaratıcı benliği arasında gidip gelmeyen, zamanı ve anlatısı açısından sabit duran bir kitap, bunu özellikle belirtmek gerek. Sarrazin’in “kadın olmak ve yalnızca tekrar tekrar kadın olmak” için bir tür toplumsal benlik oluşturmaya çalıştığı ve bunun için de her şeyi açık açık yazmayı/anlatmayı seçmesi bunun büyük bir göstergesi. Anlatıcı olarak ise bu ka dar kısa bir zaman aralığını yaklaşık iki yıl mümkün olan en kısa ve öz dili yaratarak anlatıyor. Hapishaneden kaçışı sonrasında yaşadığı sürgün hayatı, maddi olarak kurtarıcısı Julien’e bağımlılığı, kırık kemiği yüzünden engellenen hayatının başka insanlar ki onları diğerleri diye niteliyor yardımıyla devam ettirmesi vb. durumlar ise olay örgüsü içinde yan olaylar olarak görülüyor. Kaçışı sonrası Julien ile arasında varlığından emin olamadığı duygusal bağ ise Sarrazin’in anlatısının “yumuşak karnı” diye nitelenebilir. Böylesine güçlü bir anlatı içerisinde yarattığı negatif yönün yine kadınsal bir içgüdü ile negatif etki göstermesi ilginç bir durum olarak görünüyor. Metinde kullandığı parçalı anlatım ise bu negatif durumu okuyucuya pek fazla sezdirmiyor. İyileşme süreci içerisinde yaşadıkları ile Merkez Hapishanesi’nde tutuklu bulunduğu süreç arasında kurduğu karşılaştırmalı durum, pekâlâ metnin akmasını sağlıyor. Betimleme ve öyküleme açısından da gayet başarılı olan kitap, Sarrazin’in yirmi dokuz yıllık kısacık hayatının bir bölümünü birebir aktarıyor ve onun yaşama tutunmak için ne denli güçlü bir tutkuya sahip olduğunu kesinlikle ortaya koyuyor. ? Aşık Kemiği/ Albertine Sarrazin/ Çeviren: Birsel Uzma/ Everest Yayınları/ 186 s. az içeriği kadar provokatiftir; F*ck America. Bu roman Hilsenrath’ın hayatından büyük izler taşır. Özetle; Almanya. Jakob Boronsky. O daha çocuk. Jakob’un babası patlayacak savaşı öngörerek Amerika Birleşik Devletleri Konsolosluğu’na başvuruda bulunur. Defalarca reddedilir ve sıranın ancak on üç yıl sonra geleceği söylenir. Savaş başlar, Yahudi olan Boronsky’nin ailesi bu savaştan payını alır. Jakob Boronsky gerçekten on üç yılda Amerika’ya gider. Tek başınadır ve dünya kötüdür, belli ki Amerika denen yer hiç de öyle cennet, rüyalar ülkesi değildir. Hele ki bir Yahudi için... Çok çalışmak lazımdır. Türlü işlere girer, başına türlü şeyler gelir. Ahlakı, toplumun genel yapısını ve ülkede işleyen cilalı sistemi fena halde eleştiriyor yazar, çünkü Amerika gerçekten çığrından çıkmış bir cehennem olmuştur. Bu arada Jakob’un adı “Otuz birci” olan bir roman yazdığını da söylemeyi atlamayalım. Yalnız mutlaka belirtmemiz gereken bir şey daha var: Bu roman bildiğiniz romanlardan değil. Yani konusu açısından eminim çok roman okumuşuzdur bunun gibi. F*ck Amerika’yı ayrı kılan Hilsenranth’ın mizah gücü, absürtlüğü ve ironisi... ? F*ck Amerika/ Edgar Hilsenranth/ Çeviren: Feza Şişman/ Yapı Kredi Yayınları/ 220 s. S Hilsenrath diyor ki F*ck Amerika Hilsenrath’ın otobiyografik unsurlar taşıyan romanı F*ck Amerika, kendi kendisine, insani değerlere alabildiğine yabancılaşmış, maddiyatçı Amerikan toplumunun keskin bir hicvi aynı zamanda. ? A. Selvi SERİN iliyorsunuz Yahudi Soykırımı’nı satır satır ele almak uzun yıllar Almanya’da bir tabu olarak kaldı. Zira altı milyon Yahudi’nin katliama uğramasının trajedi dışında bir anlatım tarzıyla işlenmesi nasıl mümkün olabilirdi ki? Almanya onun anavatanı, ama kendi ülkesinde edebiyat çevrelerinin ve okurun dikkatini çekmek onun için bir hayli zor oldu. Soykırım’dan sağ kurtulan 84 yaşındaki Edgar Hilsenrath’ın, yani F*ck Amerika romanının yazarı ABD’de ve Batı Avrupa’da milyonlarca kopya sattı, ancak Alman okuru onun edebiyatını “fazla ürkütücü, hicivli ve amiyane” buldu. 1938’de Nazi zulmünden kaçan Hilsenrath 1975’te Almanya’ya döndü. Hilsenrath’ın eserlerinde otobiyografik ögelere sıkça rastlanır. Almanca yazdığı romanları yirmiyi aşkın ülkede pek çok dile çevrilerek yayımlandı. Hilsenrath ısrarla sadece anadilinde yazabildiğini söylüyor. Haliyle onun kitaplarının yabancı dillere çevrilerek büyük başarılar elde etmesi iyiden iyiye ironik kalıyor. Ne ki, Almanya’nın edebiyat devi Heinrich Böll gibi önde gelen isimler onun zekâsını yere göğe sığdıramadı. Ekseri kitaplarının çevirileri yayımlandı önce. Alman yayınevleri “dilini beğenmedikleri, cinselliğin bu kadar 2012 B açıkça işlenmesini doğru bulmadıkları” için kitaplarını yayımlamaktan çekindiler. Hilsenrath bu eğilimi bir röportajında şöyle açıklayacaktı: “Yahudi Soykırımı’yla ilgili olayları biraz ters bir açıdan ele alıyorum. Almanya’da insanlar yaşananları telafi etmek için Yahudileri idealize ediyorlar. Halbuki ghettolarda yaşayan Yahudiler de en az dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan insanlar kadar kusurluydu.” Doğu Almanya’dan sağ kurtulanlar için özgürlüğün bir bedeli vardı ve on sekiz yaşını doldurmuş erkekler için bu bedel Sovyet ordusunda mecburi askerlik yapmaktan kaçmak anlamına geliyordu. 1997’de yayımlanan The Adventures of Ruben Jablonski adlı romanında, Hilsenrath’ın savaş sonrasında sahte evraklarla kaçmayı başarmasının hikâyesini okuruz aslında. Ne ki, kaçmayı başardığı Bulgaristan’da Hilsenrath ve Siyonist delegesi, Sovyet Rusya tarafından tutuklanır. İki ay tutuklu kaldıktan sonra, İsrail’in kurucusu ve ilk Başbakanı David Ben Gurion tarafından salıverilirler. Yahudi Devleti fikrine ısınamayan başına buyruk yazarımız için Filistin toprakları da ancak geçici bir cennet olur. Ailesiyle Fransa’da bir araya geldikten sonra 1950’lerin ilk yarısında hep birlikte ABD’ye yerleşirler. Edgar burada garsonluk ve gece bekçiliği yaparak hayatını kazanacaktır. Hilsenrath’ın New York’ta mülteci olarak kaldığını anlatan kitabın adı da en CUMHURİYET KİTAP SAYI 1172 CUMH
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear