24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

? “Tanrı’nındır Doğu Tanrı’nındır Batı” 4 Ahmet Ümit, edebiyatı, “O Benim Delice Tutkum, Hiçbir Zaman İyileşmeyecek Yaramdı” bölümünde de bir yan izlek olarak Polis Nevzat’ın ağzından da anlatıya katar: “Edebiyata meraklı mısınız Müştak Bey?” diye soran komiserin sözleri üzerine hafif şaşkınlık geçiren Müştak, Dostoyevski’yi, Tolstoy’u düşünerek yanıt verir: “Okurum tabi… Romanlar olmadan hayat çok sıkıcıdır.” Ayrıca, Müştak’ın yirmi yıl boyunca Nüzhet’e yazdığı mektuplar da polisin elindedir. “Değme edebiyatçılar yazamaz, bu mektupları” diye mırıldanır kadın polis Zeynep: “Kitap yapsanız, yok satar… Mektuplarınız enfes… Ona sultan diye hitap ediyorsunuz mektuplarınızda…” Müştak’ın yanıtı: “Bir şarkı sebebiyle… Ortak şarkımız… Siz bilemeyebilirsiniz… Vücut iklimimin sultanı sensin... İkimizin ortak şarkısıydı… Sultan lafı ordan kaldı…” Ahmet Ümit, Fatih’in zehirlenmiş olabileceğini duyumsatan Âşık paşazade’nin şiirini Müştak’ın ağzından aktararak romanın estetik lezzetini yükseltir: “Tabibler şerbeti kim verdi hana O han içti şarabı kana kana Ciğerin doğradı şerbet o hanın Hemindem zari etti yana yana Dedi niçün bana kıydı tabibler Boyadılar ciğeri canı kana.” Yazar, yukarıdaki şiir ile tarihsel bir olayı, estetik boyuta taşıyarak resmi tarih anlayışıyla örtüşmeyen yaklaşımların daha rahat tartışılmasına ortam hazırlar. Fatih’in zehirlenerek öldürüldüğü olasılığını veya savını araştıran gerçek kişiler de vardır. Yazarın anlatımı uyarınca, örneğin, ressam ve müzeci Elif Naci 1964’te Fatih’in “mezarının açılması ve toksikoloji testi yapılmasını” önermiştir. Okur, böyle bir olasılığın varlığından söz etmenin tehlikeli de olabileceğini, Müştak ile Komiser Nevzat arasında geçen konuşmadan öğrenir. Fatih’in zehirlenmek suretiyle öldürülmüş olabileceğini söylemek, bazılarınca “şanlı tarihimize leke sürmek olarak” değerlendirilmektedir. Bu anlatımlar, tarihin, bilim olmaktan çıkarılarak, milliyetçi ideolojinin amaçları doğrultusunda araçsallaştırılabileceğini de göstermektedir. Öte yandan romanda verilen bilgiye göre, Fatih’in öldüğü ve öldürüldüğü yer olan Tekfur Çayırı, “Romalıların tuzağına düşen Kartacalı Komutan Hannibal’in kendini öldürdüğü yere çok yakındır. İstanbul’u Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapan Büyük Konstantin de bu yörede vefat etmiştir.” Bu durum, Fatih’in ölümünü daha da gizemlileştirmektedir. Ahmet Ümit, başhekim ve Fatih’in yakın dostu olan Yahudi Maestro Iacope, diyesi, Yakup Paşa’nın, Fatih’e ilk müdahaleyi yapan Acem hekim Hamideddin elLari’nin yanlış ilaç vererek ölümüne neden olduğu yolundaki savını ve Yakup Paşa’yı ele geçiremeyen başıbozukların “Yahudi mahallesine yöneldiklerini, dükkânları yağmaladıklarını ve halkı kılıçtan geçirdiklerini” de aktararak, Fatih’in gerçek ölüm nedeni hakkındaki tartışmayı boyutlandırır. Fatih’in Aydın Anlayışı veya Oryantalist Bakış, Gerçekten Kaçış mı? Romanda betimlenen ulusal tarih yazımında “kutsalı/kutsalları olan” ve FaSAYFA 20 ? 7 HAZİRAN tih konusunda “hassas” hocalar ve kişiler, resmi tarihle örtüşmeyen her türlü yeni yaklaşımlara büyük bir öfke ve kin duymaktadır. Bunlar, Fatih’in babasını öldürttüğü ve kendisinin de oğlu tarafından öldürülmüş olabileceği savına şiddetle karşıdırlar. Romanda anlatılan Tahir Hakkı ve onun etrafındaki Fatih konusunda “duyarlılığı” yüksek tarihçiler, Nüzhet’in “Fatih’in II. Murad’ı öldürdüğünü kanıtlayacak bir tez üzerinde çalışmasına” asla katlanamaz ve böyle çalışmaların “milletin değerleri” dedikleri şeyi yıkmaya yönelik olduğunu düşünür. “Her iktidar, tarihi kendi çıkarına göre yazdırtır” savına hiç iltifat etmeyen bu tür “yanlışları ve kusurları saklayan”, “romantik tarih” yazıcılarına göre, on dokuz yaşında hükümdar olan II. Mehmed, “ihanetlerden devşirdiği” yaşam deneyimi ve özünde taşıdığı padişahlık hamuruyla olayları değerlendirmesini ve uygun anı beklemeyi bilmiştir; çünkü “beklemeyi bilmek, en büyük bilgeliktir.” Ahmet Ümit, sorunlaştırdığı tarih anlayışını belirginleştirmek amacıyla olmalı, “Yedi Tepeli Şehri, Ancak Yedinci Padişah Fethedebilir” adlı bölümde Fatih’e bilimcileri sorgulatır ve hükümdarı şöyle konuşturur: “Molla Gürani, ne şehzade dinlerdi, ne hükümdar… O bir kez dahi eğilmemiştir tahtımızın önünde… Molla Hüsrev de… Ulema dediğin öyle olmalıdır zaten. İlim, her zaman hükümdardan daha güçlüdür.” Bunlar, “dünya malını hiçe saymış ulu kişilerdir.” Âlim, “ciddi, onurlu ve vakarlı” olur; “dalkavukluk” yapmaz. Türkiye’deki tarihçilerin bir bölümünü, “sadece vesika toplamak”, “gerçeklerin üstünü örtmek” ve “geçmişi koruma refleksiyle geçmişte yaşanan hakikati anlatmak yerine, ulusal çıkarları savunacak kurgusal bir tarih yazmak” ile suçlayan Nüzhet, romanda Tahir Hakkı ve çetesi tarafından “oryantalist bakışı”5 içselleştirmiş bir tarihçi olarak eleştirilir. Böylece, oryantalizm kavramı, Batı’nın iradi olarak geliştirdiği Doğu tasarımının eleştirisi olmaktan çıkarılır, özeleştiriden kaçmanın aracına dönüştürülür. Yazarın betimlemesi uyarınca, “binlerce yıl imparatorlukla yönetilmiş bu topraklardaki insanların güç karşısında saygıyla karışık bir korkuya kapılma alışkanlığı” hiç yadırganmamalıdır. Resmi tarih yazımına ilişkin eleştiriyi, “oryantalist bakış” olarak yaftalayarak, etkisizleştirme girişimi de bu bağlamda değerlendirilmelidir. ? 1 Theodor W. ADORNO: “Noten zur Literatur” (Edebiyat Üzerine Notlar); Toplu Yapıtlar 11, Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1998, 264. 2 Ayrıntı için: Onur Bilge KULA: “Batı Felsefesinde Oryantalizm”; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Eylül 2010, s. 135 141 3 Niyazi Mısri hakkında ayrıntı için: Onur Bilge KULA: “Anadolu’da Çoğulculuk ve Tolerans”; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Ekim 2011, s. 4 Onur Bilge KULA: “Batı Edebiyatında Oryantalizm II”; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011 Ustaoğlu’nun dedesiyle mektuplaşmaları Duygu yüklü mektuplar Selin Nazlı Ustaoğlu, basın dünyasının çınarlarından dedesi Sadun Tanju’yla Parisİstanbul hattındaki mektuplaşmalarını Ay’da Buluşalım adıyla kitaplaştırdı. Ustaoğlu ile “Ay’da Buluşalım” adlı kitabını konuştuk. ? Gamze AKDEMİR çünkü sürekli araştıran, yeni ne çıkmışsa okuyan, notlar alan ve daima meraklı biri. Şu an 89 yaşında ve evrene ait, dünyanın, insanın oluşumuna dair yeni bir kitap bulunca çok sevinir hatta annem ona kitap yetiştiremez. Televizyonda tüm yayınları izler. Fransa ve İtalya bisiklet turlarını izlerken “Avrupa’da gezintiye çıkıyorum” der, Şilili madencilerin toprağın altından çıkarılışını sabahlara kadar beklemiştir ekran başında ağlayarak. Bana bir keresinde şöyle demişti; “Bir taraftan gitmeye hazırlanıyorum! Diğer taraftan hayata yeni başlayacakmışım gibi taze bilgiler topluyorum.” Onun sayesinde ben de meraklı ve araştırmayı sever oldum, okuduğum kitaplarda seçici olmaya başladım ve sosyal konulara çok yönlü bakmayı öğrendim. Kitabı okuyanlarda da bu etkiyi bırakacağından eminim. “İşte sana Victor Hugo’nun dediği gibi, dopdolu geçmiş bir hayat! Hayatı uzun yaşamak güzel de neyle dolduracağız?” da diyor size... Dolu dolu sürdüğü hayatıyla kendini tarif ediyor adeta değil mi? Herhalde bana yazdıklarıyla, uzun yaşanan bir hayatın nelerle doldurulabileceğini göstermiş oldu. Dedemin “Bazı Anılar” adlı kitabında okuduğumda da gördüm ki tarih kitaplarında adı geçen insanlarla, önemli yazarlarla ve siyasetçilerle çok değerli anıları var. Bunlara ek olarak ülkesini karış karış gezmiş, kimsenin peşinden koşmayacağı haberlerin peşinden koşmuş, gördüklerini ve tanıdığı insanları okuyucuyla paylaşmış. Bana da mektuplarında hayatı güzelleştirmem ve sevdiğim şeylerle doldurmamı öğütler hep. “Ay’da Buluşalım” kitabında topladığım mektuplar, benim hayatın başında; dedemin, hayatın sonu yaklaşırken, duyabileceğimiz en yoğun duyguları taşıyor. İkimiz de mutluyuz. Mektup yazmak size neler kattı, neleri daha içselleştirmenizi sağladı? Mektup yazmak bana şu anki teknolojiden uzakta, biriyle telefon ya da bilgisayar olmadan kurulan iletişimin heyecanını yaşattı. Mektup beklemek, geldiğinde de mektubu hemen açıp okumayıp, hakkını vererek sakin sakin okumak; özenle kâğıt kalem seçip mektupta ne yazacağını düşünmek çok güzel duygularmış. Teknoloji tabii ki her şeyi kolaylaştırıyor ama işte benim yaşadığım bu heyecanları da yok ediyor. Ayrıca ailemden uzakta olduğum için de buradaki gözlemlerimi ve yaşadıklarımı onlarla paylaşmak için bir fırsat oldu, bana da çok değerli ve özel bir anı. Sadun Tanju ve Cumhuriyet gazetesi... Bir dönem müessese müdürlüğünü yaptığı Cumhuriyet Gazetesi’nin ondaki izdüşümlerini sormadan bitirmemeli söyleşiyi... Dedeme sordum. Cumhuriyet Gazetesine 1969’da, yirmi yıllık bir gazeteci olarak, röportaj muhabiri ve araştırmacı yazar göreviyle girmiş. 12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında gazete büyük bir sarsıntı geçirince, ekonomik ve idari istikrar sağlamak amacıyla Nadir Nadi Beyin ve Cumhuriyet çalışanlarının ısrarı ile idari yönetimin başına getirilmiş, aynı zamanda da yazarlığına devam etmiş. Röportajlar yapmış, haftalık yazılar yazmış. O dönemin güç şartları içinde gazete 140 bin tiraja kadar yükselmiş. 1977 Nisanı’nda da gazeteden ayrılmış. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Ay’da BuluşalımDedem Sadun Tanju ile Mektuplaşmalarım/ Selin Nazlı Ustaoğlu/ Pan Yayıncılık/ 144 s. ğitiminiz için Paris’e gittikten sonra dedenizle başlayan mektuplaşmalarınızı kitaplaştırma sürecini sorarak başlayalım söyleşimize. Çocukluk yıllarınızda da bir mektuplaşma oyununuz varmış değil mi? Şöyle, dedetorun muhabbetimiz koyulaştıkça gördüm ki dedem gibi hayata dair her şeyle yakından ilgileniyorum, onun bakış açısıyla kendi bakış açımı karşılaştırıp bazı sonuçlar çıkarıyorum, bunlar da hoşuma gidiyor. İçimden de başka dede torunlar da böyle iletişim kurabilse diye düşündüm, isteyince oluyormuş! Bir takım rastlantılarla Pan Yayıncılık’ın sahibi Işık Tabar Gençer’e ulaştım ve bu hayalimizi gerçekleştirmek için bir adım attık. Mektup yazmayı çok küçük yaşta sevdirdi dedem. Daha ilkokul çağımızda bana ve ablam İpek’e her yılbaşı süslü defterler getirir, “İlginç bulduğunuz her şeyi yazın, günlüğünüz var artık, nasıl büyüdüğünüzü kendi yazdıklarınızdan öğrenirsiniz” derdi. Sonra aralıklarla yazdıklarımızı okur, kendi düşüncelerini de notlar halinde bu deftere yazardı. Böyle birkaç defter bitirdik. Size kendini anlatmak, torunlarım beni tanısın, iyice tanısın istiyor. Yaşamın özüne değdiği, engin deneyimlerinden süzdüğü tüm bilgileri oburca (ne güzel) paylaşıyor sizlerle... Dede oluyor bilge, oluyor arkadaş, yoldaş, kardeş, sonra yine dede, sonra muzip bir çocuk ve hiç kuşkusuz bir rol modeli... Birçok Sadun Tanju okuyoruz... Evet, doğru sonuçlar çıkarmışsınız, böyle bir dedeye sahip olmanın mutluluğunu hep hissediyorum. Dedem ilk mektubunda bunu açık açık yazdı bana: “Torunlarımın beni iyi tanımasını isterim’’ dedi. Anılarını, öğrendiği şeyleri hayatın başında olan torunlarıyla paylaşmak istiyor. Siyasal, sosyal çalkantılarla geçen son yüzyılı neredeyse baştan sona yaşadı. Kopuk kopuk, her defasında başa dönerek hiç ders almadan aynı şeyleri yaşamak onu bezdirmiş olmalı. Mektuplarında bir ironi ile anlatır bana bunları. “SAYESİNDE SOSYAL KONULARA ÇOK YÖNLÜ BAKMAYI ÖĞRENDİM” Edebiyattan, sanattan yaşama, siyasete, barışa, kardeşliğe, eşitliğe, özgürlüğe, sonra bilime öyle ki uzaya yayılan, evreni sorgulayan hani atmosfer dışına dahi uzanan öğütleri, devcil dağarlı bilgi menbaı bir dede okuduğumuz... Sadece bayramdan bayrama eli öpülen, saygı gösterilen sonra gidip gelinemeyince özlenen değil... Dedemle küçüklüğümden beri hep çok özel bir ilişkimiz olmuştur. Hep koşa koşa giderim dedemi ziyarete. Aramızda yaş ve nesil farkı olsa bile rahatça konuşabildiğiniz, fikir alışverişi yapabildiğiniz biridir. Dünyayı, olayları algılayışı hep çok ilgimi çeker E Oryantalizm hakkında ayrıntı için: Onur Bilge KULA: “Batı Edebiyatında Oryantalizm I II”; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Nisan 2011 5 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1164
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear