29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

O kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Şiirin ve Umudun Yorulmaz iğnesi koşullarda başlamıştık. Buna razı olmamak için…” Yılda ortalama 55 kitap yayınlamışlar. Çünkü 27 yıllık yayın hayatında kitaplardan önce bir süreli yayın dönemleri var. Yeni Gündem, Gençlik ve Toplum, Tarih ve Toplum gibi dergiler hemen aklımıza geliyor. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi ve Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi gibi ansiklopediler yayınlamışlar. Kitap yayıncılığına yoğunlaşmaları 90’larla birlikte oluyor sanırım. İletişim Yayınları deyince akla ilk Orhan Pamuk külliyatı gelir ama Oğuz Atay, Yakup Kadri, Sevgi Soysal, Cemil Meriç, Şerif Mardin de hemen eklenir. İhsan Oktay Anar, Barış Bıçakçı, Emrah Serbes, Alper Canıgüz gibi birçok yazarın ilk yayıncısı olmuşlar. Hızı yavaşlasa da Woolf, Faulkner, Borges, Nabokov gibi çağdaş klasikleri bütün eserleriyle Türkçeye kazandırmış, dünya klasiklerini iyi çevirilerle yayınlamışlar. Sosyal bilimlerde ise Türk yazarlarını en çok yayınlayan yayınevlerinden. İletişim’in 2000’li yıllardaki temposu ile üç bininci kitaba çok daha kısa bir sürede erişeceği anlaşılıyor. İletişim Yayınları “Kitap ihtiyaçtır!” diyor. Bence “İyi kitap ihtiyaçtır!”, o nedenle de İletişim Yayınları’na her zaman ihtiyaç vardır. OSMANLI ROMANININ İMKÂNLARI ÜZERİNE İletişim Yayınları’nın Edebiyat Eleştirisi dizisinde ilginç ve önemli kitaplar yayınlanıyor. Şeyda Başlı’nın “İlk Romanlarda Çok Katmanlı Anlatı Yapısı” alt başlığını taşıyan Osmanlı Romanının İmkânları Üzerine’si de bunlardan. Şeyda Başlı, ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra 2001 yılında Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde doktora eğitimine başlamış. Şeyda Başlı, Osmanlı edebiyatında romanın ortaya çıkışı ile birlikte verilen ürünlerin hep 19. Yüzyıl Osmanlı Batılılaşma ya da modernleşme hareketinin sonucu sayılan kapsamlı değişim süreci arasında bağlantı kurularak eleştirildiğini belirterek söze giriyor. Romanlar, DoğuBatı tartışmaları içinde değerlendirilmiş. Başlı, bu yaklaşımın “değer düşürücü” nitelikte olduğunu düşünüyor ve ilk romanları yeniden ve başka bir bakış açısı ile değerlendirmek gerektiğini yazıyor. Osmanlı romanlarının “taklitçi” metinler oldukları, Osmanlı yazarlarının edebi kaygı ile değil politik görüşlerini yaymak amacıyla roman yazdıkları ve bu romanların teknik olarak zayıf ya da yetersiz oldukları savlarını tartışmaya açıyor. Cumhuriyet sonrası roman için oluşturulan kanonun da bu bakış açılarının etkisinde olduğunu belirtiyor. Cumhuriyet sonrası eleştirel söylemin Avrupa merkezci olmasının Osmanlı romanlarına bakışı etkilediği savını getiriyor. Osmanlı romanlarının Latin alfabesine aktarımında hangi romanlara öncelik verileceğinin saptanmasında da bu bakış etkili olmuş. Bazı romanlar çevrilmeyip tamamen unutulmaya terk edilmiş. Şeyda Başlı ilk romanları politik ve edebi katmanlarda yeniden okuyup yorumluyor. Sonuç olarak Osmanlı romanının Fransız gerçekçiliğinin taklidi olduğu savının doğru olmadığı, “bu anlatı türünün Avrupa edebiyatından aktarıldığı yolundaki görüşlerin” romanların çok katmanlı anlatı yapısı açısından geçerlilik taşımadığı yargısına varıyor. Şeyda Başlı’ya göre, “Osmanlı romanlarının hem Fransız gerçekçiliğine hem de halk ve divan edebiyatlarını içine alacak biçimde Osmanlı geleneksel edebiyatına ait tekniklerin bir arada dönüştürülmesinden oluşan özgül bir süreç sonunda kurulmuş olduğu görülmektedir.” Şeyda Başlı’nın Osmanlı Romanının İmkânları Üzerine’de getirdiği tezler ilk romanlar hakkında genel kabul görmüş tezlerin tümünün yeniden tartışılmasını gerektiriyor. EFENDİME SÖYLEYEYİM Hasan Ali Toptaş, günümüzün önemsenen yazarlarından. “Doğu’nun Kafka’sı” gibi hoş nitelemelerle tanımlanıyor. Eserleri yabancı dillere çeviriliyor. Tiyatroya, sinemaya uyarlanıyor. İlk kitabının 1987’de yayınlandığı göz önüne alınırsa bu dikkate değer bir başarı. Üstelik Hasan Ali Toptaş, günümüzün yazar ve de eser pazarlama yöntemlerine yüz vermiyor. Pek ortada görünmüyor. Eseri ile okuru baş başa bırakmayı, araya girmemeyi yeğliyor. Toptaş’ın tüm eserlerini yayımlayan İletişim Yayınları’nın eleştiri dizisinde geçtiğimiz günlerde Mesut Varlık’ın hazırladığı “Hasan Ali Toptaş Kitabı” alt başlığını taşıyan Efendime Söyleyeyim yayımlandı. 528 sayfalık bu derleme “Hasan Ali Toptaş’ın hem eserlerinin hem de kendisinin bugünden görülen bir profili olarak kurgulan”mış. Toptaş’la yapılmış uzun bir söyleşiden sonra “eserleri üzerine yazılan inceleme yazıları, edebiyat dünyasından dostlarının anıları, okurlarından mektuplar, kendi metinlerinden ve üzerine yazılan yazılardan yapılan alıntılar”la kitap oluşturulmuş. Her yazara nasip olmasını dilediğimiz değerde ve nitelikte bir derleme. Benim takıldığım tek nokta kitabı hazırlayan Mesut Varlık’ın Toptaş’a “aşırı” hayranlığı. Bu hal hem kitabın girişindeki Mesut Varlık imzalı metinlere, hem de Toptaş’la yapılan söyleşiye çok yoğun olarak yansımış. Eleştiriye ve karşı görüşlere de belki bu nedenle yer verilmemiş. Bu durum da kitabın nesnelliği konusunda bizi biraz kuşkuya düşürüyor. ? orulmaz iğnesiyle şiirin / bilinen bir çiçeği işliyorum hayata” demiş bir şiirinde Sennur Sezer. 1943 doğumlu. İlk şiiri, on beş yaşındayken, 1958’de Sanat Dünyası dergisinde yayınlanmış. İlk şiir kitabı Gecekondu’nun yayın tarihi 1964. Taşkızak Tershanesi’nde kısa süren bir memuriyetten sonra 1965’te Varlık dergisinde düzeltici olarak başladığı yayıncılık hayatında birçok görevler almış, dergilerde, gazetelerde çalışmış, eleştiriler, incelemeler, denemeler yazmış, onlarca kitaba imza atmış. Önemli bir şair, gerçek bir edebiyat insanı. Sennur Sezer, “kadın şair” denilince ilk akla gelen adlardandır. Şiirin bir erkek işi olarak görüldüğü dönemlerden başlayarak her zaman gür ve yalın bir sesle kadının özgürlüğünü savunmuş, kadın olmanın, ana olmanın getirdiği sorunları açıkça ve yalın bir dille ifade etmiş. Toplumcu, gerçekçi bir tavırla Türkiye’de yaşananları şiirine yansıtmış, günün tanığı geleceğin işaretçisi olmuş. Şairim diye kendini şiiri ile sınırlamamış, şiirin yetmediği yerde düşüncelerini yazıya dökmüş, siyasi görüşlerini her platformda açıkça anlatmış. Birey olarak, kadın olarak kurtuluşunun toplumsal kurtuluştan geçtiğine inanmış. 60’lı yılların şiiri içinde toplumcu gerçekçiliğin temsilcilerinden olmuş. Evrensel Yayınları, geçen ay Sennur Sezer’in elli yıla varan şairliğine, emeğine ve toplumsal mücadelesine bir saygı gösterisi olarak özel bir gece düzenlemekle kalmadı Şiirin ve Umudun Yorulmaz İğnesi (Haz. Cavit Nacitarhan) adıyla bir de saygı kitabı yayınladı. Kitap, “Sennur Sezer Kimdir?” diye sorarak başlıyor. Sonra kendi kaleminden Sennur Sezer’in hayat öyküsünü okuyoruz. Üç buçuk sayfalık kısa bir yazı bu. SAYFA 12 “Y Keşke böyle bir fırsat varken kitabı hazırlayan Cavit Nacitarhan, Sennur Sezer’le uzun uzun konuşsaymış da hayat hikâyesinin daha çok ayrıntısını öğrenseymişiz. Kitabın ana omurgasını Sennur Sezer için yazılanlar oluşturuyor. Şairliği, kitapları, şiirinin 40. yılında yazılanlar, armağan yazılar var. Fotoğraflar, çizimler, şiirlerinden örnekler kitabı bütünlüyor. Elli yıllık emek, kuşkusuz 352 sayfalık bir kitaba sığmaz. Hele Sennur Sezer’inki gibi çok renkli ve mücadelelerle dolu ise... Ama Sennur Sezer’i tanımak, anlamaya çalışmak için bir ilk adım sayılabilir. Gelecek basımlarda bibliyografya ve dizin de eklenirse Sennur Sezer hakkında çalışma yapacak, yazı yazacaklar için de yararlı bir kaynak olur. Behçet Necatigil, “Sezer on altısını kırk altısında / Yaşayacaktır. / Çünkü bütün şiirler / Çiğnenmiş çiçeklere özlemi anlatır” demiş. Sennur Sezer, Şiirin ve Umudun Yorulmaz İğnesi olarak her zaman gerçek anlamda genç ve dinamik bir edebiyat insanı olarak, bir simge olarak önümüzde duruyor ve daha çok mücadeleye, daha çok çalışmaya özendiriyor. 1500. KİTAP İletişim Yayınları, 1500. kitap olarak Karl Marx’ın “Louis Bonaparte’nin On Sekiz Brumaire’i”ni Tanıl Bora’nın çevirisi, Ahmet İnsel’in Sunuş’u, Ömer Laçiner’in Sonsöz’ü ile yayınladı. 1852’de basılan eseri 1500. kitap olarak seçmelerini şöyle açıklıyorlar; “Bir buçuk yüzyıldan fazla zaman önce yayımlanmış bu eserde Marx, 19. yüzyıl ortası Fransası’ndaki sınıf mücadelelerini ve bu politik mücadelelerin bir hükümet darbesiyle sonuçlanışını tahlil eder. Bir toplumu vesayet altına alırken, vasat bir adamın ‘imparator’ pelerini kuşanmasını sağlayan bir darbedir bu. 12 Eylül 1980 darbesinin biçimlendirdiği ‘serbest piyasa ve serbest baskı’ ortamında kurulan İletişim’in 1500 kitabı bulan hikâyesine, bu eserin denk düştüğüne inanıyoruz. Yayıncılık serüvenimize, ‘benzerine herhangi bir kahve köşesinde rahatça rastlanacak’ yavan düşüncelerin iktidarda olduğu ve o rahatlıkla hayatımızı belirlediği CUMHURİYET KİTAP SAYI 1065
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear