Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
etmek” olarak ifade eden Heidegger’in ne demek istediğini çok iyi anladığınızı düşünüyorum. İnsanın farkındalık algısı şaşırmakla gelişir mi? Şaşırma veya hayret insan dünyası bakımından en büyük makam, bir Arap düşünürün ifadesiyle. Özelde poetik etkinlikler, genelde tüm estetik edimler, temelde bu duygunun herekete geçirdiği praksislerdir. Merak şaşırma duygusu ile farkındalık arasında diyalektik bir ilişki olduğunu düşünüyorum. ¥ KİTAP, İNSAN VE YAŞAM... Sizi ne zaman görsem kitapların sizi kuşatmasını isteyen bir heves var yüzünüzde. “Kitap reyonunda kaybolan baba” gibi “kitapların, sayfaların, sözcüklerin arasında” yitip gitmek arzunuzun bu güne geliş süreci nasıl başladı ve sürdü? “Beklediğiniz” kitabın nasıl bir şey olduğunu da ekleyerek anlatmanızı rica etsem. Kitapla ilişkimi mutlak bir konum olarak değil diyalektik bir ilişki olarak düşündüm hep. Kitap başka insan ve yaşam başka şey. Birinin diğerini yadsıması veya değersizleştirmesi söz konusu değil. Ama otantik olan elbette doğrudan yaşamdan elde edilendir. Beklenen kitaba gelince, söylemek gerekir mi, burada beklemek fiiline yüklenmek istenen anlamı. Kitabın bazı filozofların isimleri ile yer alan şiirlerinin yer aldığı “Filozofrenk” bölümünde, sanki adı geçen filozoflarla bir masaya oturmuş ve onların “beni ve söylediklerimi o kadar çok okudun ki artık bana ne diyeceksin?” şeklindeki sorusuna yanıt verir gibi yazmışsınız. Hepsine söylemek istediklerinizi en asgari kelimelerle yazmış gibisiniz. Felsefe hayatı daha az kelimeye düşürür mü? Bu sorunuza, izin verirseniz, yine Heidegger’in bir sözüyle yanıt vermeye çalışayım. “Tüm derin düşünmeler, şiirdir ama tüm şiirleştirme de düşünmedir” diyor filozof. İnsan tininin bu iki etkinliğe yönelimindeki bu geçişlilik sözcük seçimine de yansır gibime geliyor. Kuşkusuz sözcüklerin imgesel ve kavramsal kullanımı gibi farklı bir edimsellik bulunsa da, sözcük ekonomisi veya sessizliğin diline duyulan ihtiyaç yine her iki etkinliğin kesişme noktasını oluşturuyor. Yine de sessizlikle daha çok yazılanın şiir olduğunu düşünüyorum. Hatta Salâh Birsel Şiirin İlkeleri ’nde şöyle der: “Bir şiirin güzelliği kendi dışında bıraktığı sözcüklerin sayısıyla doğru orantılıdır.” Bu durumda sorunuzun yanıtı olarak felsefeden çok şiiri belirtmek istiyorum. “Rüzgârda iki kanadı sallanarak birbirine bakan iki gazete sayfası gibi, askerleştirilmiş aşk duygumla ben bakıp duruyoruz birbirimize” gibi sıradan bir biçimde betimlenen insanın kendi içinde kalmışlığını ifade eden dizeler var bu kitabınızda. İnsan kendine içinden bakabilir mi? Yazmak bunu sağlar mı kişiye? Kendinizden yola çıkarak biraz anlatmanızı istesem bu durumu. İnsanın kendi içine bakması bilgece bir tavır elbet... Ancak insanın kendisine içeriden bakmasının epistemik statüsünün ideoloji olduğunu sanıyorum. Daha doğru bir deyişle içeriden bakışın kendisinden ziyade, bunun söylemi öyle sayılmalı. Şiirin hakikat olmadığı ancak hakikati söyleme çabası taşıdığı söylenir ya; aynı zamanda bir yargıç olarak kitapta “yorum taşında bilediğimiz çalıntı bir hakikat dili” olarak ifade edilen “hakkın” imkânsızlığı gibi hakikatin söylenmesi de imkânsız mı? Burada sorun bana göre hakikatın verili bir fenomen olarak keşfi değil, hermetik bir inşası söz konusu. Bu bağlamda dile getirilen, söylenen hakikat tekil ve mutlak bir hakikat değil. Mutlaklık dilin retorik kullanımında yoksa söylemin içeriğinde değil. Hem hakikat dediğimiz şey, yüzyılı aşkın bir süredir seyyar metaforlar ordusu değil mi? “Uykusuzluk” şiirinde “Görmeye değecek bir rüyası” olmadığı için uyuyamayan bir adamın “yaşamaya değer bir hayat”ının da olmadığını okuduğumda şunu sormak istedim size: Yaşamaya değer hayat? Nasıl bir şeydir? Sorgulanmış bir hayat. YAŞAMA SANATI Yazdıklarınızı okuduktan sonra size söyleyebileceğim en güzel şeyi Bertrand Russell söylemiş bence: “Arzu edilen şey sadece yaşamak olgusu değil, Yüce Şeyler üzerinde düşünerek yaşamak sanatı olmalıdır.” Evet. Salt yaşamak, biyolojik bir olgu tabii ki. İnsan, dünyayı dil ve düşünce dolayımından geçirmek suretiyle dünyayı kendine ait kılıyor. Sanatla da onu yeniden üretiyor. Bütün bunların hizmet ettiği şey de, gönderme yaptığınız filozofun dediği gibi yaşama sanatı. İlk şiir kitabınız Ertelenmiş Deniz ile Harf Atışları çok farklı iki poetik metin, gerek biçim gerek içerik gerekse izlekler açısından, ne dersiniz? Dediğiniz gibi yapı olarak Ertelenmiş Deniz’den hayli farklı bir kitap Harf Atışları. Yazınsal biçim, tür olarak da bu son kitapta sınır ihlalleri yaptığımın farkındayım. Ancak söylemek istediklerimi en iyi böyle, bu biçim ve biçemde ifade ettiğime inanıyorum. Yapıtın değerlendirilmesi, yazınsal türler içindeki yerinin irdelenmesi işinin de şiir okuruna, yazın eleştirmenine ait olduğunu belirtmekle yetinmek istiyorum. ? Harf Atışları/ Mehmet Akif Tutumlu/ Şiirden Yayınları/72s. Ölümünün 40. yılında Orhan Kemal’le yollarda Vefatı üzerinden tam kırk yıl geçti. Aynı zamanda Orhan Kemal Müzesi’nin açılışının onuncu yılı. İlk defa bu kadar fazla onunla birlikte yol aldığımı söyleyebilirim. Hem gittiğim kilometre açısından hem de araştırma bağlamında çok mesafe kat ettim. Araştırmalarım bana birçok kitap hazırlama fırsatı sağladı. Büyük bir ihtimalle gerisi de gelecek. Üstat için yaptığım kilometrelere gelince, şunu söyleyebilirim ki, şehir içinde dolaşmalarım artık şehirlerarası boyuta ulaştı. Onlara değinmeden geçmek istemiyorum. Ë Işık ÖĞÜTÇÜ lk durağım Aydın’dı. Adnan Menderes Üniversitesi’nde Rektör Şükrü Boylu’nun ev sahipliğinde, Osman Elbek ve Ümit Tatlıcan’ın yakın ilgileriyle, M. Nuri Gültekin ile birlikte Orhan Kemal okumanın önemini anlattık. Kısaca, Türkiye’yi ve onun yüz elli yıllık serüvenini anlamak için Orhan Kemal eserlerinin ciddi ve keyifli bir okuma macerası olduğunu belirttik. Aydın’dan ayrılıp İzmir Tüyap Kitap Fuarı’na katılarak, Ege’nin sıcaklığını yansıtan pırıl pırıl dostlara üstadı anlatma, onlarla anılarımı paylaşma imkânım oldu. İkinci evim olarak gördüğüm İzmir’e tekrar gelmeye söz vererek yüreğimi de oralarda bırakarak İstanbul’a döndüm. Daha sonra Bartın’a Köksal Toptan Lisesi 5. Edebiyat Günleri’nin düzenleyicisi edebiyat gönüllüsü öğretmenler Keramettin Çetin ve Erdal Helvacı’nın daveti üzerine, yanımda ünlü edebiyatçımız Behçet Necatigil’in benimle aynı yaş, aynı meslekten kızı sevgili Ayşe Sarısayın ile birlikte gittik. “Babalar ve Çocukları” konulu panelde her ikimiz de babalarımızı ve anılarını anlattık. Necatigil’in doyumsuz şiirlerini kızının sesinden dinledik. Etkinlik öncesi Ayşe Sarısayın’a, babasının babama imzaladığı kitap sayfasının kopyasını verdim. Şunlar yazıyordu: “Sevdiğim Orhan Kemal’e, sıra sıra kitaplarına küçük bir karşılık. B.Necatigil 27.11.956”. Bu satırlar yazılırken bizler dünOrhan Kemal, yada bile değildik. Ayoğlu Işık şe’yle anılara dalıp gitÖğütçü ile... tik. Bu etkinliği beş yıldır kısıtlı desteklerle organize eden, zor koşullarda edebiyatın aydınlık ışığını yakan Bartın’daki iki çılgın öğretmene ve tüm öğretmenlere yıllar öncesinden Orhan Kemal’in İstanbul’dan Çizgiler’de geçen selamını söyledim, “Selam olsun benden bütün Türkiye, hatta bütün dünyadaki öğretmenlere!” Umuyorum bundan sonraki yıllarda yapacakları “Edebiyat Günleri”nde, Bartın Valiliği ve Belediyesi, Bartın’ın ismini yücelten bu öğretmenlere destek olacaktır. “Ne zevkli şey olurdu seyretmek torunumu/ Van Üniversitesi’ndeki kız arkadaşlarıyla/ kutbu şimalide kızak kaydığını” dizelerini 1941 yılında yazdığı “2000’e Dair” şiirinde sözünü ettiği, 1982 yılında üniversitesinin kurulduğu Türkiye’nin incisi Van’a yol aldım. Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde rektör yardımcısı Hülya Özdemir’in candan dostluğuyla “Kelimelerden Görüntüye Orhan Kemal” panelinde değerli iki öğretim üyesi Alaattin Karaca ve Funda Masdar ile beraber olduk. Akdamar Kilisesi gezisinde bilgi veren Arkeolog Sinan Kılıç’la Van’a dair hazırladığı ama resmi yetkililerin ilgilenmediği projelerinden söz ettik. Önemsememek yüzünden burada yaşayanların kötü talihinin bir türlü değişmediğine isyan ederek, düşündüm. Orhan Kemal’i okumanın neden önemli olduğunu anladığımız gün toplumun kara yazgısını da değiştirebilirdik aslında. Bu duyguyla ölümünün 40. yılında kedisini ve yöreye has “Başım üstüne” diyen Orhan Kemal’in güzel insanlarını içimde saklayarak Van’dan ayrıldım. Son durak ise, önce Adana sonra Ceyhan’dı. Çukurova Edebiyatçılar Derneği’nin düzenlediği “Orhan Kemal Öykü Yarışması”nı kazanan öykücülerin ödül töreninde Adanalı dostlarla bir araya gelerek, üstadın bıraktığı derin izleri konuştuk. Etkinliğin sponsoru, kültüre sanata gönül vermiş Ceyhan Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü ile hem töreni izledik hem de şu an inşaatı devam eden kültür merkezini dolaştık. Orhan Kemal’in bu toprakların insanı olduğunu söylerken kendisinin üstada gerçekten sahip çıktığını gördüm. Kültür Merkezi’nin adını da, “Orhan Kemal koyacağız” dediğinde, sadece Ceyhan’ın, Adana’nın değil tüm Çukurova’nın bir hasretini dile getiriyordu. Bu yürekli, has Ceyhanlı başkanı ve tüm bereketli toprakları bir daha gelmek üzere arkamda bırakıp dönüyordum. ? İ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1063 SAYFA 17