05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Ahmet Oktay ile ‘Emperyalizm, Roman ve Eleştiri’ üzerine ‘Türk romanının vicdanı kayboldu’ Bir Ahmet Oktay külliyatı niteliğindeki, dört cildi bir kitapta bütünlenen Emperyalizm, Roman ve Eleştiri raflarda. Kitap, ustanın 1950’lerde Mavi dergisinde yazmaya başladığı ve günümüze kadar uzanan edebiyat yazılarını bir araya getiriyor. Kitapta özellikle 1980 sonrası entelektüel yaşamın bir eleştirel envanterini veriyor Oktay. 12 Eylül darbesi sonrasında piyasa ekonomisi ve küreselleşme söylemi egemen kılınarak, kültürel alanın büyük ölçüde yeni sağ ideoloji çevresinde üretildiği ve homojenleştirildiğini imliyor. Kültürel bir haz alma aracı olmakla birlikte ideolojik yapının içinde ideoloji de ürettiği için romanın, aynı zamanda postmodern estetik anlayışının aksine toplumsal düzlemde politik mücadelenin ya da daha yerinde kavramıyla sınıf mücadelesinin de bir aracı olduğunu ifade ediyor. Bu ortamda ne yazık ki Türk romanının vicdanını yitirdiğini, sessizleştiğini ve medyanın empoze edilen hedonist kültüre nasıl eklemlendiğini irdeliyor. Salt yazınsalmış gibi görünen eğilimlerin dünyadaki kimi gelişmelerle ilintili olduğuna, küresel kapitalizmin kültürel yönelimleri göz önünde bulundurulmadan anlaşılamayacağına dikkat çekiyor. Oktay ile Emperyalizm, Roman ve Eleştiri‘yi konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR itaptaki anlatım ve sorunlara yaklaşım tarzınızı sorarak başlayalım söze… Roman sanatı üzerine, özellikle Türkiye’de 80’den sonra yazılan romanlardaki epistemolojik kopmaları araştırıyorum. Nerede oldu bu kopma? Yazarlardaki dönüşüm... Evet biliyorsunuz 60’lardaki, 70’lerdeki roman yazılmıyor artık Türkiye’de. Bir Orhan Kemal, bir Yaşar Kemal yok. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de başka türlü bir roman anlayışı empoze ediliyor ve moda kılınmaya çalışılıyor. Onun üzerinde düşünüyorum, niye böyle oldu bu? Romanımızı dönüştüren nedir yani toplumsal konulardan uzaklaşma durumu. Türk romanının 80’den sonra vicdanı azaldı hatta kayboldu. Şimdinin romancıları başka şeylerle uğraşıyor. Tektipleşmeye gitme olduğunu düşünüyor musunuz? Tabii. Bütün dünyada izlenen bir olgu bu. Kapitalizmin, Lenin en yüksek aşaması diye tarif eder Emperyalist dönemi ürünü romanlar bunlar. İşte bu roman nasıl bizde değişmeye başladı onu irdelemeye ve anlatmaya çalıştım. K “ROMAN SESSİZ KILINDI” Kapitalizm en ağır saldırısını kültür yoluyla gerçekleştiriyor kuşkusuz. Adorno’nun yani Frankfurt Okulu’nun teorisyenlerinin söylediği gibi “kültür endüstrisi” bir toplumu en çok etkileyen ve orada bir biçim verebilen bir güce sahip. Dolayısıyla ister istemez kültür alanından bir giriş yapıyor Kapitalizm. Emperyalizm eskiden saldırgan metotlar seçerdi, işte fiilen işgal yaygındı, şimdi bu tip yaklaşımlardan mümkün olduğunca uzakSAYFA 4 laşıyorlar, daha rafine yöntemler buluyorlar. Önemli olan rızayı sağlamak. Bu rızayı da ancak fikirler, duygular yoluyla sağlamak, entelektüel savaşla bu işi yürütmek daha kolay. Maddi açıdan bakıldığında da ikna yoluyla teslim almak daha ucuz. Türk romanı da böyle böyle değişiyor, değişti ister istemez. Emperyalizm, Roman ve Eleştiri, özellikle 1980 sonrası entelektüel yaşamın bir eleştirel envanterini veriyor. 12 Eylül sonrasında piyasa ekonomisi ve küreselleşme söylemi egemen kılındı, kültürel alan büyük ölçüde yeni sağ ideoloji çevresinde üretildi ve homojenleştirildi. Bu ortamda birçok Türk yazarı, başyazarlarından köşe yazarlarına, medyanın neredeyse çoğunluğu toplumsal ve siyasal sorunları yumuşatarak ele alma gayretinde. Eskiden gelir dağılımı, toplumsal adalet gibi sorunlarla uğraşılırdı şimdi öyle kaygılar kalmadı. İşte uluslararası pazarda ne geçerliyse, Amerika’da ne yapılıyorsa benzerleri uygulanıyor. AKP hükümeti güdümlü büyük sermayenin elindeki medya, düzenli ve sürekli biçimde, başpatron ABD’nin yaşam biçimini ve çarpık duygu dünyasını emekçi sınıf ve kesimlere içselleştiriyor. Türk yazarın yeniden vicdan sahibi olması, toplumsal meselelere ilgi duyması, tespitlerde bulunması lazım. İnsanlar niye bu hale geldi? Bu bir ahlak sorunu son kertede yani niçin Yaşar Kemal Çukurova’yı terk ediyor? Bu tip soruları sormak lazım. Şimdi bir köy romanına, köyün sorunlarını irdeleyen veya işçi sınıfının durumunu ele alan bir romana rastlıyor musunuz? Hayır. Bunların belirli nedenleri var. Bu nedenler de sandığımız gibi edebi nedenler değil. Hepsinin altında siyasi oluşumlar yatıyor. O oluşumları anlamadan bu işler çözülemez. Yeni tip roman... Roman sessiz kılındı diyorsunuz... Roman başka insanların kaderiyle ilgilenmeyi bir tarafa bırakırsa ister istemez böyle bir aldırışsızlığa düşüyor tabii. Mesela 80’in romanının bile ya Ahmet Oktay ve Gamze Akdemir birlikte... zıldığı, yeterince irdelendiği, üzerinde düşünüldüğü kanısında değilim. İşkencenin ne tarafını yazdık? İyi bir siyaset bilimcinin bu konuları yeniden ele alması, işlemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şimdi daha çok genellemeler üzerinden gidiyoruz ve kabul gören yaklaşımlardan yola çıkıyoruz. Biraz dışardan bakmak lazım meseleye. Ne kadar zor olsa da gerçeği çeşitli katmanlarda ve ayrıntılı araştır mak lazım. Roman ille de siyasetle uğraşmalı demiyorsunuz ama.. Tabi ki hayır. Öte yandan bağımsız da değildir siyasetten. Değil. Roman elbette kültürel bir haz alma aracıdır ama ideolojik yapının içinde ideoloji de ürettiği için, aynı zamanda postmodern estetik anlayışının aksine toplumsal düzlemde politik mücadelenin ya da daha yerinde kavramıyla sınıf mücadelesinin de bir aracıdır. Edebiyatın yaratıldığı, üretildiği bir ortam var. Buna siyaset, felsefe, toplumsal yaşam dahil, gündelik pratiklerimiz hepsi içinde. Biraz duyarlı olunmalı. Türk romanı artık bunu düşünmüyor bile. Bir yığın grev oluyor, en son Tekel işçilerinin direnişi mesela, hepsi bir roman konusu aslında. Romancı bu işlere de el atabilir, şarttır demiyorum ama dikkat edilmesi gereken öncelikli olgulardır, göz ardı edilemez. Bir de para olgusu var kuşkusuz şimdi bu yayınevleri açısından satış, tiraj diye bakılıyor, o nedenle okur biraz fazla mı gözetiliyor yani dönüşen okura göre yapıtlar üretmeye mi yöneldi yazarlar? Tabii şartlar olumlu ya da olumsuz birbirini türetiyor. Türk romanındaki ahlaki ve ideolojik çözülme yazınsal değil büyük ölçüde politik bir sorun. Özellikle 1990’dan sonraki romancı patlamasına yayınevlerinin piyasa, satış koşullarına bağlı tecimsel kaygıları ve rekabetleri yol açtı. Günümüzün okuru da kolay temalar peşinde koşan, yorulmak istemeyen bir okur. Bunda televizyonun da etkisi var, görselleşmiş bir kültürün içindeyiz. Daha kolay şeylerle uğraşalım, kafamız fazla yorulmasın diye beklentisi var. Bir de hakkımızda okuduklarımız dolayısıyla herhangi bir kuşku uyanmasın diye de düşünüyor kitleler. ¥ Yazarlar okuru ne kadar gö CUMHURİYET KİTAP SAYI 1058
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear