18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Emel Huber’le ‘Dilbilime Giriş’ üzerine Beynin ve belleğin panzehiri: Dil “Dilbilimi anlamak, insan dilinin nasıl işlediğini anlamak demektir. İnsan dilinin işleyişini anlama da insanın beynini, insanın düşünmesini, yani insanı anlamak demektir. Böyle anlaşılan dilbilim, çocuk yetiştiren anne babalar, öğrenciler, öğretmenler, kendini ve çevresini anlamak isteyen herkesin ilgi alanına girer” diyen Emel Huber’le ‘Dilbilime Giriş’ adlı kitabını konuştuk. daha özensiz, çok daha yanlışlı kullanılıyor. Türkçeyi bereleyen bence asıl bu özensizlik. Bunun önüne de yalnızca öğretmenler geçemez. Eğitimciler elbette önemli, ama toplumda dile özen gösteren örneklerin bulunması gerek. Ana babalardan başlayıp tüm topluma yayılan, özellikle de örnek niteliği olan kişilerde dile özen gösteren bir genel eğilim yaratılması gerekir. Dilin işlevi konusu çok boyutlu kuşkusuz… Kitabınızda gösterdiğiniz yol ve yöntemlerden yola çıkarak dilin alt işlevlerini özetler misiniz? Çoğu kişi, dili, insanların birbiriyle anlaşmasına yarayan araç olarak görür; yani dilin tek işlevinin bildirişim olduğunu düşünür. Oysa dili olmayan hayvanlar da birbirleriyle, hatta insanlarla anlaşabiliyor. Dil, bence, mantıklı ve soyut düşünmeyi sağlamasıyla, imgelemi geliştirmesiyle çok önemli. Dilin bu işlevi, daha çocuk yaşta, dünyayı tanırken kavramlaştırma ve kavramlara ad verme, yani sözcük öğrenmeyle başlıyor. Giderek, dilbilgisi yapılarını edinmeyle de düşünme, olguları birbirleriyle bağıntıya sokma, imgelem geliştirme işlevleri artıyor. Dilin bellek geliştirici işlevi de çok önemli. Çoğu şey dil olmadan hatırlanamıyor bile. Dil bilinçli ve bilinçsiz, öğretisel ve istemsiz de kullanıldığına göre dilin önündeki en büyük engelleri de konuşmalıyız... Bakın, bu soru aslında çok önemli. Kitapta bu şekliyle ele alınmadı, ama söylenenlerin bütününden çıkarılabilir belki. Bence bu soru, bir dilin nasıl ve hangi amaçla kullanıldığına göre değişik biçimlerde ele alınabilir. Eğer bir dil yalnızca günlük yaşam içinde konuşma dili olarak kullanılıyorsa, bence hiçbir sorun yoktur. Konuşucular neyin nasıl söylenmek istediğini durum içinde zaten anlarlar, anlamazlarsa da sorarlar, gösterirler, yani bir biçimde anlaşırlar. Ama eğer bir dil yazı dili olarak kullanılıyorsa, işte o zaman dilin sözcükleri de, tümce yapıları da, metin yapısı da, yazım kuralları da çok önem kazanır. Yazı dili olarak kullanılan dilde herkesi bağlayan kurallar gerekir ve herkesin bunlara uyması gerekir. Bu kuralların herkesçe öğrenilmesini sağlamak da okulun görevidir. Bu nedenle anadili eğitimi, okur yazar dünyaya katılmak isteyen bir ülke için en önemli konudur. Bilgi dünyası olarak adlandırılan günümüz dünyasında yer almak isteyen ülkelerde bilinçsiz dil kullanımı diye bir şey olamaz, olmamalıdır. Çünkü özensiz dil kullanımı, düşünme güçlüğüne götürür. Son yıllarda Almanya’da da bu konunun bilincine varıldı ve öğrencilerin dil edincini artırmak üzere dil derslerinde, dil öğretmenliği eğitiminde düzeltmelere gidiliyor, yeni yollar aranıyor. Dil değişimine neden olan etkileri de okuyoruz kitabınızda… En önemli etki nedir? Yaşayan dillerin her an değiştiğini hepimiz biliyoruz. Bir dili konuşan topluluk balta girmez ormanlarda tüm dünyadan kopuk olarak yaşıyor olsa bile zaman içinde konuşulan dil değişiyor. Ama hele de, değişik diller konuşan topluluklarla ilişki içinde yaşayan bir dilsel topluluk söz konusuysa, dilin deGenellikle bu iki yola da gidilir. Önemli olan hangi yolun ağırlık kazandığıdır. Eğer çoğu yeni nesne ve düşünce kendi dilimizde adlandırılarak dilimize sokulur, bunlara biraz da yabancı sözcük eklenirse, dil gene değişmiş olur, ama halâ aynı dil olarak kalır. Oysa yabancı sözcüklerin sayısı çok artarsa, dil yok olmaya başlar. Bence biz Türkler bu konuda en ileri giden topluluklardan birini oluşturuyoruz: Yabancı dillerden alınan öğeler bir dönemde öylesine çok olmuş ki, sonunda yepyeni bir dil olarak Osmanlıca ortaya çıkmış. Dilin kullanımının değişmesi dediğimdeyse, dilin yalnızca sözlü dil olarak kullanılmaktan çıkıp yazı dili olmasını kastediyorum. Yazı dili çok özenli bir dil kullanımı gerektirir. Özellikle bilgilendirici metinlerde, bilimsel metinlerde sözcük ve terimlerin tek anlamlı kullanılması, metnin mantıklı yapılandırılması, düşüncelerin açık seçik bir biçimde birbiriyle bağlanması gerekir. Bu da dilin değişmesine, ilerlemesine neden olur. Türkçenin yazı dili olmasıyla birlikte bu yönde büyük değişiklikler oldu. Bu da, bir yandan bilim dilinin gereği Türkçe içinde değişti, bir yandan da öteki bilim dillerinin metinleştirme yöntemlerinin Türkçe kullanımına aktarılmasıyla oldu. SAUSSURE VE CHOMSKY DER Kİ! Ferdinand de Saussure… Kitabınızda sıklıkla karşılaştığımız, dilbilimde çığır açmış bir isim… Ve Chomsky de var… Saussure ve Chomsky’nin en temel yaklaşımları nasıl özetlenebilir? Her iki dilbilimci de, dilin yalnızca sözcüklerden oluşmadığını, dilin bir yapı olduğunu ileri sürdü, sonsuz sayıda olgu dile getirebilen bir yapı, bir kurallar bütünü olduğunu. 20. yüzyıla dek yapılan dil çalışmalarının dili yalnızca sesler açısından ya da yalnızca sözcükler açısından incelemiş olduğunu yazıyorsunuz Dilbilime Girişte… Sonrasında nasıl bir yol benimsenmiştir? Dilin yapı olma özelliğinin ortaya çıkarılmasıyla dilbilim çalışmaları başlamış oldu ama ilk başta dil yalnızca soyut bir yapı olarak çözümleniyordu, dilin somut kullanımı üstünde hiç durulmuyordu. Oysa günümüzde, konuşma çözümlemeleri, söylem çözümlemeleri ya da yazılı metin çözümlemeleri yapılmakta, bildirişimin nasıl işlediği gözlemlenmekte. Dil, değişik bilim dallarının kesişme noktasında incelenmekte, örneğin dil ve beyin, dil ve yazın, dil ve toplum, dil ve tıp, dil ve psikoloji, dil ve etnik köken, dil ve mantık, dil ve felsefe gibi konuların bilimsel çalışmalara konu edilmesi sonunda yepyeni dilbilim alanları oluştu. Örneğin Saussure bugün dilbilimcilerin toplumdilbilim, ruhdilbilim, nörodilbilim, metindilbilimle ilgilendiğini görse kim bilir ne kadar şaşırırdı! ? [email protected] Dilbilime Giriş/ Emel Huber/ Multilingual Yabancı Dil Yayınları/ 336 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 991 Ë Gamze AKDEMİR itabınızın temel amaçlarını ve hedef kitlesini sorarak başlayalım söyleşimize... Kitap, dilbilim dersi alan üniversite öğrencileri ve Türkçe öğretmenleri için yazıldı. Amaç, yalnızca Türkçenin değil, genel olarak dilin ne olduğunu, nasıl işlediğini göstermek, dil öğretmenliği yapanların, genç beyinlerin dile ve düşünceye egemen olabilmeleri için nelerin etmen olduğunu kavramasını sağlamak. Çünkü bence dil öğretmeninin temel görevi, düşünen ve düşündüğünü açık seçik, anlaşılır biçimde dile getirebilen, yazılanları anlayabilen kişiler yetiştirmektir. Böyle bakıldığında, dil öğretmenlerinin dışında, sanıyorum (ve umuyorum) insana, dile ve düşünmeye ilgi duyan herkesin, bir de elbette genç anne babaların da okuyabileceği bir kitap. Bence dil, her şeyden önce insanın dünyayı ve kendisini kavramasını, düşünmesini, düşündüğünü söylemesini ve söylerken daha berrak düşünmesini sağlayan bir araç. O nedenle kitapta, daha çok bu özelliği bilinç düzeyine çıkarabilecek olan konular üstünde durdum. Aslında Türkçe yazılmış dilbilime giriş niteliği taşıyan başka kitaplar da var. Benim çalışmamın farkı, sanıyorum, amacımın belirlediği ve dürtülediği konu seçimi. Bir de Türkçenin yanı sıra değişik dünya dillerinden ve özellikle Almanca ve İngilizceden örnekler vererek karşılaştırmalı olarak çalışmak. Bunu yapmamdaki neden, bir yandan bizim Almanya’da TürkçeAlmanca iki dilli olmamız, bir de bence, insanın, karşılaştırma yaparken kendisini de daha iyi anlayabilmesi. GÖÇ VE DİL Türkçe, göç ile hem varoldu, güçlendi, hem de berelendi mi? Özellikle eğitimcilerin bu noktada nelere özellikle dikkat etmesi gerekiyor? Bence göç Türkçenin berelenmesine yol açmadı. Evet, doğru, Avrupa’nın değişik ülkelerinde konuşulan Türkçeye yaşanılan ülkenin dillerinden aktarmalar yapılıyor; bunun sonucu olarak da Almancayla, Fransızcayla karışık bazı biçimler oluşuyor. Ama bu yalnızca işçilerimizin konuştukları sözlü Türkçede kalıyor. Oysa Türkçe Türkiye’de çok SAYFA 10 K ‘Dilbilime Giriş’ kitabının yazarı Emel Huber, DuisburgEssen Ünivesitesi’nde Türkçe öğretmenliği dersleri vermekte. ğişmesi kaçınılmazdır. Değişme dendiğinde genellikle sözcük düzeyindeki değişme anlaşılıyor. Oysa dilin sesleri de değişir, tümce yapıları da. Bence asıl önemli olan dilin kullanımının değişmesi. Herkes sözcüklerin üstünde durduğu için, ben de önce sözcükler alanındaki değişmeye değineyim. Bu değişmeye, genellikle, öteki topluluklarda karşılaşılan yeni nesneler, yeni düşünceler neden olur. Bu yenilikleri insanlar kendi dillerine de almak ister. İşte soru o zaman başlar: O nesneleri ve düşünceleri alırken sözcükleri de birlikte mi alacağız, yoksa yalnızca kavramları yani düşünceleri alıp bu kavramları kendi dilimizde mi adlandıracağız.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear