Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Seyhan Erözçelik'ten 'Vâridik, Yoğidik' Seyhan Erözçelik'in şiiri artık tümüyle felsefi, sezdirmeli ve tema bütünlüğü taşıyarak doğuyor. O, üstünde çok çalışılmış şiirlerin usta mimarı; “su”ve “göğ” arasında gidip geliyor insanı da yanına alıp. Bu farklı bir aşk şiiri, evet, kendince bir destan; arı, dupduru, dibini gösteren, öylesine şeffaf; varlıkla yokluk arasında gidip gelen; doğumla ölüm arasına mühürlü. Biraz mistik gibi dursa da, coşkuyu da karanlıklardan gün ışığına çıkaran da bir yanı var bu şiirin. Vâridik, yoğidik, peki biz neredeydik? burkan; bir alışveriş bu; sevgiyle, aşkla örülü, örtülü, bezeli, göz yaşartan. “Doğ/dum!” Sonrası önemli. Doğmak var olma, yaratılma. Önemli olan “Yoğrulmak”. Zamanın elinde pişmek, olgunlaşmak ve kemale ermek! Çünkü, varlıkla yokluk aynı kapıdan işliyor. Yokluk da bir varlık belirtisidir: “Yokluğum, Varlığımdır.” Sayfaların altında köşeli parantez içindeki ikilikler bir başka şiirin izini sürüyor, ama tek vücut olmuş şiire dahildirler. Bunlar aruz vezniyle yazılmış, hepsi de on bir hecedir. Sayfanın yukarısı ile aşağısı arasında yalnızca renk ayrımı yok, ayrıca düşünce, duruş, yapı ve kurgu birliği de var: [unuttum, unuttum, benimsin, yoğum zamandın, suyumdun, kırıldım, varım.] RUH VE CAN... Ruh ve can, aynı şey midir bilmiyorum ama Seyhan Erözçelik'in şiirlerinde hiç de birbirine uzak olmayan ve göğe doğru kollarını açmış bu iki merdiveni görmek olası. Bir basamaktır ruh; şiirlerin duruşu, omurgası aynı zamanda; sapasağlam. Can da, onun canını dişine Vardın mı?/Sana Vardım mı?” Kırılmalar, salyangoz'a verilen selam, duyulan sesler, yalnızlık... susma ve susama arasında bir balkon oluşturup: “Küle dönmüşsün.” Yaşam devam ediyor burulma ve gülen gözler bir minyatürün ince ayrıntılarıdır aslında: “Yürüyorum./(Yol, uzun.)” Bu dünya ile öte dünya arasında bir yolculuk imleniyorsa da burada, aslında Tanrıyla tek vücut olma çabasıdır şiirin yüreğine işlenen nakış: “Çünkü Sendin. Ben. Yoğum. Sen Varsın.” Bu dizeyi şu soru dizesi yeniden gözden geçirmemizi ister gibidir: “Vardım mı Ben Sana?” Ulaşılacak bir yer vardır insanın bağrında, yüreğinde, beyninde ve dünyasında, orasıdır önemli olan alınması gereken yol. 28. sayfada, sol sayfada: “Türküz, türkü çığırırız”la başlayan bölümde, sağ sayfada başlık ve üç dize yer alıyor. Solda yine tek dize: “Göğ, Gözyaşı renginde.”dir. “Ota sordum Seni, Oda verdim seni. * Adından bir salyangoz iniyor. * Gözüm Sende, bir Ben Var Sende. * Yüzün, gidip geliyor. * Ağaçtan indim, terliyim. * Bırak, soluyayım, solayım.” ? Gültekin EMRE “Aşkın aldı benden beni Bana seni gerek seni” diyerek yola çıkan Yunus Emre'yla söze başlamakta bir sakınca yok sanıyorum: “Ben yanarım dünü günü Bana seni gerek seni” Şair: Seyhan Erözçelik. Yeni şiir kitabı: Vâridik, Yoğidik. Simurg Kitapçılık tarafından 2006'da yayımlandı. Yağmur Taşı'nda (2004) olduğu gibi Vâridik, Yoğidik'te de Seyhan Erözçelik, özgün ve tek bir şiirle, yekpare çıkıyor okurun karşısına. Onun için hiçbir dergide yayımlanmadı sanıyorum, bütünlüğü bozmamak için ve ilk kez bu kitapta şiirseverlerle buluşuyor bu benzersiz yapı, kurgu ve şiir: Aslında bu bir destan/epope. (Doğumu belli değil, flu, yani ön kapak. Okunaklı, ama arka kapak.) Seyhan'ın şiiri artık tümüyle felsefi, sezdirmeli ve tema bütünlüğü taşıyarak doğuyor. O, üstünde çok çalışılmış şiirlerin usta mimarı; “su”ve “göğ” arasında gidip geliyor insanı da yanına alıp. Bu farklı bir aşk şiiri, evet, kendince bir destan; arı, dupduru, dibini gösteren, öylesine şeffaf; varlıkla yokluk arasında gidip gelen; doğumla ölüm arasına mühürlü. Biraz mistik gibi dursa da, coşkuyu da karanlıklardan gün ışığına çıkaran da bir yanı var bu şiirin. Şiir içinde şiiri sayfalarına ağdırırken Vâridik, Yoğidik, görselliğe de kimlik kartı veren bir kitap daha Seyhan Erözçelik'ten. “Su” bir arınma, durulmadır; devinim ve bereket aynı zamanda. Yanmanın da ilk adımı, çünkü su alevi söndürürken bir yandan da yakar, kavurur. Su, yansıtandır da, yüzü ve ruhu, güzelliği; taşıyan, alıp uzaklara götüren ve gönüllerde biriktiren. “Gör. Sudayım. Senim.” Emir kipleri yüce bir buyruğu da imliyor. Sanki kutsal bir metin var karşımızda, ellerimizde. Yaratanla yaratılan arasında harflerle, kısa ve tok sözcüklerle yürüyen bir söyleşi de var yürek SAYFA 14 ğil mi? Ağan ve ağaran, “Ağlaya ağlaya” çekilen ağlar, saçlarda dağlanan, dağılan “güller.”, çile çekilir ve “Çiledim” olur insan; yani olgunlaşır, erer (?). Şu dize her şeyin özeti gibi sanki: “Yaram ol, kana Beni. Sarsılıyorum ağzınla.” Seyhan Erözçelik'in şiirinde içi dopdolu sesler, çağrışımlar, göndermeler, sezdirmeler, imgeler... çok önemlidir ve çok farklıdır, öylesine özgün!.. Örnekleri çok ama işte iki dize bu fotoğraf için yeterli sanıyorum: “Ot, Odu dalıyor./Od, Otu dağlıyor.” Dil, yoksa bir yapıtta, ortada yapıt da yoktur elbette. Yapıtın dünyasından da söz edilemez. Dil, ayrıca bir iletişim aracı olduğu için, iletişim yoksa, yaşam da yok demektir: “Dil Yoğise, Dünyâ Yok.” Dünya yoksa da, “Yoğuz.” Ama, inançla, aşkla bağlanan hep var: “Sen, hep Varsın. Osun.” Çünkü, “Dil” akar ve bakar; yani görür. Savrulunca insan oraya buraya, işte oralar hep “Ayna”dır insana. Vâridik, Yoğidik'in sonunda yer alan “Nedir? Ya da Nedir?”de düğüm yine çözülmüyor. Anlayanlar anlamayanlara anlatacaklar okuduklarından ne çıkardıklarını. “Az söz, öz söz.” Bu Seyhan Erözçelik'in yazım ve yaşam felsefesi, poetikası. Seyhan, “Bütün Türkçelerdeki ortak sözleri kullanmaya” çalışmış bu kitabında. “bu, denemeden çok, bir işaret.”tir aslında. O, dilini sevdiğini hep söylemiştir. Bunu hepimiz biliyoruz. Elbette, o, “Bu dilin sırlarını açmaya” çalışıyor. “Bu kitabın değişik Türkçelerde de anlaşılmasını” istemesi en doğal hakkı. Bir de “amtı” sözcüğü var karşımıza çıkıp duran, kimileri için yabancı duran: Bu sözcük “şimdi” demek eski Türkçede. Etimolojik olarak kadının cinsel organını imleyen bu sözcük şu anlamları da karşılıyor: “o ânda çıkan”, “o ânda”, “o ânda hayat bulan” ORHON ALFABESİ Bir teknik bilgi daha: 78. sayfadaki Orhon Alfabesi'yle karşılanan iki harf/şekil var: Onlar da “a” ve ”m” seslerini/harflerini karşılıyor. Çünkü “Or'dan çıktık.” Dilini Yunus'undan alır, yalvacından, “abdal”ından. “balığa karışan”dan... “Su”dan. “Bu kitap” diyor Seyhan, “O'na.” “O'nun kim olduğunu bilmeyen, bilmesin. Bilen de, bilir.” “Kimi harfler, büyük yazıldıysa, O bilir.” Diyor ki Seyhan, “Hepsi O'na.” Çünkü, “Biz O'yuz...” diyor. Ortada bir hayalet değil de “hayal” var, “Yıldızım.”. Baştan beri “Off. Ooooff! Ooooof!” çeken biri de, sonunda da “Off...” Hangi yıllar mı doğum sancılı ömre kilitlenip kalmış? “20042006” Bu bir bilmece değil, okuyun Vâridik, Yoğidik'i, siz de anlarsınız dünyanın ve aşkın kaç bucak olduğunu. Sözümüze Yunus'la başlamıştık, bakalım perdeyi nasıl kapatacak: Aldı sazı Yunus: “Ne varlığa sevinirim Ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum Bana seni gerek seni” Oooooofffff! ? Vâridik, Yoğidik./Seyhan Erözçelik/şiir/Simurg/2007/84 sayfa. KİTAP SAYI 907 Seyhan Erözçelik takarak yazdığı şiirlerinin harcını oluşturuyor bir sonraki basamakta. Günlük yaşamın izleri de pazarlarda falan kendini gösteriyor bu gelgitlerde; bedenin fiziki işlevleri de: Yorgunluk gibi örneğin. Kendini durmadan deşen bir kalem elbette çok yorulur ve kimliğini araştırırken yanar kavrulur yakıp kavururken: [sulardan mı geldik? şuramdın, buram, göğün karnı dağlar mı, dağlar mıyız?] Tapma, tapınma, şefkat, üzüntü... iç içe şiirlerde: “Tapıyorsun Bana, Beni üzmekten başka!” Dağla gök arasında da gidip gelen sıkı bir dostluk var. Bu dostluk bir bilinmezin içinde erime, esrimedir. “İnsana büründüm.” diyen bir “Kök.”ün varlığını selamlamadır olabildiğince. Sorularla alınan uzun bir yol vardır suya karışıp gitmeden: “Bana Sayfa 32'de 2 sözcük yalnızca, bir önceki sayfayı bir sonrakine bağlayan: “Soldum, soludum.” Gök yanıyordur burada da, “Göğ yanıyor” gördüğü O mudur şairin? O da bunu O'na soruyor: “Gördüğüm,/Sen misin?” Gökten güç de ister, kuşkularını paylaşmaya çalışır. Ayna ile gök arasına bir düğüm atılır. Orman, gölge, ses, göz, yangın, kan, yağmur “Yok.” “Cin” çarpılsın, çıksın aradan. Ortada bir doğuran vardır. Bu bir “Ana” mıdır, yoksa “Göğ” mü? Doğan kendisi mi doğmuştur, yoksa doğrulmuş mudur? Sayfa 64'ten başlayarak “Yok.”luk üstünde durulur bir erimeye doğru inişe geçmiş bir halde. “Adımı attım, Senin içindeyim.” Burada “Yel” yanar, “Dağ” çürür. Giden biri vardır, oysa bir başkası daha yeni geliyordur. Giden ve gelenlerle sürekli bir devinimin içindeyiz, de CUMHURİYET