Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? zin pek çoğuna, 'geçmiş' hâkim!.. Günlük yaşamda karşılaşılan ve bu vesileyle geçmişe çıkılan yolculuk. Hayatın bir getirisi olarak söz edebilir miyiz bu durumdan; insanoğlu yaşamdan hep bir küçük neden/sebep bulur ve geçmişe gitmeye ihtiyaç duyar ve anılar bu süreçte ona eşlik eder… İZLENİMLER VE SEZGİLER Bu tarz benim benimsediğim ve özellikle yapmaya çalıştığım bir kurgu biçimi. Kaldı ki anımsayışlar, öykü ya da roman yazarları için en temel duygulardan birisidir. Bazı düşünce kaymaları, bazı benzerliklerin yarattığı çağrışımlar, kısaca izlenimler ve sezgiler, peşi hiç bırakılmadan, izi sürülmesi gereken duygulardır bence. Adı ne olursa olsun, anılar ya da geçmiş… bunlar zaten yarınları etkileyen en önemli dayanaklar değil midir? En çok acıyı onlar yüzünden çekmez miyiz? Yarına dönük düşünceler bir hayal, bir ideal olduğu için gerçeklik payı azdır, fakat anılar, yüzde yüz gerçek ve damıtılmış dün artıklarıdır. Ve yiten her şey gibi belki de en çok acıtan, yaşamın bir gün tamamen anılardan oluşacağı günlere evrilmesidir. Yaşanan ânı daha bir değerli kılmak adına, geçmiş duygusunun sahiciliği ile sarsıyorum kendimi ve okuru. Dünler, yaşamayı başaramadığımız hayal kırıklıklarımızın toplamıdır çünkü. Evet, hikâye de, geçmişe gidilen hüzünlü bir yolculuktur ama hayat, günlük yaşam, bize bu sonucu mu paye olarak biçer? İnsanoğlu şu zamanda günlük yaşamında oldukça mutsuz görünmekte bana, ne dersiniz? Evet. Özellikle yaşadığımız çağda ve toplumda, yapay mutluluklar yaratarak varolmaya çalışıyoruz. Mutlu ve sağlıklı bir yaşam sürdüğümüz söylenebilir mi? Herkesin yaşamdan bekledikleri farklı da olsa, asgaride ortak bir noktada buluşmamız gerekmiyor mu? Daha uygar, kendimizi kadın veya erkek diye cinslere ayırmadan, insanca yan yana yaşayabiliyor muyuz? Günlük yaşam gerçekte insanlığın hak ettiği kaliteyi yakalayabilmiş değil henüz. Mutsuzluğumuzun biricik nedeni, yal nız ve yalnızca, ister üstü kapalı, ister üstü açık olsun, toplumun üzerinde yaratılan baskılardır. Sokağa çıkın ve insan yüzlerine bakın. Kaç tane gülen, keyifli ve mutlu insan göreceksiniz? Onlara sorsanız belki çoğu, mutsuzluğunun nedenini size açıklayamayacaktır. Farkına varmaksızın mutsuz olmak, farkına vararak mutsuz olmaktan daha vahim bir durumdur bence. Yaşamın bize biçtiği paye, tabii ki yalnızca mutsuzluk değildir ama onları yok saymak, görmezden gelmek de çözüm değildir. Bir arabayı kahraman yapmışsınız bir öykünüzde. Bir aile yaşantısına tanıklık ediyor; mahremiyete… Nelerden beslenirsiniz yazarken, biraz da bunu konuşalım gelin… Günlük yaşama biraz dikkatli baktığınızda, yüzlerce öykü görürsünüz. Her şey ama her şey bir öykünün çekirdeği, anafikridir. O öyküyü yazma serüvenim epey komik bir anıyı içermektedir. Kendi yaşamımdan aldığım, yazılması bana “sipariş edilen “bir öyküdür o. Olur olmaz yerde tekleyen, akan trafiğin içinde bir anda stop eden arabamız için, eşimin yakınmaları ve onları işitip algılama yeteneği olsa zavallı arabayı incitebilecek sözler...Üstelik, bizi bir yerden bir yere taşıma görevini yapmaya çalışırken söyleniyor bunlar kendisine. Kendimi çok nankör hissederek ve eşyaya yüklediğim anlamın da etkisiyle, arabanın bizi işitebileceğini söyledim eşime. Ve spontan bir biçimde, sanki arabanın diliyle konuşmaya, onun da bizim hakkımızda ve bu durumla ilgili duygularını sıralamaya başladım… Eşim, yaptığım şeyi öylesine sevdi ki bana, “Bunu mutlaka öykü yap. Ama aynen bana anlattığın bu biçimiyle” dedi ve ekledi “Bekliyeceğim bak!..” Olur mu olmaz mı diye düşündüm ve denedim. Sonuç, benim de çok hoşuma gitti doğrusu. Araba öyküsü, mizahi yanı olan bir öykü ama alttan alta orada da bir hüzün damarı atıyor. YİNE KADINLAR Bundan sonra yazma serüveninin yol haritası çizildi mi peki? Her gün işine gidip, bilgisayarının başına oturan bir memur gibi, sabah oturduğum yazma işinden, akşama doğru kalkıyor, ciddi ve disiplinli olmaya gayret ediyorum. Yazma serüvenimin yol haritası, yine kadınları gösteriyor. Hüznü yazmak, bazen kişinin kendi hüznünün sebebini bulmasına yardımcı olabiliyor ve sonucu mutluluk yaratabiliyor. Ya da öyle olmasını istiyorum. Hüznü seviyorum… İç seslerinin melodik tınılarını… İnsanın kendisini ve ilişkileri sorgulamasını. Kendini çok acıtsa da, aynaya bakar gibi kendiyle yüzleşmesini. İkinci öykü kitabım, birinciden daha farklı ve daha bir “kitap” olacak. Bu arada, yaklaşık on on bir ay yerel bir gazete yayınlanan köşe yazılarımı, “denemeler” adı altında yayınlama hazırlığındayım. ? Hülya İşbilir Behramoğlu, Türk öykücülüğünde isim yapmış, bu işin ustası yazarlarımızın öykülerini tekrar tekrar okumayı da seviyor. Beni Almaya Gelme Anne/ Hülya İşbilir Behramoğlu/ Günizi Yayıncılık/ 112 s. 922 SAYFA 15 CUMHURİYET KİTAP SAYI