22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Emrah Serbes’le ‘Her Temas İz Bırakır’ üzerine ‘Polisiye, romanımızın biraz çocuk kalmış bir türü’ risk almadan büyük heyecanlar yaşayabiliyor olmaları’ndan kaynaklanıyordur bu durum. Peki bir yazar haz duyar mı polisiye yazarken? Rex Stout, “Polisiye, okunması zevkli bir türdür, yazması sıkıcıdır” diyor. Bu çileden daimi bir haz duymak için, biraz “psikopat” olmak lazım. Ama bazen, metnin doğru bir istikamete girdiğini hissedince gelip geçici bir haz duyuluyor. Ahmet Ümit’in tespitiyse polisiye yazanların temel endişesi ya da öyle olmalı. Ben, risk almaktan hoşlanmayan birtakım okurlara heyecan yaşatmak gibi bir misyonu üstlenmek istemem. Bu durumun tersi daha iyi olur, okurken büyük heyecan duyarsınız ve kitap bitince belki hayatınızda küçük bir risk alırsınız. Kurmacanın hayata müdahalesi belki böyle bir şeydir. SOLUĞU YAVAŞ KENT... Siyasi hareketlilik dışında güçlü bir kıpırtısı olmayan Ankara’yı mekân olarak kullanmışsın romanında. Soluğu yavaş bu kente hareket katmak güç oldu mu yazarken? Ankara sanıldığı kadar, soluğu yavaş bir kent değil. Keşke öyle olsaydı, biraz soluk alırdık. Ankara’da da ne yazık ki her büyük şehirde olduğu gibi senede ortalama yüz cinayet işleniyor, belli caddelerde her akşam kavga çıkıyor. Ankara’yla aranızda nasıl bir yakınlık var? Ben de içindeyim bu kentteki hayatın. Her sağanaktan sonra benim kaldığım yer de dahil olmak üzere, çok sayıda ev ve işyerini su basıyor. Hava eksiye düştü mü, gecekondu mahallelerinde sular donuyor. Hepsine tanık oluyorum böylece. Demek istediğim; bu ülkede herhangi bir kent, o ülkenin ve kişinin koşullarından bağımsız olarak sevilemez bence. Ama bu şehirde güzel günler de yaşadım, âşık oldum, kar altında yürüdüm, rakı içtim vesaire. Dolayısıyla bende bütün yaşadıklarımdan azade soyut bir Ankara sevgisi yok. Somut bir Ankara’yı anlatma isteği, işte o var biraz. Kahramanımızın soyadının Ç. olması hayat karşısındaki bulanıklığını, yarım kalmışlığını vurguluyor sanırım... Güzel sezmişsiniz. Sadece o değil ama bu tarz bir vurgu da aklımdan geçiyordu. Ama şu da var, gazetelerin üçüncü sayfaları Behzat Ç. gibi isimlerle doludur. Şimdi Allah korusun, sizin başınıza bir şey gelse, gazetelere Fatma O. diye yazarlar. İşte o “O.” bu memleketin özeti. Cinayetleri araştırırken kendisinin dışında dönen büyük dolapları sezdikçe kim olduğuna ve ne yaptığına dair sorgulamalara başlıyor Behzat Ç.? Her şeyin planlandığı bir sistemin içinde kendini bir hiç gibi hissettiği noktalar var. Buna rağmen bildiğini okumak peşinde... Bu durumda Behzat Ç. iyi bir memur mu, yoksa idealist mi? İdealist bir insan değil, amirleriyle çatıştığı için iyi bir memur da sayılamaz. O da bu çarkın içinde bir dişli, kahramanlık çağının bittiğinin farkında. Behzat Ç.’nin içtiği sigaradan tuttuğu takıma kadar her özelliğinin hayatta bir karşılığı var. Karakterlere ve mekânlara dair bu gibi ayrıntılar sayesinde olaylar sahne sahne canlanıyor zihinlerde. İnandırıcılığı sağlamak için mi bu ayrıntılar? Romanın bir nevi ayrıntı sanatı olduğunu düşünüyorum. Bütün resmi anlatmaya çalışmanın anlamı da, gereği de yok. Birtakım karakteristik parçaları seçersiniz, o resmin bütünü hakkında az çok bir fikir verir zaten. Behzat Ç.’nin özel ambulansla adli tıbba gidecek öğrenciye “Paran var mı ambulansa verecek?” demesi ve bir anda hesap kitaba başlaması... Karakterin okuyucuyla arasını iyi tutan anlar bunlar... Halkla ilişkilerinin iyi olmadığı vurgulanan bazı polislere karşın Behzat Ç. ayrıcalıklı sanırım... Kendisinde bir “babacanlık” var. Ama bu Yeşilçam’a özgü Hulisi Kentmenvari “babacanlıklar”, açıkçası benim pek sevdiğim şeyler de değil. Onlar da bir tepeden bakmanın ürünü. Tepeden bakan insanın hoşgörüsü, sevecenliği samimi değildir. Artık polis de halkla ilişkilere, tanıtıma önem veriyor, görüntü toplumunun yansıması bu, bir tür makyaj. Bu roman için “Polis işlemlerine ağırlık veren polisiyeler arasında hiç kuşkusuz en yerlisi, en iyisi” diyor Ömer Türkeş. Bu genç bir yazarı motive edecek bir övgü. Peki sen yazım aşamasında yerli olma çabası taşıyor muydun? Ömer Türkeş’in her yazdığını okurum, notlar çıkarırım. Dolayısıyla onun söyledikleri benim için büyük önem taşıyor. Ama şunu da eklemek lazım, yerliliğin kendisi tutucu bir kavram. Ben de yerli olma çabası taşımıyorum. Polisiye, memleket romanının biraz çocuk kalmış bir türü olduğundan, yerlilik de ister istemez bir ölçüt haline geliyor. Çünkü Hollywood’un, toplumsal içeriğinden soyutlanmış cinai filmleri ve berbat polisiye dizileriyle kuşatılmışız. Yazdıklarımız ister istemez onların daha kötü kopyaları olma riskini taşıyor. Bu noktadan bakınca yerli olmak olumlu bir özellik olarak görülebilir. EKŞİ SÖZLÜK YAZARLARI Ekşi Sözlük yazarlarının da katkısı var romanda. Teşekkür de etmişsin zaten. Onlardan öğrendiğin Vosvos Falı sonradan mı girdi roman kurgusu içerisine? Romanda Behzat Ç.’nin kızına bir doğumgünü hediyesi alması gerekiyordu. Dolayısıyla ben de Behzat Ç. ile beraber hediye bakmaya çıktım ve kurguya da hizmet edeceğini düşünerek Vosvos’ta karar kıldık. Vosvos üstüne araştırmayı derinleştirirken Ekşi Sözlük’teki Vosvos falıyla ilgili başlıkla karşılaştık. Dolayısıyla o da kurguya eklendi, bizi bu faldan haberdar edenlere de teşekkürü borç bildik. Romanda adı geçen mekânlar, caddeler ve sokaklar roman kurgusu içindeki gerçeklikler... Peki, kitapta yaşamda karşılığı olmayan bir durumla karşılaşma ihtimali nedir okuyucunun? Hiç kopmadın mı gerçeklikten? Bu durum, biraz da okurun alımlama süreciyle ilgili. Yani sen kişiyi bir sokağa sokarsın, ama okur “O sokağa oradan girilmiyor ki” der. Gerçekle karşılaştırıldığında her kurgunun çatırdayan bir yönü bulunur. Yani sizin bahsettiğiniz ihtimal her zaman var. İyi ki de var. Edebiyat da zaten gerçek karşısındaki bu “çatırdama” değil mi biraz?.. Gerçeği yansıtmak değil, onu yeniden yaratmak, uydurmak… Polisiye yazmaya devam mı? Tabii, daha yeni başladık. ? Her Temas İz Bırakır/ Emrah Serbes/ İletişim/ 299 s. İlk romanı ‘Her Temas İz Bırakır’ ile polisiye edebiyatımıza yeni katılan ve bu alanda yolunu bulmaya çalışan Emrah Serbes ile ilk polisiye romanını konuştuk. ? Fatma ONAT lk romanı yazma süreci, ilk aşklar kadar sancılı bir süreçmidir? Yazmak ve aşk arasında mecazi bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Yazmak, sevgiyi ve nefreti aynı anda içeren, çileli bir iş. Bir kişi her akşam bilgisayarın başına oturup, sabaha kadar klavyeyle cebelleşiyorsa ciddi sorunları var demektir. Yazmanın aşktan farkı onun bir seçme işi olmasıdır. Ben dört tane romanı yarım bıraktıktan sonra anladım bunu. Neyin var neyin yok akıttıktan sonra başlıyor esas roman. Bu durum polisiye için, olmazsa olmaz bir kural zaten. Polisiye fazlalığa gelemez, ekonomik bir dil ister, her cümlenin kurguya bir şekilde hizmet etmesi gerekir. Ben de ekonomik bir dil kullanmaya çalıştım, ama bunu yaparken malzemeden de çalmadım. Bu roman üç yüz sayfa, ama kişiler, olay örgüsü ve yazım planı üstüne aldığım notlar bin sayfayı aşar. Elde kalan metin, oradan süzülendir. Çoğu okur polisiyeden zevk alır. Belki de Ahmet Ümit’in dediği gibi ‘hiçbir SAYFA 14 İ CUMHURİYET KİTAP SAYI 881
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear