24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

? üst düzey yönetici olmuş bir kadın. Benim için önemli bir özelliği de hukukçu olması. Bunu bilerek yaptım. Çünkü Türkiye’deki birinci sorun hukuk sorunudur. İkinci sorun iktidar ve ekonomi sorunudur. Erkek egemen toplumda bir kadın olarak bunları elde etmiş olmak bir başka durumu doğurur. Böyle bir kadınla diğer insanların yolu bir kurgu içerisinde kesişirse hepsinin yaşamını öyle ya da böyle etkiler diye düşünüyorum. Arzu da aslında bu iktidar savaşında elde ettikleriyle hesaplaşıyor. Arzu karakteri hem hayatta kazanan hem de kaybeden konumunda, değil mi sizce? Arzu ve onun gibiler geçici bir süre sistemin her türlü olanağından yararlandıkları için kazanır gibi görünürler. Ama ben bu elde ettiklerinin bedelini sorgulatmak istiyorum. Plazada yaşayan bir insanın dışarı çıkması ve gökyüzünü görebilmesi için ciddi bir çaba harcaması gerekir. Bu da çağımızın şizofrenisi. İnsanları tıkış tıkış oralara tıkıyorlar. Orada birtakım iktidarlar, sanal başarılar sunuyorlar. Ama elde ettiğiniz bütün o başarılar kolaylıkla elinizden de alınabiliyor ve bir anda kendinizi kapının önünde bulabiliyorsunuz. Bu çağdaş yaşamda insanın köleleştirilmesi bence. TEMEL SORUN AHLAKİ Romanınızda ülkemizde yaşanan hukuk sorununa değiniyorsunuz sıklıkla… Hukuk sorununun Türkiye’nin temel sorunu olduğunu düşünüyorum. Dünyada yaşandığı iddia edilen çoğulcu demokrasinin tamamen bir yalan olduğunu gözlemliyorum. Sanki hukuk varmış, hakkınızı arama şansınız varmış gibi gösteriliyor. Ama hakkınızı aramaya kalktığınız zaman, her zaman haklı olanın güçlü olan olduğunu görüyoruz. Açlığa yazgılı insanlarla, şehvet âlemlerindeki insanlar aynı saatlerde, aynı yerkürenin üzerinde yaşıyorlarsa bu çok da adil bir süreç yaşamadığımızı gösterir. Türkiye’de hukukun yeterince adil uygulanmamasının önündeki temel engelin ahlaki sorunlar olduğunu düşünüyorum. Kişilerin kendi ahlaki ölçütleri olmazsa sistemin bir ahlaki ölçüt üretmesi söz konusu değildir. ROMAN TEKNİĞİNE KATKI Kahramanların her birinin belli bir an hakkındaki düşüncelerini, hislerini çok canlı bir şekilde vermişsiniz. Bu bir roman tekniği. Ben bu tekniğe bir şey daha kattım. Herkesin kendini anlatmasını sağladım. Hem de zaman zaman yabancılaşma halleri yaratarak ben de müdahale edebileyim istedim. Bu tabii yetkinlik isteyen bir şey. Ben henüz o yetkinliğe ulaştım mı bilmiyorum. Ama benim temel sorunlarımdan bir tanesi de yeni roman biçimleri bulmaya çalışmak. Amacım bir taraftan özgün bir dil yakalayıp biçem geliştirirken, diğer taraftan da sahici sorunlarla okura ulaşmak. Bir an üzerinden insanların o andaki hislerini anlatırken aslında hepimizin kendi yaşamımızda bulunduğumuz ana, o an bir araya gelen insanlara yeniden bakmaya da CUMHURİYET KİTAP SAYI “Tiyatro bana insanları görme, gözleme, gerçekliğini tartma, insanların dünyasına dair daha derin bir gözlem yapma olanağı sundu. Bundan dolayı kendimi şanslı sayıyorum. Tiyatro yaşamım boyunca yönetmen olarak, yazar olarak hep o kişileri oluşturma aşamasında oldum. Onları hayata taşımaya çalıştım. “ işaret etmek istedim. Gerçekten de yaşayıp gittiğimiz üzerinde ve fazla durmadığımız kimi anların herkes tarafından farklı öyküleri var. Günümüzde birbirimizin ne hissettiğiyle çok ilgileniyormuş gibi gözüksek de aslında kimsenin birbirini umursadığı yok. Bence edebiyatçı bugün insanın iç dünyasına doğru giderken iki silahı öne çıkartmalı: Şiir ve felsefe. Şiir imge sanatıdır. İmgelerle okuru zenginleştirip okurun düş dünyasına yeni pencereler açmalı. Edebiyat, felsefeye yaklaşarak insanların felsefeyle dolaylı da olsa ilişki kurmasını sağlamalı. Yani insanları düşünmeye, düşlemeye sevk etmeli edebiyat. Romandaki o ruhsal süreçleri, biraz felsefi bir tutum geliştirmek, biraz da şiirin olanaklarından faydalanmak adına yeğledim. Bütün karakterler kendilerini, iç dünyalarını anlatıyorlar ama bir tek Perihan Hanım susuyor. Neden? Romanı bitirdikten sonra bunu ben de düşündüm. Oysa ki yazarken bunu hiç düşünmemiştim. Perihan tavırlarını, duygularını yüksek sesle haykırmak yerine suskunluğu yeğlemiş biri. Belki de “Perihan gitti. Gittiği yerden olaya nasıl bakıyor? Siz de kendi iç dünyanızda onu kurun” demiş olabilirim. Perihan Hanım’ın suskunluğu çok ölçülü, mağrur, bugün rastlamayacağınız kadar dingin bir şekilde karşılayan bir kadın. Yani kendi kuşağının iyi bir örneği. Perihan Hanım suskunluğu tercih etmiş herhalde. Ali’nin annesi karakteriyle aklın yitiminin nasıl bir trajediye dönüştüğünü gösteriyorsunuz. Aklın yitimi üzerinde düşündüm ve çevremde de birçok örnekler gördüm. İnsanın annesiyle kurduğu ilişki yaşamın en önemli ilişkilerinden biridir ve kişiliğini çok ciddi bir şekilde etkiler. Anneyle oğul arasındaki ilişki ise çoğu zaman hastalıklı bir hal bile alır. Annenin baskın bir kişilik olarak oğlu üzerindeki etkisi o insanın ömrü boyunca baskı altında kalmasına neden olabilir ve kendi kimliğini ortaya koymasında sorun yaratabilir. Aklın yitimi ve anneoğul tutkusu önemli bir konu benim için. MEKÂNKİŞİ DUYGUSU Ali’nin evinde kendine dair en ufak bir iz göremiyor Selma. Bu özellikle vurguladığınız bir nokta mı? Kesinlikle. Çünkü bir insanın bir 856 mekâna kendi eşyalarını yerleştirmesi için o mekânı kendine ait hissetmesi gerekir. Oysa ki Ali’nin annesiyle kurduğu tutkuda hem o mekâna ait, hem de tamamen o mekânın dışında olduğunu görüyoruz. Bu bence çok önemli. Romanın en önemli izleklerinden biri de o mekânkişi duygusu. Belki de Ali de mekânsızlık ve mekân arzusundan dolayı tiyatroyu tercih etmiş olabilir. Neden “Bir An Bin Parça”? Ben bu romanın adını çok uzun süre koyamadım. Bir gün İngiltere Konsolosluğu’na vize almak için giderken eşim Handan “Senin romanında bir an var bin tane de parça var. Adının öyle bir şey olması lazım” dedi. “Tamam, isim bu” dedim, “Bir An Bin Parça”. Gerçekten romanı en iyi o anlatıyordu. Bence bir romanın en önemli noktalarından biri de adıdır. İkinci önemli nokta da dilidir. Bence “Bir An Bin Parça” hem bir dil oluşturuyor hem de içine dair ipucu veriyor. Hep yaşamın kıyısındaki insanları anlatıyorsunuz. Neden? Kahramanlarımdaki acılar travmalar hep içinde bulundukları toplumsal koşullardan kaynaklı. Tiyatro ekseninde geçen bir romanda insanların acılarının anlatılması çok doğal diye düşünüyorum. Ayrıca ben her zaman sanatın açmazlardan, sorunlardan, acılardan doğduğuna inanırım. Hep mutsuz aşk anlatılır. O yüzden romancının da temel sorunu budur. Ben hayatın kıyısında kalmış, sıkışmış insanları seviyorum. Çünkü o insanların dünyasının zengin olduğunu düşünüyorum. Bir de tutunma sorununu tartışmak gerekir. Benim hayatta en sevdiğim kişiler “pire için yorgan yakanlar”dır. “Pire için yorgan yakmak” cesaret ister çünkü. Romanımda “Gidebilmek beceri ister” diyorum. Reddetmek de beceri ister. ? Bir An Bin Parça/ Enver Aysever/ Epsilon Yay./ 312 s. SAYFA 5
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear