Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Yunus Nadi 2006 'Roman' Ödülü: Yiğit Okur “Yazarlık alt kimliğim” ‘Hulki Bey ve Arkadaşları’, ‘Topal Viktor’un Anıları’, ‘Piyano’ gibi yapıtlarıyla tanınan Yiğit Okur, son romanı ‘Deniz Taşları’ ile Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldı. Unutulmaz bir aşk hikâyesini konu alan ‘Deniz Taşları’nda Okur, imparatorluktan Cumhuriyet dönemine geçmiş bir konağın sahipleri ve onların çevresindekilerin hem kendi kendileriyle, hem de birbirleriyle süregelen çekişmelerini, yalın, akıcı bir dille anlatıyor. ? Ayça TEZER on beş yılda altı roman,bir öykü kitabınız yayınlandı. Kolay mı yazıyorsunuz? Her yerde, her koşulda yazabiliyorum. Böyle bakılırsa kolay yazdığım sanılır. Ancak, gece yazdıklarımı, sabah yırttığım çok oluyor, bir paragrafı defalarca yazdığım da çok oluyor. Böyle bakılırsa, kolay yazdığım söylenemez. Temel çabam, en az sözcükle çok şey anlatabilmek. Önemsediğim bir köşe yazarı "Nerdeyse kelimesiz yazacak" demişti. İş için yurtdışına gittiysem, uçaklarda, gittiğim kentlerde, işten sonra kalan zamanlarda otel odalarında, İstanbul’daysam, otel barlarında ya da evde ama gece. Kırk iki yıldır zor bir mesleği severek, hatta coşkuyla yürütüyorum. Avukatım. Türkiye’nin sayılı hukuk bürolarından birinin başındayım. Böyle bakılırsa gündüz saatlerinde yazacak zamanı bulmam olanaksız. Soluk alacak zaman bile bulamazken nasıl roman yazılabilir? Fakslar, emailler durduktan, telefonlar sustuktan sonraki zaman bana ait. Ondan önceki zaman benim değil. O parsellenmiş bir zamandır. Gece yazıyorum. Mesleğim avukatlık. Yazarlık benim alt kimliğim. Alt kimliğinizi uzun süre gizlemişe benziyorsunuz. Yazmaya çok geç başlamışsınız. Ben Haldun Taner’in çömeziydim. Aramızda yirmi yıl fark vardı. Bir gün bana şöyle dedi: "Şiirlerinizi okuyorum, Çok beğeniyorum". Bunu söylediğinde yirmi yaşındaydım. "Niye düz yazıyı denemiyorsun?" diye sorunca, rastgele bir yanıt bulmuştum: "Efendim, biriktiriyorum, bekliyorum" dedim. Haldun Bey’in yanıtı hızlı geldi: "Yaa! Beklemeye koyulduysanız, daha kırk yıl beklersiniz!" Kehanetmiş. Kırk yıl sonra yazmaya başladım. Geceleri ve evde. Şiir de mi yazıyorsunuz? Hayır. Artık değil. Yarım yüzyıl önce yazıyordum. Varlık, Yenilik, Mavi, Yeditepe gibi dergilerde yayınlanıyordu. Şiir kıskançtır. Kendinden başka uğraşıya tahammül edemez. Hukuk beni içine alınca, şiir beni terk etti. HARMANLAMA YÖNTEMİ... Romanlarınızda kısa cümleler kullanıyorsunuz. Geriye dönüşlerle anlatımı canlandırıyorsunuz. Deniz Taşları’nda olduğu kadar, öbür romanlarımda da, öykülerimde de kısa cümleler kullandım. Hatta tek sözcükle yetindiğim oldu. Bu tarz hem okumayı kolaylaştırıyor, hem anlatımın temposunu yükseltiyor. Kurguya gelince, Deniz Taşları’nda yeğlediğim tarz bütün romanlarımda var. Anlatıyı, geriye dönüşler, ileri gidişlerle sürdürüyorum. Eski deyimiyle takdimi tehirle. Filiz uçları bırakıp, aynı konuları, öykünün ilerleyen kısımlarında daha derinlemesine yeniden ele alıyorum. Belirgin bir olayı, kendini tüketene kadar, bu tür harmanlama yöntemiyle sürdürüyorum. Yazdığım bütün romanlarda önce öykünün sonunu yazdım. Son, benim için başlangıcın dinamiğini oluşturuyor. Öykü bitince, başta yazdığım sonu değiştirdiğim hiç olmadı. Elimden geldiğince Genç Türkçe’yle yazıyorum. Deniz Taşları’nda çıkış noktanız neydi? Romanın kahramanı Tarık gibi ben de cenazemi hep merak ederim. Dilerim ki, kalabalık olsun. Bütün sevdiklerim, beni sevenler gelsin. Keder olmasın. Cenazelerdeki yapmacık üzüntüyü, yapay duruşu benimseyemedim. Gerçekçi, inandırıcı değil. Hayat devam ediyor. Acıyı paylaşma çabasında olanları biraz irdeleyince ortaya komik tutumlar çıkar. Örneğin romandaki cenazede de durum farklı değil. İmam, cenazesi önünde dua ettiği kişinin adını bile bilmiyor. Yazmış, cebine koymuş. Derdi başka: Yeşil Döviz Büfesi’ne yirmi yıllık birikimini kaptırmış. Cenazeyi defnedip Fatih’e koşacak. Biri de telefonla ulaşamadığı kimseyi cenazede bulup sorununu halletmek için gelmiş. Romandaki kişiler çok canlı, hareketli, renkli. Sanki romandan fırlayıp günlük hayata karışacakmış gibiler. Bu karakterleri tanıdığınız kişilerden mi oluşturdunuz? Yayınlanmış altı romanımdaki kahramanların hiçbiri, tanıdığım herhangi bir kimsenin izdüşümü değil. Tanımadığım kimlikler. Ama bu insanlara her gün rastlıyoruz. Canlılıklarını, renkliliklerini, inandırıcı olmaları bundan geliyor. Altı romanda, herhalde yan ve alt kahramanlarla birlikte yüz değişik kişilik vardır. İki yüz de diyebilirsiniz. Peki, iki yüz olsun. Bu iki yüz kişiyi günlük yaşamınızda tanıdınız mı? Tanımaya ne gerek var. Ben varım ya! Gustave Flaubert’e sormuşlar: "Bu Madame Bovary kimdir" diye. "Madame Bovary, benim" demiş. Altı romanda kime rastlıyorsanız, hepsi benim. Tabii söylem biraz yadırgatıcı ama gerçek. Bana hiç benzemeyen bir kişiliği yazıyorsam, merkez gene (ben) oluyorum. Mesleğim gereği çok insan tanıdım. Belki çeşitli karakterleri kolayca bulup, bunları inandırıcı bir üslupla verme yeteneğine mesleğim yardımcı oldu. Diyaloglarınız da çok ustaca. Piyes yazmayı düşünmüyor musunuz? Roman, öykü, şiir yazıyorsanız, bunlar belirli bir düzeydeyse, yayınlayacak bir yayınevi bulabilirsiniz. Piyes yazıyorsanız, oynatacak tiyatro bulmak çok zor. Bir metin de oynanmadıkça tiyatro sayılmaz. Herkes de böyle düşündüğü için midir, tiyatro yazan çıkmıyor? Kendi tiyatrosu için yazıp, kendi oynayanlar hariç. Örneğin Ali Poyrazoğlu. O kadar ayrıntılı ve canlı tasvirler çiziyorsunuz ki romanınız sanki bir film karesi gibi belleğimizde canlanıyor. Ayrıntıya düşkünüm. Değindiğiniz canlılık, hareket., film kareleri gibi bellekte canlanması ayrıntının ürünü. Ayrıntı olmazsa "bütün" nefes alamaz. Bir de eşyalara verdiğiniz önem dikkat çekiyor. Eşya, hayatımızın bir parçası, hayatımızın ayrıntısı. Ne kadar da çok ıvır ızır girmiştir hayatımıza. Birikmiştir. Çoğu lüzumsuz şeylerdir, ama bir türlü elimiz varıp da atamayız. RİSKLİ YATIRIM Deniz Taşları’nı filme uyarlamayı düşündünüz mü? Film yapmayı düşünüp düşünmediğime gelince, benden önce başkaları düşündü. Önce ilk romanım Hulki Bey ve Arkadaşları’nı filme almayı düşündüler. Sinopsis bile yazıldı, ama o kadar (!) Sonra Güvercinler için bir yönetmen çalışma yapıyormuş, ama o kadar (!) Deniz Taşları için henüz teklif yok (!) Ama sorunuza ciddi yanıt vermem gerekirse Deniz Taşları’ndan film yüksek maliyetli olur. Harcı borKİTAP SAYI S ? SAYFA 4 CUMHURİYET 853